Suriyeli Faten’in hikâyesi ve mülteci kadınlar

'Babasıyla Suriye’deyken çok vakit geçiremediğini söylüyor Faten. Babası muhalif olduğu için 80’lerde tutuklandı ve sonrasında  saklanarak yaşamak zorunda kaldı'

Google Haberlere Abone ol

Buse Kaynarkaya

DUVAR - 2013’te Halep’ten Türkiye’ye gelen Faten, İstanbul’da Beraberce Derneği ve Kadın Dayanışma Vakfı(KADAV)’nda mülteci kadınlarla çalışıyor. Halep’te İngiliz Dili ve Edebiyatı okurken çocuklara İngilizce öğreten ve okula hiç gitmemiş kadınlara Arapça konusunda yardım eden Faten için bütün bunlar abartılacak şeyler değil. Faten, “Okul benim için çok önemliydi, dersleri takip etmem gerekiyordu. O yüzden okul haricinde çok fazla bir şey yapmıyordum” diyor.

Faten, Halep Üniversitesi’nde dördüncü sınıf öğrencisiyken okula bomba atılınca Suriye’den ayrıldı: “Buraya okula devam etmek için geldim aslında. Benim yaşadığım yer rejim kontrolündeydi, ailemin yaşadığı yer de Özgür Suriye Ordusu tarafında kalmıştı. Bombadan sonra yanımıza gel diye çok ısrar ettiler ama durum çok kötü olunca arkadaşlarımla birlikte buraya gelmeye karar verdim. Ben geldiğimde Suriyeliler için üniversiteler arası transfer yapmıyorlardı, YÖS’e (Yabancı Öğrenci Sınavı) girmek gerekiyordu. Tek başımaydım o zaman, ailem sonradan geldi, çalışmam gerekiyordu. Şimdi daha kolay üniversitelere girmek. Gelecek yıl devam etmeyi çok istiyorum.”

'BABAM DOĞUM GÜNLERİMDE HİÇ YANIMDA OLAMADI'

Faten’in ailesi de İstanbul’da yaşıyor. Annesi şu an çalışmıyor ama Halep’te dikiş ve tasarım atölyesi vardı ve o da elinden geldiğince kadınlarla dayanışma içindeydi: “Bizim toplumda, mesela boşanmış kadınlara kimse iş vermez. Annem onlara iş veriyordu.” Halep’teki ayakkabı fabrikalarının şu an ne durumda olduğunu bilmiyorlar ancak babası 1.5 sene önce açtığı ayakkabı atölyesinde ayakkabı üretmeye devam ediyor.

Faten: Suriyeli kadınlar 8 Mart'ı pek bilmezler

Babasıyla Suriye’deyken çok vakit geçiremediğini söylüyor Faten. Babası muhalif olduğu için 80’lerde tutuklandı ve sonrasında  saklanarak yaşamak zorunda kaldı: “Çocukken hep hatırlıyorum, biz babamla çok yaşamadık çünkü hep kaçak yaşıyordu. Gece yatıyoruz mesela, askerler geliyor, soruyorlar sürekli, yorganları açıp bakıyorlar saklıyor muyuz onu diye. Doğum günlerimde hiç yanımda olamadı. Buraya gelmeden önce de 3 yıl hapisteydi. Çıktığında devrim başlamıştı zaten ve buraya geldiler.”

İstanbul’a ilk geldiğinde İngilizce ve Arapça bildiği için 2 sene ticaret alanında çalıştı, biraz kendini toparlayınca da KADAV’da toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı tercüman ve sosyal çalışmacı olarak çalışmaya başladı: “Kadınların evlerine gidip haklarını ve durumları nasıl daha iyi olabilir, onu anlatıyorduk. Şiddet gördüyse nereye gidebilir, ne yapabilir o konularda yönlendirme yapıyorduk. Hastaneye, polis merkezlerine çok gittim, kimlik çıkarmalarına çok yardımcı oldum.” Kadıköy ve Şişli Birlikte Yaşam Festivalleri'nde de çalışan Faten, şimdilerde yine tam zamanlı olarak ticaret alanında çalışıyor ama göçmen kadınların sağlık, eğitim, hukuk ve adaletini sağlayan projelerin birer parçası olarak da sivil toplum faaliyetlerine işten sonra zaman ayırıyor.

‘SURİYELİ KADINLAR TACİZE UĞRAMAKTAN KORKUYORLAR’

Suriyeli kadınların pek çok derdi var, biliyorum, Faten de alanda olduğu için bu konuyu konuşmadan edemiyoruz. Ona göre Suriyeli kadınların dert olarak tanımladıkları şeyler aslında kendi dertleri değil: “Normal bir kadın dersek, ona ne derdin var diye sorduğumuzda ‘Benim oğlum okula gitmiyor, kocam çalışmıyor, kimlik yok, para yok’ gibi şeyler söyler ama aslında daha yoğun şeyler var çünkü kocasının çalışmaması onun derdi değil aslında. Sen neden çalışmıyorsun? Kimse seni işe almıyor, alsa aynı maaşı vermiyor, saygı göstermiyorlar. Bence bunlar daha önemli çünkü kadınlar kendini düşünmüyorlar, hep başkalarını ve ailelerini düşünüyorlar. Bir de toplumdan korkuyorlar, bu da çok büyük bir dert. Tek başına olmaktan korkuyorsun, taksiye binmekten korkuyorsun, otobüste taciz yaşamaktan korkuyorsun.”

