YAZARLAR

Kadın, Kürt hem de mahpus

Kadınların çıplak arama yapılmasına karşı gelmeleri üzerine de ‘arama yapılmasına karşı gelmek’ ithamıyla iletişim yasağı, görüş yasağı şeklinde disiplin cezaları verilmektedir. Bu şekilde işkence ve hak ihlaline direnen tutuklular için ardıl mağduriyetler yaratılarak kadınların tecrit şartları ağırlaştırılmaktadır.

Hegemonik erkeklik ve otoriteryanizmin korkunç bileşimiyle kurulan baskı ortamında sivil toplum nefes alamaz hale geldi. Geçen hafta Tarlabaşı Toplum Merkezi (TTM) ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ile Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) kapatma davaları ve farklı engeller ile gündemimizdeydi. Ve bir süre daha olacak.  Hegemonik erkekliğin korkulu rüyası olan toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın erkek eşitliği, eşit yurttaşlık hakkı gibi Anayasa güvencesindeki haklar, bugünün siyasi ikliminde yasalara aykırı eylemlermiş gibi, suç gibi tanıtılıyor topluma. İktidar veri paylaşmadığı, kapalı kapılar ardındaki anti demokratik yönetimle bilme hakkımızı engellemeyi seçtiği için, sivil toplum örgütlerinin araştırmalarının kamuoyuna açıklanmasından müthiş rahatsız. Toplumsal cinsiyetten enflasyona, eril şiddetten seçim anketlerine kadar her alanda veri toplama ve duyurma konusu tuhaf bir şekilde ama maharetle kamu güvenliğiyle ilişkilendiriliyor ve tabi bir de kolayca kutsal aileye bağlanıp suçlu gösteriliyor. Ne de olsa sivil toplumun gözünün üzerinde kaşı var. Gidişat böyle devam ederse “sıra bana geldiğinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” durumuna düşmek üzereyiz.

Toplumun gözü önünde sudan sebepler icat edilerek kamu, güvenliği, kutsal aile değerleri ve sair bahanelerle dışarıda cereyan edenleri kısmen biliyor, öğreniyoruz. Peki ya içeride yapılanlar? Onlara itiraz etmeden gerçekten bazı şeylere itiraz etmiş olur muyuz? Üstelik cezaevlerinde yaşananları çok azımız biliyoruz. Tutuklu ve hükümlülerin cezaevi koşullarından çoğunlukla bihaberiz. Uzun tutukluluk halinin bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığını biliyoruz da içeride bu cezalandırmanın ne tür insanlık dışı yöntemlerle uygulandığına dair bilgiler gündeme pek az geliyor. Ulus ötesi kurumların raporları, hak savunucularının raporları, Meclis İnsan Hakları Komisyonu raporları gündemde pek az yer tutuyor. Bir de bu raporların cinsiyet eşitliğini ne kadar içerdiği sorusu, sorunu var. Başta Rosa Kadın Derneği olmak üzere Kürt kadınlar tarafından kurulmuş sivil toplum örgütlerine yönelik baskıları ve aktivistlere yönelik cinsiyet ayrımcılığı içeren engellemeleri daha önce yazmıştım. Bu defa özellikle Kürt kadın aktivist ve siyasetçilerin cezaevi koşullarına dikkat çekmek istiyorum. Devlete emanet olanların halini bilelim. Hele de dindarlık şampiyonluğunu kimselere bırakmayan iktidarın, İslam’ın emanet kavramını nasıl da çiğnediğini göstermiş olalım. Ceza ve tutuk evlerindeki durumu Av. Adile Salman ile konuştum. Adile, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Yönetim Kurulu üyesi. ÖHD Hapishane Komisyonu ile birlikte Kadın Komisyonunda çalışıyor.

YASAL HAKLAR İHLAL EDİLEREK DÜNYA İLE BAĞLANTI KESİLİYOR

Ev baskınları ve aramada, gözaltı sürecinde avukat bulundurma hakkına ilişkin yasal durum ve uygulama arasında fark var mı?

Ceza Muhakemesi Kanunu 120/3’e göre elbette ki ‘Kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz.' Sizlere bu hususta 16.03.2022 tarihinde Diyarbakır’da 24 kadına yönelik başlatılan soruşturmada yapılan usulden örnek verebilirim. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan kadınlara öncesinde soruşturmaya yönelik olarak herhangi bir şekilde kolluğa ifade vermesi için bir çağrı yapılmamıştı. 16 Mart tarihi sabah saatlerinde ev aramalarında ve gözaltı yapıldığı esnada kadınların yakınlarına haber verme ve avukata erişim hakları ihlal edilmiştir. Gözaltındayken dahi 24 saatlik avukat ile görüşme kısıtlaması kararı ile gözaltına alınan kadınların dış dünya ile bağlantıları tamamıyla koparıldığı, bu durumun da savunma hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı ihlaline yol açtığını belirtmek gerekir. Yakın tarihli olarak örnek verdiğim uygulamalar neredeyse tüm arama ve gözaltı işlemlerinde bu şekilde hak ihlalleri ile yapılmaktadır.

DİYARBAKIR KADIN CEZAEVİ'NDE ÇIPLAK ARAMAYA İTİRAZ CEZA NEDENİ

Cezaevlerinde hak ihlali ve işkence olarak çıplak arama iddialarını iktidar önce reddetmiş sonra yönetmeliğin ortaya çıkmasıyla istisnai hallerde uygulandığı iddia edilmişti. Gözlemlerinize göre çıplak arama gerçekten istisna mı?

Çıplak arama yapma dayatması/uygulanma oranı maalesef ki tüm cezaevleri girişlerinde artmıştır. Diyarbakır (Amed) Kadın Hapishanesi özelinde belirtebilirim ki son iki ayda başka cezaevinden sürgün gelen ve tutuklanan tüm kadınlar çıplak aramaya maruz bırakılmışlardır. Kadınların çıplak arama yapılmasına karşı gelmeleri üzerine de ‘arama yapılmasına karşı gelmek’ ithamıyla iletişim yasağı, görüş yasağı şeklinde disiplin cezaları verilmektedir. Bu şekilde işkence ve hak ihlaline direnen tutuklular için ardıl mağduriyetler yaratılarak kadınların tecrit şartları ağırlaştırılmaktadır. Tutuklanan kadınların hapishane giriş işlemlerinde çıplak aranmasının, işkence ve insanlık dışı aşağılayıcı muamele olduğunu belirtmek gerekir ve hiç kimse tarafından kabul edilebilir bir uygulama olmadığını söylemek gerekir.

SEVK VE NAKİLLER AYRI BİR CEZALANDIRMA YÖNTEMİ 

Cezaevlerinde sivil toplumdan veya siyasi partilerden gelen kadınlar arasında bir ayrım gözlüyor musunuz, siyasetçiye daha çok veya aktiviste daha çok saldırgan tutum ve hak ihlali ya da işkence var diyebileceğiniz durumlar yaşanıyor mu?

Kadınların mücadelesinde, aktivistlerin özelinde yaşadıkları saldırgan tutum, hak ihlali ya da işkence var diyebileceğimiz durumlar görülebilmektedir. Fakat asıl olarak kadın mücadelesinde yer alan tüm kadınların ayrımcı bir tehdit altında olduklarını söylemek isterim. Kürt Kadın Mücadelesinde olan ayrıca öncü rollere sahip kadınlar açısından bu saldırgan tutum oransal olarak evet artabilmektedir. 10 Mart- 20 Mart 2022 tarihlerinde yapılan operasyonlarda tutuklanan kadın mücadelesi aktivistleri, siyasetçiler, basın mensupları ve Nevroz sürecinde gözaltına alınan yurttaşlar üzerinden algı yaratılarak, Nevroz hazırlık süreci de engellenmeye çalışılmıştır. Hapishanelerde bitmeyen ve artık kangrenleşmiş problemler devam etmektedir. Tecrit politikaları tüm tutsaklar üzerinden ağırlaşıyor.

Kadın siyasetçiler dahil tüm mahpusların sevk ve nakilleri ardıl cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaktadır. Birçok mahpus, ailesinin ikâmetinden uzak, yargılaması devam eden mahkemeden uzak hapishanelere keyfi gerekçelerle sevk edilmektedir. Ayrıca Covid riskine rağmen birçok mahpus farklı yerlere sevk edilebiliyorken, ücreti karşılayacağını belirterek yaptığı ailesinin yanına nakil talebi ise pandemi gerekçesiyle ret edilmektedir. Bu durum da mahpusların hem kendileri hem aileleri hem de ziyaretçileri için ayrı bir ceza halini almaktadır. Özel ve aile hayatına saygı hakkını ihlal etmektedir. Ki, pandeminin başından itibaren hapishanelerde pandemi tedbirleri tecrit politikası ile şekillenmiştir.

Hasta mahpuslar için Anayasa dışında infaz yasası da düzenleme getirdiği halde, uygulanıyor mu?

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun.m.6/f: “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur” cümlesiyle yaşam ve sağlık hakkı tekrar koruma altına alınmıştır. Ancak Diyarbakır Kadın Hapishanesi’nden yapılan başvurular gösteriyor ki, burada da tüm genel problemler ile birlikte kadın mahpuslar hastane sevklerinde keyfi tutum ve zorlaştırmalarla karşı karşıya. Şöyle ki mahpuslar hastane sevklerinde, arama noktalarında personelin taciz boyutuna varan arama usullerine tabi tutulduklarını bildiriyorlar. Çift kelepçe dayatması, kelepçeli muayene, hastane dönüşü 14,10, 5 gün gibi cezaevinden cezaevine değişebilen karantina süreleri ve karantina odalarının temiz olmayışı, hastanın oda temizliğini deterjan bedelini de kendisi karşılayarak yapmak mecburiyeti gibi pek çok sorun var.

