İzmir'de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu: 'Yardımlaşmaya değil dayanışmaya inanıyoruz'
Halkların Köprüsü Derneği tarafından düzenlenen Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu sona erdi.
İZMİR - Halkların Köprüsü Derneği, İzmir’de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu düzenledi.
Alsancak’ta bulunan Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sempozyumda açılış konuşmasını yapan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Nuray Pehlivan, 10 yıldır Suriyeliler dışında Iraklılar, Afganlar ve pek çok başka ülkeden yaklaşık 5 milyon, kimilerine göre ise 10 milyon göçmen ve mülteci ile birlikte yaşadığımızı hatırlattı.
"Çok iyi biliyoruz ki artık geri dönme olasılıkları yok, artık 'misafir' değiller" diyen Pehlivan, Türkiye'ye gelişleri üzerinden bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ yasal entegrasyon sürecinin başlamamış olmasının toplumdaki kutuplaştırmayı da arttırmış durumda olduğunu söyledi.
'KAMUSAL DOSTLUK YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM OLMASINI DİLİYORUZ'
Göçmen ve mülteci sayısının giderek artmasıyla birlikte, onlara yönelik algı ve tutumların da giderek olumsuz bir hal almaya başladığını söyleyen Pehlivan, "Başta devletin olmak üzere bütün toplumun mültecilerle birlikte yaşamı yeniden inşa etmek için harekete geçmesi lazım. Bu bağlamda her fikre ve açık tartışma ortamlarına ihtiyacımız var. İşte Halkların Köprüsü Derneği olarak günümüzde giderek artan göçmen düşmanlığına karşı farkındalık yaratmak ve çözüm yolları üretmek amacıyla düzenlediğimiz bu sempozyumda da amacımız dayanışmanın önemine vurgu yapmak, onların maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık gibi sorunlara dikkat çekmek. Hepinizi tekrar selamlıyor bu sempozyumun da derneğimizin kurulduğu ilk yıllardan bu yana inşa etmeye çalıştığımız kamusal dostluk yolunda önemli bir adım olmasını diliyoruz" ifadelerini kullandı.
'YARDIMLAŞMAYA DEĞİL DAYANIŞMAYA İNANIYORUZ'
Sempozyum, oturum başkanlığını Cem Terzi’nin yaptığı Rıza Türmen’in "Uluslararası hukuk bağlamında Türkiye’nin göçmen ve mülteci politikası" sunumuyla başladı.
Açılış oturumunda çerçeve sunum yapan Terzi, Halkların Köprüsü Derneği’nin bir mülteci derneği olmadığını halklar arasında kamusal bir dostluk yaratmak için yola çıktıklarını söyledi. Yüzbinlerce mülteci ile temas ettiklerini belirten Terzi, ağırlıkla acil sağlık sorunlarını gidermek için çalıştıklarını dile getirdi.
Derneği hiçbir devlet, kurum ve kuruluşlardan yardım kabul etmediğini, fon kullanmadığını ifade eden Terzi, üye ve gönüllülerin aidat ve bağışları ile çalışma yürüttüklerini aktardı. