YAZARLAR

Josh Cavallo ve futbolda ayrımcılık sorunu

Hiç kimse mükemmel bir siyahi teknik direktörü sırf ten renginden dolayı reddetmiyor; ama gereken mükemmelleşme süreci boyunca karşılaştığı engeller, onun söz konusu düzeye çıkmasını neredeyse imkânsızlaştırıyor…

Bu hafta futbol dünyasında ender görülen bir olay yaşandı. Avustralya’nın en üst liginde mücadele eden Adelaide United takımının 21 yaşındaki oyuncusu Joshua John Cavallo, kulübün resmi Twitter hesabından yayınlanan videoyla eşcinsel olduğunu açıkladı. Benzer bir örnek en son 1990 yılında görülmüş, İngiliz Justin Fashanu cinsel kimliğini kamuoyuna duyurmuştu. Cavallo şu anda dünyada herhangi bir ülkenin en üst liginde oynayıp eşcinsel olduğunu açıklayan tek futbolcu. Ama aslında yalnız olmadığını herkes biliyor…

ZAMANIN RUHU VE Z KUŞAĞININ BİLDİKLERİ

Cavallo’nun bu açıklamayı şimdi yapması tesadüf değil. 1990’ların ortasından sonra doğanlar için kullanılan Z kuşağı tabiri, alışkın olmadığımız davranışlara sahip yeni nesle karşılık geliyor. Bu kuşağa mensup sporcular kendilerini ifade etmekte sağlam bir irade gösteriyorlar. Birçok konuda bolca eleştirilen internet ve sosyal medya, gerek bütün dünyadaki ortalama bilinç düzeyini yükseltmesiyle gerekse “kamuya mal olmuş” kişilere sağladığı doğrudan ve dolaysız iletişim imkânıyla, bu eğilime önemli bir katkı yapıyor. Örneğin Fashanu’nun eşcinsel olduğunu duyurduğu 1990 yılında, futbol dünyasından ve toplumun geri kalanından, özellikle de eşcinsel olmayanlardan böyle net ve hızlı bir destek görmesi mümkün değildi. Belki öyle olsa, hayatını daha doğru yönetebilecek ve henüz 37 yaşındayken intihar etmeyecekti. Cavallo ise dakikalar içinde Gerard Piqué’den Gary Lineker’a kadar çok saygıda ünlü kişinin ve büyük kulübün desteğini aldı.

Ama sosyal medya kadar, Cavallo’nun kendisiyle yaşıt sayılabilecek atletlerden benzer kişisel ve politik beyanlar duymuş olması da bir etken. Jimnastikçi Simone Biles Tokyo Olimpiyatları'ndan önce kendisini iyi hissetmediğini söyleyerek birçok müsabakadan kendi iradesiyle çekilmese, birçok Amerikalı kadın jimnastikçi cinsel tacize uğradığını duyurmasa, tenisçi Naomi Osaka psikolojik sorunlarını içtenlikle paylaşmasa ya da Manchester United forveti Marcus Rasfhord pandemi döneminde yoksul çocuklar için ücretsiz öğle yemeği kampanyasına öncülük etmese, Premier Lig’de her maçtan önce ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı diz çökülmese, Cavallo’nun salı günkü açıklamayı yapması mümkün olmayabilirdi.

KİMLİK SİYASETİ VE CAM TAVANLAR

Cinsel yönelim bireyin kimliğini oluşturan unsurlardan biri; bu yüzden Cavallo olayının siyasi bir yanı var. Günümüz sporcuları –ve sanırım genel olarak gençleri– politikaya geçmiştekinden farklı yaklaşıyor. İdeolojilerin ağırlığı giderek azalıyor. Sosyalizm, liberalizm, nasyonalizm gibi “-izm”lerle bağ kurmuyor gibiler. Politik çıkışlar genellikle temel hak ve özgürlükler kapsamında gerçekleşiyor. Bu gençleri belli bir ideolojiye bağlanmak için gereken entelektüel altyapıdan yoksun olmakla ve kabul görme ihtimali daha yüksek genel doğrulara yanaşmakla eleştirmek ya da her ideolojinin bir bataklık olduğunu fark edip yaşlarından beklenmeyecek bir bilinç düzeyine vardıkları için övmek size kalmış. Her halükârda, şu anki yaklaşım daha ziyade kimlik siyaseti kapsamına giriyor.

1970’lerde ABD’de ortaya çıkan “kimlik siyaseti” kavramı, kabaca kimliğinizi oluşturan –milliyet, dil, din, ırk, cinsiyet gibi– unsurlar üzerinden bir politik söylem geliştirmek veya böyle bir söylemin içine yerleşmek olarak açıklanabilir. Hem sağda hem de solda kimlik siyaseti yapanlara rastlamak mümkün. Şu anda spor dünyasındaki kullanımı ise genellikle dezavantajlı durumda görülen grupları veya etnik, ırksal ya da cinsel azınlıkları korumak için temel hak ve özgürlüklere vurgu yapma biçiminde. Bazılarına göre kimliği bu kadar ön plana çıkarmak, sınıf, emek vs. gibi “gerçek” politik kavramları boğuyor ve politik düşüncenin belli bir eşiği aşamamasına yol açıyor. Hatta bazen tatsız bir politik doğruculuk ısrarıyla “haklılık hastalığını” da besleyebiliyor. Ama gerçek dünyadaki baskılar, bazı kimliklerin savunulmasını mecbur kılıyor.

Örneğin yeşil sahalarda siyahi futbolcular üst düzey takımlarda bolca forma bulurken, aynı takımların yedek kulübesinde siyahi hoca görme ihtimaliniz çok az. “Cam tavan” denen görünmez bariyerler dezavantajlı grupların yükselişini önlüyor. Amerikan futbolunun en üst ligi NFL, 2003 senesinde yürürlüğe koyduğu “Rooney Kuralı” uyarınca, tüm kulüplerin baş antrenör veya menajer seçmeden önce en az bir adet siyahi, Asyalı veya diğer etnik azınlıklardan adayla görüşmesini şart koşmuştu. İki sene önce İngiltere futbolunun alt liglerinde de benzer bir uygulama yürürlüğe girdi; ancak beklenen pratik sonuçlara ulaşılamadı. Seviye yükseldikçe siyahiler daha da seyrekleşiyor. Mesela şu anda Premier Lig’de Nuno Espirito Santo ve Patrick Vieira dışında siyahi teknik direktör yok.

VERİLİ DOĞRULAR VE YANLIŞLAR

Kimlik siyasetini bir insanın kimliği sebebiyle üstün olduğu değil, aşağı olmadığı şeklinde anlamak gerekiyor. Siyahiler siyah olduğu için beyazlardan üstün de aşağı da değiller. Gelgelelim gerçek hayatta işler pek de böyle yürümüyor. Hiç kimse mükemmel bir siyahi teknik direktörü sırf ten renginden dolayı reddetmiyor; ama siyahi bir hocanın mükemmelleşme süreci boyunca karşılaştığı engeller, onun söz konusu düzeye çıkmasını neredeyse imkânsızlaştırıyor. Ya da Euro 2020 finalinde İngiltere Milli Takımı’nda penaltı kaçıran oyuncuların hepsinin siyahi olması bir anda sahte bir gündem yaratabiliyor.

Ayrımcılıkla ilgili sorunların temelinde biraz da bu var. Birisinin eşcinsel, siyahi veya Yahudi olması sizi ilgilendirmeyebilir, hatta ilgilendirmemeli. Fakat bunu söyleyebilmek için, o güne kadar ayrımcı söylemi beslememiş veya yeniden üretmemiş olmak, ya da bu sorunların ortadan kalktığı bir toplumda yaşamak gerekiyor. Josh Cavallo gibi bir haber görünce, “O eşcinselse ben de değilim, ne var bunda?” diye kestirme bir karşılık vermek cazip görünüyor. Ama birinin çıkıp cinsel kimliğini açıklaması, tam da o kişinin hayatı boyunca kendi kendine “ne var bunda?” diyememesinden kaynaklanıyor. Başka bir deyişle, 21 yaşındaki bir genç kendi kendine, “Futbolcuyum ve eşcinselim, ne var bunda?” diyebilseydi, biz de bu açıklamaları duymayacaktık ve “canımız sıkılmayacaktı”. Ama diyemiyor, çünkü o yaşa kadar görüp yaşadığı çok şey var.

ERKEK İŞİ

Homofobi, yani eşcinsellere veya eşcinselliğe dönük nefret, önyargı, korku veya ayrımcılık, hayatın her alanında yaygın olarak rastladığımız bir tutum. Eşcinsellik her zaman nişan alabileceğiniz, hatta nişan almadan bile tutturabileceğiniz kolay bir hedef. (Taylan Antalyalı’nın üzerindeki Pride tişörtü yüzünden oyuncuyu aforoz etmeye kalkışan ve resmi düzeyde görünür tepkiyle karşılaşmayan, hatta görünmez destekle karşılaştığından emin olduğumuz kişileri hatırlayın.) Homofobinin aşağı yukarı ne olduğunu hepimiz biliyor, ama bildiğimizi ve bu davranışı sergilediğimizi kabul etmemekte ısrar ediyoruz.