CEZAEVİ İDARELERİ ÖZERKLİK İLAN ETMİŞ GİBİ 

Yasaların sağladığı, hastalık koşullarındaki tutuklu ve hükümlünün infazında erteleme gerekliliği çoğunlukla uygulanmıyor. Sizin izlediğiniz cezaevlerinden hastaların durumuna ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Cezaevi idarelerinin tutumları kendi içinde mevzuattan uzak özerk alanlar oluşturarak, idare ve gözlem kurulları da kendilerine verilen yetki ile paralel yargılama süreci işleterek Türkiye yargı sistemini akıl almaz bir şekilde dışarıda bırakmıştır. Başvurularla tespit edebildiğimiz Diyarbakır Kadın Hapishanesinde 13 hasta mahpus bulunmaktadır. Bu kadın mahpuslardan durumları ağır olan Zekiye Tekin, Sevil Çetin, Semire Direkçi risk grubunda olmalarına rağmen infazları ertelenmiyor. Zor ve riskli şartlar altında tedavileri yapılıyor. Ayrıca ağır psikolojik hasta olan mahpus M.C.’nin yerinin hapishane koşulları olmaması gerektiği gibi akıl ve ruh sağlığı hastanesinde tedavi süreci de başlatılmıyor. Uygulama eksik kalıyor.  Başvuruculardan gelen bilgilerle M.C ile görüşülmüş ancak hiçbir şekilde konuşabilir bir durumda olmadığından sadece görüş esnasında yapılan gözlemler ve idare ile yapılan görüşmelerle rapor hazırlanabilmiştir.

Semire Direkçi ise 20 yaşında tutuklanan ve 25 yıldır hapishane koşullarında yaşamış hasta mahpuslardan birisi. Tüm hastalıkları, insan sağlığını yaşamsal riskler seviyesinde etkileyen hapishane koşullarında ortaya çıkmıştır. 25 yıl içinde 8 defa ameliyat olmuştur. Son iki yıl içinde 3 defa bağırsak tıkanması, düğümlenmesi yaşamıştır. Uzunca bir süre bağırsakları dışarıda bir şekilde hapishanede yaşamına devam etmiştir. Yüksek tansiyon, kalp ritim bozukluğu, migren, guatr, ürtiker kurdeşen, alerji gibi kronik hastalıkları var. Sağ ve sol yumurtalığında kist mevcuttur. Boyun fıtığı teşhisi konulmuş. 28 günde iğne vurulması gerektiği belirtilmiş doktorlar tarafından. Hasta mahpus tedavi süreçleri eksik yürütüldüğünden dolayı sağ gözünü yüzde 95 kaybetmiştir. Semire’nin katı yemek yemesi yasak, sıvı alımına dikkat etmesine rağmen bağırsak tıkanmasını yine yaşıyor. Hapishane idaresinin verdiği yemekler hastalığından ötürü yiyebileceği besinler değil. Yemek menülerinde gelen çorbalar hazır çorbalar ve onlar da sağlıklı değil. Ispanak, semizotu, çorba türleri tüketebileceği besinler arasında ancak sağlıklı bir beslenme sürecinde değil maalesef. Kuru gıda olarak verilen besinleri eritip yiyebileceği, sıvı olarak hazırlayabileceği şartlar da mevcut değil. Hastanede mahkûm koğuşu olarak belirtilen gözlem odaları tüm hastalar arasında ayrımcılığa sebebiyet veren koşullarda olduğundan dolayı uzun süreli yatılı olarak tedavisi yapılamıyor. Düşünün ki mahpuslar hapishane koşullarında tedavi sürecini, mahkûm koğuşundaki tedavi sürecine tercih edebiliyor. Semire’nin günde 3 saat yürümesi gerekiyor. Bunun için de yaşam alanının geniş olması gerekiyor. Daha geniş bir odaya alınması için oda değişimi için bu sebeple başvurmuş ancak idare gözlem kurulu kararı ile sağlık durumu değerlendirilmeden reddedilmiştir.

Türkiye cezaevi sayısı, tutuklu ve hükümlü sayısıyla dünya listelerini zorlayan bir ülke haline geldiğinde kaçınılmaz olarak sorunların da büyüdüğü, yönetimde yasalara uygunluk gibi, iktidarın da tutuklu ve hükümlülerin yasal haklarını görmezden geldiği anlaşılıyor. Saf kötülük olan işkenceye bile gelemediğim halde bu ikinci yazıda da başlarken niyet ettiğim Aysel Tuğluk’un sağlık sorunları, Gültan Kışanak’a yaşatılanlarla birlikte onun kadınlardan beklentisi ve yazık ki çok tecrübeli bir mahpus olarak cezaevi yönetimi üzerine tavsiyelerini yazmaya henüz başlayamadım. Başladım bir kere devam edeceğim, el mahkûm.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.