Gökçeçiçek Ayata: 6284’ün uygulanması için ısrarcı olmak zorundayız

İnsan hakları hukukçusu Gökçeçiçek Ayata, 6284 sayılı kanunun ve İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye kadın hareketi mücadelesinin bir kazanımı olduğunu belirtiyor ve “Fiilen sıkıntılar yaşıyor olabiliriz ama uygulanması için ısrarcı olmak ve sahip çıkmak zorundayız” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele” panelinde 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi konuşuldu. Panel, Bilgi Üniversitesi Gender Çalışma Grubu, İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, Bilgi Üniversitesi Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu işbirliğiyle gerçekleştirildi.

‘4320 KADINI DEĞİL AİLENİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUYORDU’

Panele katılan sosyolog Begüm Özcan, “Feminist Hareket ve Kadına Yönelik Şiddet: Devletin Bu Alanda Kurumsallaşması ve Yasa Değişiklikleri” başlıklı bir sunum yaptı. Özcan, 1980’lerden günümüze feminist hareketin kısa tarihini anlattı. 1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’la 2010 yılında çıkan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi kanunu karşılaştıran Özcan, “4320 kadını değil aileyi korumaya yönelikti. Bu yüzden ailenin bütünlüğünü esas alıyordu. Şiddet gören kadınlar polisler tarafından eve geri gönderiliyor ve şiddet uygulayan erkekle barıştırılmak isteniyordu” diyor.

2012’de yürürlüğe giren 6284 sayılı kanunun ise doğrudan kadını koruyan bir yasa olduğunu belirten Özcan, bu dönemde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından açılan Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri’nin ataerkil yapıyı içinde barındıran ve erkek şiddetiyle doğrudan mücadele eden kurumlar olmadığını belirtiyor. Bu kurumlarda özellikle kadınların giriş çıkış saatlerinin kontrol edilmesi gibi tutumlarla, açıkça eve dön denmese de kadınların bağımsız bireyler olamayacaklarına yönelik bir kabul oluşturulmaya çalışıldığını söylüyor.

2011’de imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin önceki dönemlerden imzalanan sözleşmelerden ya da çıkartılan yasalardan farklı bir yerde durduğunu belirtiyor. Kadına şiddeti tarihsel süreçte ve yapısal bir sorun olarak ele alan bu sözleşmenin köklü ve kapsayıcı çözümler sunduğunu söylüyor.

Özcan, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmanın tek başına yeterli olmadığına dikkat çekiyor ve kadını güçlendirecek, şiddeti önleyecek politikalar geliştirilmesi ve bu politikalar için finans ve insan kaynağı ayrılması gerektiğini vurguluyor.

‘HUKUK ERKEK BİR YAPI’

İnsan hakları hukukçusu Gökçeçiçek Ayata, kadına şiddette etkili mücadele sağlayan 6284 sayılı kanunun yapımında yer alan hukukçulardan biri. Konuşmasına “Hukuk erkek bir yapı. Dili erkek, yasa yapıcıların uygulayıcıların büyük bir çoğunluğu erkek” sözleriyle başlıyor ve “Öncelikle bunu bilip yola çıkmak daha iyi ve tabii ki bu değişebilir, bunun için mücadele ediyoruz” diye konuşuyor.

Kadın haklarının özellikle son yıllarda ciddi bir saldırı altında olduğuna dikkat çeken Ayata, “İstanbul Sözleşmesi önemli bir dayanak ve 6284’te bu sözleşmeye atıf yapılması elimizi güçlendiriyor” diyor. Ayata, hem İstanbul Sözleşmesi’nin hem de 6284’ün arkasında Türkiye’deki kadın hareketi mücadelesinin olduğunu belirtiyor ve “Fiilen sıkıntılar yaşıyor olabiliriz ama uygulanması için ısrarcı olmak ve sahip çıkmak zorundayız” diyor.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda Avrupa’daki ilk ve tek bağlayıcı hukuki metin. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi 4 temel başlıkta ele alıyor. Bunlar; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların kovuşturulması ve cezalandırılması, şiddetle mücadele alanında bütüncül, eşgüdümlü, etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi. Ayata, bu dört maddeden birinin bile eksik uygulanması halinde, şiddetle etkin mücadele edilemeyeceğini ve şiddetin ortadan kaldırılamayacağını söylüyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin şekli değil maddi eşitlik üzerine kurulduğuna dikkat çeken Ayata, “Şekli eşitlik kanun önünde eşitliktir ve tarihsel ayrımcılığı görmez. Maddi eşitlik ise yapısal ayrımcılığı gözardı etmez. Yasaya bakınca kağıt üzerinde herkesin eğitim hakkı vardır, ama maddi eşitlikten bahsediyorsak kız çocuklarının eğitime erişiminin neden kısıtlı olduğu araştırılır ve hakka erişim için ek çözümler getirmek devletin görevidir” diyor.

‘ŞİDDETİNİN BİR AÇIKLAMASI YOKTUR’

Bilgi Üniversitesi Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi’nden Tuğçe Çetin ise, konuşmasında flört şiddetini anlattı. Çetin sözlerine flört şiddetini tanımlayarak başladı: “Bitmiş ya da sürmekte olan ilişkilerde sevgililerin/partnerlerin arasında olan fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal, ekonomik ve dijital şiddet.”

Çetin flört şiddetine maruz kişilerin en çok, yaşadığı şeyin ne olduğunu anlamakta ve kendilerine karşı dürüst olmakta zorlandıklarını belirtiyor: “Eğitim seviyesi arttığında şiddete meşru bir açıklama bulma çabası da artıyor.”

Kişiler, flört şiddetine maruz kalmalarına rağmen sevgilisinden/partnerinden ayrılmakta zorlanıyor. Çetin bu duruma çaresiz hissetme, korku, kendini bundan sorumluymuş gibi hissetme, şiddete katlanmak zorunda olduğunu düşünme gibi duyguların yön verdiğini söylüyor: “Gençlerde çok duyduğumuz bir şey, umut etme. Değişecekmiş, bir daha yapmayacakmış. Şiddetin bitsin ama ilişki korunsun istiyorlar. Ama şiddet böyle bitmiyor. Şiddeti sadece şiddet uygulayan kişi durdurabilir.”

‘CİNSEL YÖNELİM 6284’E GİRMELİ’

İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler bölümünden Ayşe Uzun, Türkiye’de LGBTİ+ sığınmacıların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddet üzerine konuştu. Uzun, toplumsal cinsiyetle birlikte cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kategorilerini doğrudan metninde geçiren ilk uluslararası sözleşmenin İstanbul Sözleşmesi olduğunu ve sözleşmenin toplumsal cinsiyete dayalı sığınma usullerin geliştirilmesi ile ilgili taraf devletlere yükümlülük getirdiğini belirtti.

Ayşe Uzun

İstanbul Sözleşmesi’nde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadeleri doğrudan kullanılsa da iç hukukta bu tanımlar için bir atıf bulunmuyor. Uzun, “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi kanunu farklı öznelliklere yer verecek şekilde düzenlenmelidir” diyor.

Türkiye’de bulunan LGBTİ+ sığınmacılar şiddete maruz kalsalar bile hukuki yola başvurmayı tercih etmiyor. Bunun nedenlerini şöyle anlatıyor, Uzun: “Öncelikle sınır dışı edilmekten korkuyorlar. Başvurularının dikkate alınmayacağını, sonuçsuz kalacağını ve kolluk kuvvetleri tarafından tekrar şiddete maruz kalacaklarını düşünüyorlar.”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için bu isimle anılıyor. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imzalayan ve onaylayan ilk ülke Türkiye oldu. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Ayrıca kadına yönelik şiddetle ilgili hukuken en bağlayıcı ve en kapsayıcı metin olarak kayda geçiyor.

6284 SAYILI KANUN

6284 sayılı kanun, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 8 Mart 2012’de kabul edildi.