Kadın haklarında hasar tespiti 4: Kamuyu kim yönetiyor?

Eğer Cumhuriyet’in demokratikleşmesini istiyorsak kamuda erkek egemenliğini değiştirecek adımların neler olacağını saptamak acilen gerekiyor.

Google Haberlere Abone ol

Serpil Sancar*

Kadın haklarını koruma açısından en temel sorumuz şudur: Cumhuriyet’in birinci yüzyılı geride kalırken kadınların, toplumsal yaşamın temel kararlarına eşit katılımı neden gerçekleşmedi? Sadece toplumsal yaşamın farklı alanlarında değil, özellikle de, siyasal karar süreçlerinde cinsiyet eşitsizliği Cumhuriyet’in 100. yılına yaklaşıldığında hâlâ önlenemedi; dahası konu hâlâ parlamento ve siyasal partiler düzeyinde ciddi olarak tartışılmış değil. Hiçbir ana-akım siyasal partinin bu konunun önemli boyutlarını sorgulayan bir araştırma raporu, politika önerileri metni benzeri tür bir çalışma yaptığına dair elimizde bir bilgi veya rapor yok. Oysaki kadınlar toplumsal yaşamın önemli alanlarına ve siyasal kurumların karar konumlarına eşit katılamadığı sürece hem kadın hakları ihlallerinin önlenemeyeceği hem de gelişmiş bir demokrasinin mümkün olmadığı bugüne kadar genel bir kabul görmüş olmalıydı.

Kadın hakları ihlallerinin önlenebilmesi için önce karar verici aktörlerin, yani politikacı ve bürokratların yetiştiği, sosyalleştiği kurumlarda kadınların en az yüzde 40 oranında olması ve bu sayede cinsiyet eşitliğinin ne anlama geldiğini deneyimlemeye yönelik kurumsal mekanizma ve politikaların geliştirilebilir olması gerekiyor. Oysa ana-akım partilerin hiçbirinde ve siyasal temsil meclislerinde, bir önceki yazıda bahsettiğim gibi, cinsiyet eşitliği politikalarını geliştirmek ve uygulamak için hiçbir birim, merkez, kurumsal araç geliştirilmiş değil. Partilerin ve parlamentonun gündeminde kadın hakları ihlalleriyle ilgili sorunlara gündelik sözler üretilerek durum idare ediliyor. Ama nereye kadar? İstanbul Sözleşmesi'nin iptali sonrası geldiğimiz noktada, bu konuda siyasi ağırlığını koyan arka plan güçlerin niteliğine baktığımızda, kadın hakları karşıtlığının artık nasıl bir siyasal rejim ve laiklik sorunu ile iç içe geçmiş olduğunu görüyoruz. Artık işler bu noktaya geldikten sonra muhalif siyasal aktörlerin bu düzeyde bir “cinsiyet körlüğü” ile devam etmesi olanaksız.

Aslında burada sorulması gereken bir başka soru da şu: Toplumun yönetimi ile ilgili kararların her düzeyinde kadınların sayısının yarıya yakın olmasının neyi, nasıl değiştirebileceğine dair mevcut siyasi aktörlerin ve özellikle de parti yöneticilerinin kafalarında ne kadar olumlu bir imaj var? Galiba böyle bir eşitliğin nasıl gelişmiş bir toplum biçimi oluşturacağına dair çoğunun somut bir fikri de yok. Öyleyse cinsiyet eşitliğine dair açık ve somut bir iradesi, örgütlenmesi, eylem planı ve kadrosu olmayan politikacıların ve partilerin, iktidara gelir gelmez en çetrefilli kadın hakları ihlallerini çözeceğine nasıl inanacağız? Hangi partinin kadın cinayetlerini önlemek ve kadın haklarını ihlallerini durdurmak için şimdiye kadar (siyasi seçim vaatleri dışında) nasıl bir eylem planı hazırlayıp uyguladığını gördük? Bu tür bir açılımı sağlayacak sayıda ve nitelikte kadını kendi partisine devşirmek için hangi parti nasıl bir yol haritası izledi?(1) Bilmiyoruz, görmedik.

CUMHURİYET’İN YÜZYILLIK EKSİĞİ: SİYASETTE VE DEVLET YÖNETİMİNDE CİNSİYET EŞİTLİĞİ

Türkiye’de kadın hakları, bazı konularda, çok önceden önemli gelişimler göstermiş olmasına rağmen kadınların eşit karar hakları, yani seçme ve seçilme hakkı, kamu yönetimine eşit katılma ve kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı yakın zamanlara kadar ciddi düzeyde ele alınmamış ve bu nedenle var olmaya devam etmiş bir sorun. Kadınların siyasal haklarıyla ilgili Cumhuriyet döneminin irade eksikliği Cumhuriyet’in kurucu belgesi olan 1924 Anayasası’na yansımıştır. 1924 Anayasası kadınların eşit vatandaş olarak erkekler gibi parti kurabilme, partilere üye olabilme ve her düzey seçimde seçme ve seçilme hakkını tanımamış, hatta ısrarlı taleplere rağmen reddetmiştir.