İnkâr dilden başlıyor. Örneğin TDK sözlüğünde –benzer kök ve yapıdaki– “klostrofobi”, “ksenofobi” gibi sözcükler varken “homofobi” sözcüğü yok. Hâlbuki özellikle futbolda bizzat “top” kelimesinden, “ibne hakem” tezahüratına kadar son derece zengin bir homofobik lügat mevcut. Erkek oyunu futbol, cinsel ayrımcılık söz konusu olunca hayli sabıkalı. Tribünlerin en rahat başvurduğu hakaretler genellikle “erkeklerin erkekliğini” aşağılamak, onları “karı” veya “eşcinsel” olarak adlandırmak üzerine kurulu. Kulağında bu sözlerle büyüyen bir insanın cinsel kimliğini açıklamakta zorlanması, kendini yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissetmesi, hatta suçluluk duygusuna kapılması son derece anlaşılır bir durum. Ama böyle olmamalı.

Cavallo olayı Türkiye ve dünyada birçok haber sitesinin Twitter hesabından yayınlandı. Haberin altındaki yorumlar sorunun ne kadar büyük ve Josh Cavallo’nun tereddüt etmekte ne kadar haklı olduğunu kanıtlıyor. Örneğin Türkiye’deki yorumlarda oyuncuyu “sapık”, “iyi bir şeymiş gibi bir de açıklıyor”; siteleri “siz de bunları haber yapıyorsunuz” şeklinde suçlayan ifadelerin yanı sıra, içinde “top”, “ibne”, “arka” gibi sözcüklerin geçtiği, soyunma odasındaki “gülünçlü ihtimalleri” ima eden başarısız şakalar yer alıyor. İşin inanç tarafına vurgu yapıp dinen caiz olmadığını söyleyenler ise bu görüşü çoğu zaman o kadar saldırgan bir tutumla dile getiriyorlar ki, samimi bir kaygıyla değil siyasi aidiyetlerle motive oldukları çok uzaktan bile fark edilebiliyor. Çünkü aynı tonda benzer çıkışları yapan kişiler, kadına yönelik şiddet ve taciz gibi olaylarda sessiz kalmayı tercih ediyor. Kaldı ki her şeye rağmen burası hâlâ bir şeriat ülkesi değil ve hukuka göre yönetiliyor. Yani hukuken suç olmayan bir şey, sırf sizin hoşunuza gitmediği için suç niteliği kazanmıyor.

Olumsuz tepkilerde sık yinelenen bir motif de “sapıklığın” özendirilmesi ve yayılması. Ancak gerek bundan önceki futbol dışı örneklerde gerekse Josh Cavallo’nun videosunda, eşcinsellik özenilecek bir şeymiş gibi göstermiyor. Daha ziyade, bir insanın üzerindeki büyük yükten kurtulmak adına sergilediği cesaret göze çarpıyor. Cavallo, “Kendimle gurur duyuyorum” derken herkesi eşcinsel yapmaya –bu ne demekse– çalışmıyor. Zaten eşcinsellik bir yönelim ve çalışarak eşcinsel olunmuyor. Futbol oynayan bir genç, kendisi olmaktan ve bunu ifade etmekten gurur duyduğunu söylüyor; hepsi o kadar.

TEMİZ OYUN

Devir değişiyor. 30 yıl önce mizah dünyası homofobik şakalarla doluydu. Hemen hepimiz –üstelik çok büyük isimlerin yazdığı ve oynadığı– bu skeçlere güldük. Ama o gün o şakaları yapanlar da dinleyenler de artık bunların doğru olmadığını öğrendi; öğrenmediyse de öğrenmesi gerekiyor. Dünya birçok açıdan iyiye gitmiyor olabilir, ama kimliklere yönelik hassasiyet konusunda ciddi mesafe kaydettiğimiz açık. Birine sırf sizden farklı olduğu için nefret beslemek gibi tavırlar miadını dolduralı çok oluyor.

Futbol çok güzel ve çok büyük bir oyun, çünkü içinde herkese yer var. Başkalarına yönelik suç veya haksızlık teşkil eden bir davranış göstermeyen birinin kendisi gibi yaşayamaması ve oyunun dışında kalması, her şeyden önce evrensel insan haklarına aykırı bir durum. Çoğunluktan olmanın zırhını kuşanmadan evvel bu gerçeği hatırlamamız gerekiyor. Futbolu temizlemek gibi bir derdimiz varsa, kimseye zararı olmayan ve sadece eşit muamele görmek isteyen siyahiler, kadınlar veya eşcinseller değil, kara para aklayan, oyuncuları taciz eden, insanlık suçu işleyen ve ayrımcılık yapanlar saha dışına atılmalı…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.