Fransa’nın Polanski ve Allen gibileri koruması utanç verici

#MeToo hareketi sırasında yıldızları tarafından reddedilen Woody Allen’ın ‘New York’ta Yağmurlu Bir Gün’ filmi, Avrupa sinemalarında gösterime giriyor. Fransa’nın cinsel tacizle itham edilen sanatçılara yıllardan beridir sunduğu sığınma hakkı ve festivallerde verdiği destek, tek kelimeyle bir utanç kaynağı.

Google Haberlere Abone ol

Clémence Michallon

Woody Allen tarafından çekilmiş bir film olan New York’ta Yağmurlu Bir Gün, bir süredir küresel sinema salonlarında asla büyük bir gelir elde edemeyecek gibi görünüyordu. MeToo hareketinin başlangıcında, kızı Dylan Farrow’un Allen hakkındaki çocuk tacizi iddiaları yeniden gündeme geldiğinde, film, oyuncuları tarafından reddedilmişti. Amazon şirketi, bu yılın başlarında tartışmaların ortasında kalan filmi kızağa çekmişti ve şu ana dek ABD’de hiçbir dağıtımcı şirketle anlaşma yapamamıştı. Filmin oyuncu kadrosuna dahil olan Timothée Chalamet, Rebecca Hall ve Griffin Newman, kazançlarını RAINN ve Time’s Up gibi hayır kurumlarına bağışlarken, Selena Gomez filmden elde ettiği kazancı aşan bir miktarda bağışta bulundu.

SANAT, İŞLENEN SUÇLARI AFFETTİREBİLİR Mİ?

Verilen mesaj gayet açıktı: Sanat önemliydi ama cinsel taciz iddiaları da böyleydi ve söz konusu ithamlar devam ettiği sürece oyuncular artık Allen’la ilişkilendirilmek istemiyordu.

Elbette, Avrupalı distribütörler filmin dağıtımını yapmaya başlayana kadar... Şu andan itibaren, New York’ta Yağmurlu Bir Gün’ün İtalya, Avusturya, Almanya’da gösterime gireceği açıklandı ve –geçen çarşamba ilan edildiği üzere- Fransa’daki prestijli Deauville Amerikan Film Festivali’nin 6 Eylül’deki açılışında gösterileceği ilan edildi; bu, daha önce Whiplash, Little Miss Sunshine ve Maria Full of Grace gibi filmlere verilen bir onur nişanesi. Ayrıca, filmin eylül ayında Fransız sinemalarında gösterime girmesi planlanıyor.

Şu anda ABD’de yaşayan ve bu vesileyle MeToo hareketinin Atlantik’in her iki yakasında yarattığı etkiye tanıklık eden bir Fransız olarak, haberi gözlerime inanamayarak ve varoluşsal bir korku hissi yaşayarak okudum.

Korkunç şeylerle suçlanan erkekler söz konusu olduğunda, özellikle de bahsi geçen erkekler kültürel manzaraya önemli katkılarda bulunmuşlarsa, Fransa’nın sicilinin en iyi ihtimalle ‘karmaşık’ olduğu söylenebilir. Hepimizin bildiği üzere, Rosemary’s Baby ve The Pianist gibi beğenilen filmlerin yönetmeni olan Roman Polanski, 1977 yılında ABD’den kaçmadan ve o zamandan beridir yaşadığı Fransa’ya sığınmadan önce, küçük yaşta biriyle yasa dışı cinsel ilişkiye girmekten suçlu bulundu. Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, onu Mayıs 2018’de üyelikten ihraç etti. Bu yılın nisan ayında, Polanski konuyu mahkemeye götürdü ve bir hakimden üyeliğinin iade edilmesini talep etti; Akademi ise verdiği kararda direndi.

FRANSA’NIN KARANLIK SİCİLİ

Buna karşın, Fransa’da, Polanski’ye hâlâ bir sinema duayeni gibi davranılıyor. Filmleri Cannes Film Festivali’nde gösterime giriyor. Yüksek profilli oyuncular bu filmlerde rol alıyor. Eserleri düzenli biçimde övgüler alıyor. Polanski’yi aklama faaliyeti yıllardır sürüyor ve herhangi yavaşlama işareti görünmüyor.

Bu, elbette, MeToo’nun Ekim 2017’den itibaren ana akım haline gelmesinden beridir tatmin edici bir yanıt bulunamayan bir soruyu tekrar gündeme getiriyor: Sanatçılar dehşet verici fiillerle suçlandıklarında, sanatlarını takip etmeyi sürdürmeli miyiz? Ve ortak bilincimizde var olmalarına izin verilmeli mi?

Bilmiyorum. Bu karmaşık bir soru ve bunun yanıtını bulmuş gibi davranmayacağım. Fransa, kız arkadaşı aktris Marie Trintignant’ı öldüresiye dövmesinin ardından 2003 yılında cinayetten hüküm giyen şarkıcı Bertrand Cantat’ın müzikal bir geri dönüş girişiminde bulunmasıyla birlikte, son yıllarda yeniden yoğun bir mücadeleye sahne oldu. Birçok insan Cantat’ın yeniden şöhretin tadını çıkarması fikrini can sıkıcı buldu; buna karşın diğer bazı insanlar onun cezasını çektiğini ve diğer eski mahkûmlar gibi sanatsal faaliyetlerine devam etmeyi hak ettiğini savundu. (Tabii ki Cantat’ın durumunda bu, Fransa’nın en önemli kültürel dergilerinden birinin kapağında görünmek anlamına geliyordu; hangisinin düzenli mesleki görevler aralığında bulunmadığını iddia edebiliriz, ben nereden bileyim?)

Benim bildiğim şey şu: Kamuoyu önünde görülen davalar berbat bir fikir ama bir insan suçlu olduğu iddia edildikten sonra yabancı bir ülkeye kaçtığında, bir daha asla mahkeme salonuna gidilmeyecek başka hangi seçeneklerle karşı karşıya kalırız? Tabii ki, insanlar diledikleri sanattan keyif almayı sürdürebilirler; ancak koşullar ne olursa olsun, yaratıcıların topluma ödenecek bir borcu var mıdır? Böyle düşünmüyorum ve her halükarda itham edilen istismarcılar için vaat edilmiş bir ülke olarak Fransa’nın kendisini yeniden ortaya sürmekten vazgeçmesini temenni ediyorum.

TACİZİ AKLAYAN GİRİŞİMLER

Catherine Deneuve ve beraberindeki 99 kadının MeToo’ya karşı çıkmak amacıyla kamuya açık bir mektup imzalamalarından bu yana, kimi Fransız klişeleri feminizme karşı bir tür meydan okuma amacıyla kullanıldı ve amacından saptırıldı. “Kedicik” diye çağrılmak istemiyor musun? Hadi ama bu kadar soğuk olma! Flört etmek suç değildir! Fransızlar bunu her zaman yapar! Sanırım daha fazla eşitlik ve saygı görmek isteyen insanları susturmak, Fransızların meşhur sözde özgür düşünce inancını korumak için hayati bir önem taşıyordu.

Buna karşın, asıl mesele şu: Fransa, Allen ya da Polanski’ye karşı yöneltilenlere benzer suçlamalarla karşı karşıya kalan insanlara kültürel sığınma hakkı sunmayı tercih ettiğinde, bir mesaj gönderiyor. Bu bir oyalama girişimi, işleri beklemeye almanın bir yolu, böylece gerçeğe asla ulaşamayacağız. Yayımlanan her Woody Allen filmiyle, Cannes’da gösterilen her Roman Polanski filmiyle, her iki adam da en rahatsız edici bölümü halının altına süpürürken, kendi hikâyelerini yazmaya devam ediyor.

MeToo birçok yönden dağınıktı. Buna rağmen bizler, bir aradayken iyi bir şey yapmaya çalışıyoruz. Cinsel şiddete maruz kaldıklarını ifade edenlere daha şefkatli, destekleyici biçimde kulak vermeye çalışıyoruz. Ahlaki standartlarımızı yükseltmeye ve daha adil bir dünya inşa etmeye çalışıyoruz. Ve Fransa, gerçeğe ulaşma konusunda umutsuzluğa kapılmamıza yol açan biçimde kırmızı halıyı korkunç şeylerle suçlanan bu erkeklerin önüne serdiğinde, bu durum daha fazla gürültüye neden oluyor. Zira bu adamlar lehine bir girişimde bulunuyor. Benim için bu utanç verici bir durum ve keşke ülkem bunu yapmaktan vazgeçseydi.

Söylediklerim Allen’ın bir daha asla yeni bir film çekmemesi gerektiği anlamına gelir mi? Hayır. Fakat bu, Allen bağlamında sayısız filminin gün ışığı görüp görmemesinden daha hayati sorunlarımız olduğu anlamına gelebilir. Yani, asla film çekmemeli demiyorum. Şimdilik çekmemeli diyorum.

MeToo, 2017 yılının ekim ayında önce sosyal medya üzerinde başlayarak hızla dünyaya yayılan, taciz ve cinsiyetçilik karşıtı mücadele hareketinin adıdır.

** Yazının aslı Independent sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)