Öyleyse Cumhuriyet’in “kadın hakları devrimi” derken ne anlaşılması gerektiğini gerçekçi olarak tanımlamak, eksiği ve başarılarıyla yorumlamak gerekir. Cumhuriyet’in kadın devriminin temel yapısı Cumhuriyet’in yeni inşa ettiği modern okullarda kız çocuklarına da eğitim olanağı ve yanı sıra 1926 yılında kabul edilen Medeni Yasa ile evlilik, boşanma, velayet ve miras konularında tanınan yeni ve laik aile hukuku haklarıdır. Bu haklar ile hayata geçirilecek toplumsal dönüşümler içinde kadınların siyasal yaşama ve devlet yönetimine eşit katılması yoktur. Ama kadınların yeni Türkiye toplumunu modern aileler kurarak yeni modern kuşaklar yetiştirmeleri beklentisi vardır(2). Cumhuriyet’in medeni haklar odaklı kadın reformları aile hukukunun laikleştirilmesine ve modern Türk annelerinin eğitimine yoğunlaşmıştı ve bu dönüşümler dini kurallarının boyunduruğundan kurtulmak için kadınlara mücadele cesareti verdi ve laik insan hakları anlayışının uygulanmasına kapı araladı. Bugün de siyasal İslamcı çevrelerin saldırısı altında geri döndürülmek istenen temel toplumsal dönüşüm budur.

1934 yılında yasal olarak kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı, kadınların siyasal alandan dışlanmışlığı nedeniyle, kadınlar tarafından, somut, kurumsal, gündelik yaşamı dönüştürücü bir hakka dönüştürülemedi. Ve ondan sonra, Cumhuriyet tarihi boyunca arka arkaya gelen dönemlerin hiçbirinde, ne yazık ki, bu konuda hemen hiç gelişme olmadı ve önemli bir toplumsal dönüşüm fırsatları kaçırıldı. Bunun nedeni şimdiye kadar devleti yönetmiş olan merkez sol ve sağ partilerin politikacıların kendini modern sayan kibirli patriarkal bakış açılarının eskitilememiş olmasıdır. Oysaki Birleşmiş Milletler’in Kadınların Siyasal Haklarına İlişkin Sözleşmesi’ni Türkiye 1954 yılında imzalamıştı. Ama birçok başka sözleşme gibi, bu sözleşme de sadece Türkiye’nin uygar Batı dünyasının bir üyesi olma arzusunun simgesel bir göstergesi olmaktan öte gerçekliği olamadı.

Türkiye’de kadınların siyasal haklarının tanıması, 1920’lerde yeni rejim kurulurken değil, 1934 yılında, dünyada, Nazizm’in ve Türkiye’de tek parti rejiminin yükseliş döneminde gerçekleşmiş olması, önemli etkileri olmuş bir olumsuz tarihsel mirastır. 1930’lu yıllarda Avrupa’da ve dünyada yükselişe geçen Nazizm’e karşı ortak bir “özgür dünya” hattı oluşturma çabası vardı ve modern kadın haklarını benimsemiş bir ülke olmak da bu safta yer almanın bir koşuluydu., Türkiye yöneticilerinin bu siyasi tercihi kadın haklarını ve cinsiyet eşitliğini hayata geçirme iradesinden çok, uluslararası siyasal arenada Türkiye’nin Batı dünyası ile birlikte konumlandırma arzusu olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu konudaki siyasi irade eksikliği, arada kısa istisna dönemleri dışında, günümüze kadar, çok da değişmeden devam etti(3). Bu nedenle bugün “Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi”nden bahsedilecekse, bunun önemli bir bileşeni de, kadınlara eşit kamusal katılım ve karar hakkının sağlanmasıdır.

TÜRKİYE’DE KADINLAR İÇİN SİYASETTE EŞİT TEMSİL VE KARAR HAKKI, KAMU YÖNETİMİNE EŞİT KATILIM NE DURUMDA?

Toplumu ilgilendiren önemli kararların alındığı yerlerin önemli bir kısmı devlet ve kamu hizmeti yürüten diğer kurumlardır. Türkiye tarihinde devlet yönetiminde kadınların da eşit yer alması gerektiği düşüncesi hiç karşılık bulmamış görünüyor. Devlet adına egemenlik hakkı kullanılarak yürütülen savunma, güvenlik ve yargı hizmetlerine ilişkin önemli görevler hâlâ “erkek işi” olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de yakın zamanlara kadar kadınlardan vali, savcı, polis, asker olduğunu çok görmüyorduk. Hâlâ da vali, general kadın göremiyoruz. Oysaki artık dünyada artık çok sayıda kadın savunma bakanı var. Son örneği Almanya’da seçilen son kabinede ortaya çıktı; savunma, içişleri ve dışişleri bakanları kadın oldu. Üstelik son dönemde üst üste göreve seçilen üç bakan da kadın(4). Türkiye’de mevcut duruma baktığımızda mülki amirlerin yüzde 4’ü, emniyet müdürlerinin yüzde 5’i, savcıların yüzde 14’ü, emniyet müdürlerinin yüzde 6’sı, emniyet amirlerinin yüzde 9’u, komiserlerin yüzde 15, polis memurlarının yüzde 8’i, çarşı ve mahalle bekçilerinin yüzde 0,2’si, Jandarmaların yüzde 5’, TSK’da görev yapan subayların yüzde 4’ü, astsubayların yüzde 0,1’inin kadın olduğunu görüyoruz(5).

Dünyada bakanlar kurulundaki kadın bakan oranı yüzde 22’ye yükselmişken (6) Türkiye’de hâlâ her kabinede sadece aileden sorumlu kadın bakan oluyor. Diğer bakanlıklarda istisnai durumlar dışında kadınlar olmadı. Bakanlıklarda görev yapan Bakan Yardımcılarının oranı ise yüzde 9’u geçemedi.

Oysaki Türkiye’de kamu kurumlarında çalışanların yüzde 40’ının kadın olmasına rağmen kamu kurumları yöneticilerinin ise sadece yüzde 11’i kadındır.

Bu durumun nedeni elbette devlet kurumlarını yönetecek nitelikte kadın bulunmamasından kaynaklanmıyor. Çünkü Türkiye’de kariyer meslekler ve uzmanlık alanları, eğitime ve liyakata dayandığı için, kadınların başarı alanıdır. Çoğu zaman da bu alandaki konumlara objektif sınavlar sonucu gelinir. Üniversitelerde kadın öğretim görevlileri oranı yüzde 50’dir, ama kadın rektör oranı yüzde 8.5; kadın dekan oranı yüzde 19’dur. Mimarların yüzde 46’sı, toplam mühendis ve mimarın yüzde 23’ü kadındır ama TMMOB yönetiminde hemen hiç kadın yoktur. Barolara kayıtlı avukatların yüzde 46’sı kadındır ama yeni seçim yapılan Türkiye Barolar Birliği yönetiminde 10 yönetim kurulu üyesinin ancak iki tanesi kadın olabildi(7). Bankacıların yüzde 51’i kadındır ama BDDK’da kadın yoktur. Kamu yönetiminin üst düzey kararlarının alındığı RTÜK, Sermaye Piyasası Kurulu ve Cumhurbaşkanlığı Ofisleri gibi üst düzey kurullarda ise neredeyse hiç kadın yoktur. Burada görülen gerçek, Türkiye’de uzman mesleklerde kadınlar neredeyse yarıya yakın bir oranda olmakla birlikte kendi çalıştıkları alanların yönetimlerinde yer alamıyorlar. Demek ki devletin ve genel anlamda kamu hizmetlerinin yönetiminde cinsiyet eşitsizliğine yol açan ciddi nedenler var.

Yani kısacası olmuyor; demokrasi diyenler, demeyenler konu cinsiyet eşitliğine gelince birbirine benziyor; aynılaşıyor. Eğer Cumhuriyet’in demokratikleşmesini istiyorsak kamuda erkek egemenliğini değiştirecek adımların neler olacağını saptamak acilen gerekiyor. Bunun için önerebileceğimiz şey önce bu sorunları çözerim diyen aktörlerin bir araya gelerek bir toplumsal cinsiyet eşitliği için ortak siyaset belgesi hazırlanması, sonra da buna dayanarak geniş kapsamlı bir eşitlik eylem planı ile bir yol haritası çizmektir. Tam da bu noktada CHP’nin önerdiği 6 çözümden biri olan kamu yönetiminde yüzde 35 kotanın konuşulması da uygun olabilir.

*Prof. Dr.

1- Bu değerlendirmeden HDP’yi ayrı tutmak gerekir elbette. Kurumsal yapısı içinde, mevzuatında ve uygulamasında kadınlara ve kadın sorunlarına en çok yer veren ama ülke siyasetinde etkin olamayan bir parti olarak HDP’yi ayrı değerlendirmek gerekiyor.
2- Bu konuda bkn: Serpil Sancar, 2012, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar aile Kurar, https://iletisim.com.tr/kitap/turk-modernlesmesinin-cinsiyeti/8643 
3- Yaprak Zihnioğlu’nun 2003 tarihli “Kadınsız İnkilap” kitabı bu konularda çık sayıda belgeyi açığa çıkartan bir çalışmadır. https://www.metiskitap.com/Catalog/Book/4542 
4- http://esitlikadaletkadin.org/8-kadin-ve-8-erkek-bakan-alman-kabinesinde-esit-temsil-saglandi/ 
5- Veriler için bkn: Serpil Sancar, 2020, Siyasal Kararlara Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması 2018-2020 Güncellemesi, http://dspace.ceid.org.tr/xmlui/handle/1/1251 
6- IPU(Inter Parliamentary Union), 2021, Women in Politics, https://www.ipu.org/our-impact/gender-equality/women-in-parliament/ipu-knowledge-hub-women-in-politics