‘KADIN EVDE KALSIN DİYE ÇOCUKLARINI İŞE GÖNDEREN ERKEKLER VAR’

Türkiye’de durum biraz değişmek zorunda kalmış olsa da genelden bahsetmek gerekir ki, ailedeki erkekler kadınların çalışmalarına izin vermiyorlar. Hatta evde erkek çocuk varsa onların çalışmalarını tercih edebiliyorlar: “Öyle tabii. Suriye’de kadınlar çok lüks yaşamıyorlar aslında. O yüzden erkekler çalışıyordu ve yetiyordu. Burada yetmediği için mecburen bazı kadınlar çalışmaya başladı. Ama mesela işten eve geldiğinde kocası çok soru sorar, ‘Kiminle konuştun bugün?’ gibi. ‘Sadece kadınlarla çalışabilirsin, şöyle giyineceksin, kimseyle konuşmayacaksın, hicabı böyle takacaksın’ gibi şartlar koyanlar da var, kadın evde kalsın diye çocuklarını işe gönderenler de...”

‘TÜRKİYELİLER SURİYELİLERLE İLGİLİ YANLIŞ BİLGİLERE SAHİP’

Mülteci statüsündense geçici koruma statüsü de sorun yaratıyor elbette: “Çok kısıtlı haklar. Mesela Ankara’ya gidecek geçici koruma altındaki bir Suriyeli, izin beklemesi lazım ve çıkmayabilir de. Ev sahibi ‘Sen nereden para bulacaksın’ diye ev vermeyebilir. Çalışma izni vermeyebilirler. İş bulursan nasılsa ihtiyacın var diye daha az maaş verebilirler. Bir de insanlar bilmiyorlar kapsamını çünkü onlara anlatılmıyor. Bu kimlik bize temel basamak hastane olanağı sağlıyor. “Kızılay Kart alabilirim”, bu kadar biliyorlar. Türkiyeliler de yanlış şeyler biliyorlar hep; her şey ücretsiz, vergi yok, devlet maaş veriyor gibi. Biz çok üzülüyoruz çünkü kimse aslında ne yaşadığımızı bilmiyor.”

GÖÇMEN HARFLER ATÖLYESİ

Faten, Beraberce Derneği’nin Göçmen Harfler Atölyesi’nde tercümanlık yapıyor. Melike Koçak’ın yürüttüğü atölyede Suriyeli kadınların ürettikleri metinlerin Türkçe, İngilizce ve Arapça çevirilerini yapıyor. Bu metinler çok yakında kitap olarak hazırlanacak.

Faten, kadınların yazar olarak çalışabileceklerini, atölyenin bu yönüyle çok önemli olduğunu söylüyor: “Türkiyelilerde genelde şu var, bu kadın Suriyeliyse para ya da yardım bekliyordur, yani illa bir şey istiyordur. Bir taraftan da projeler yazılıyor, mesela dikiş kursu veriliyor, başka kurslar veriliyor fakat kadınların kendilerini ifade etmeye de çok ihtiyaçları var çünkü çok şey yaşadılar. Suriyeli bir yazar kadın arkadaşım kitap yazdı mesela, onu kimse bilmiyor çünkü destek almadı. Biz bu atölyede kadınları, yazmaları konusunda destekliyoruz çünkü bu da bir iş. Bir kadın, yazar olarak çalışabilir. Bu yüzden çok önemli ve bana da çok iyi geldi.Yazmak, çocukluğumdan beri bana da hep çok iyi geliyor. Bir yıl kadar çalıştığım sivil toplum kuruluşunda tanıştığım Suriyeli bir kadın, yaşadıklarını, hayat hikâyesini yazarak atlatmıştı. Defterine el yazısıyla yazdıklarını gösterip anlayamadığımız yerleri açıklamaya çalışırken gözlerinin nasıl parladığını hatırlıyorum.”

Benzer deneyimlere Faten de sahip:  “Atölye ilk başladığında kadınlar hep ‘Ben yazamam, nasıl yazayım?’ diyorlardı, iki üç satır yazabiliyorlardı. Şimdi yedi sayfa yazıyorlar, çok mutlular. Öğretmen onlara ‘Yedi sayfa çok’ dediğinde ‘Ama daha fazla yazmak istiyoruz, kendimizi yazarken çok iyi hissediyoruz’ diyorlar. Terapi almıyorlar, onları desteklemek gerekiyor ve onların neler yaşadığını herkesin bilmesi gerekiyor.”

BELİZ GÜÇBİLMEZ: DİL, İNSANIN EVİDİR VE İNSAN EVİNİ ÖZLER

Bu deneyimlerden de güç alarak, kadınların yazmayla ilgili farklı bir bağ geliştirebileceklerini  düşünüyorum. Virginia Woolf bize Shakespeare’in hayali kız kardeşinin hikâyesini anlatırken benzer bir şey söylemeye çalışıyordu. Yazmak, ifadenin en yoğun hallerinden biri. Küçük bir araştırma yapsanız göç edebiyatına dair sayfalarca metinle karşılaşırsınız. Bütün bu farklı kollardan sıkıştırılmışlığın  ve baskının ablukasında, Suriyeli kadınlar için yazmanın anlamını hayal etmek güç değil.

Ankara Üniversitesi Tiyatro Anasanat Dalı’nda öğretim üyesiyken ihraç edilen Beliz Güçbilmez’e fikrini sorduğumda paylaştığımız duygu ortaklaşıyor: “Dil, insanın evidir sahiden. Ve insan, evini özler. Fiziksel, coğrafi evinden kopmuş birinin yabancı topraklarda kendini evinde hissetmesinin en iyi yolu kendi dilinde okuması yazmasıdır öyleyse. Böyle bir atölye  sanırım evinden kilometrelerce uzakta yaşamak zorunda kalanlarda kendi evinde dostlarını ağırlamaya benzer bir neşe yaratıyordur. Çünkü insanları kendi dillerinde kendi hikâyelerini anlatmaları için teşvik ettikçe, yol gösterdikçe eğreti kalınan her taş dibine kök salarız. Emeği geçen herkese selam olsun. Öyküleri sabırsızlıkla bekliyoruz.”

‘SURİYELİ KADINLAR 8 MART’I BİLMİYORLAR’

Faten’le 8 Mart Dünya Kadınlar Günü arifesinde buluştuğumuzdan Gece Yürüyüşü’nden de konuşuyoruz: “Geldiğimden beri her sene katılıyorum ben. Çok güzel oluyor, çok kalabalık oluyor, her yer mor rengi… Suriye’de 8 Mart’ı kutlamıyoruz çünkü kimse bilmiyor. Esad’ın yaptığı devrimin tarihi ne yazık ki, her sene o kutlanır. Hatta atölye ilk başladığında öğretmen kadınlara kitabın 8 Mart’ta çıkacağını söylediğinde (ilk planlama o şekildeydi) kadınlara ben açıkladım Kadınlar Günü olduğunu. Avrupa’da kadınları güçlendiriyorlar, haklarını anlatıyorlar yani ama Türkiye’de böyle bir şey yok, Türkiyeli kadınlar için de yok. O yüzden Suriyeli kadınlar da 8 Mart’ı pek bilmiyorlar.”

'GÖÇMEN OLMAK HERKESİN HAKKI, BU HAKKA SAYGI GÖSTERMEK GEREKİYOR'

İstanbul’da yaşamak Faten için zor olsa da İstanbul’u çok seviyor.“Çok ayrımcılık yaşayabilirsin, çok kötü şeyler görebilirsin burada. İyi bir sistem yok İstanbul’da. Ayrılmak istemiyorum ama kalmak da istemiyorum. Duygumu nasıl anlatacağımı bilemiyorum sana, çok zor” dediğinde hemen aklıma seçim kampanyalarındaki göçmen karşıtı söylemler geliyor. Ayrımcılığın türlü türlü hali var, benim en ikiyüzlü bulduğum “biz”e benzeyeni “kabul etme” -ya da ediyor gibi görünme- hali: “Evet, bu da ayrımcılık zaten. ‘Sen artık Suriyeli değilsin, sen Türksün, seni kabul ediyoruz’ demek bu. Ne demek beni kabul ediyorsun? Herkes insan en sonunda. Benim durumum diğer Suriyelilerden daha iyi olduğu için belki böyle oldu ama fırsat verilse, anlamaya çalışılsa… Göçmen olmak herkesin hakkı ve bu hakka saygı göstermek gerekiyor. Bir kez taksiye bindim, şoföre teşekkür ettim, nereli olduğumu sordu. Suriyeli olduğumu söyleyince şaşırdı Suriyeliler teşekkür etmez diye.”

‘KADINLAR DIŞARI ÇIKSIN, KORKMASINLAR!’

Faten, kadınlara İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW’ı (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi) anlatacağı Arapça-Türkçe bir program projesi üzerinde çalışıyor bu sıra. Kadınlara bir mesajı var: “Herkes dışarı çıksın, korkmasınlar. Korkmazsak her şey iyi olacak, bunu biliyorum. Halk, koca, bunları düşünmemek lazım. Geleceğimiz için yapmalıyız.”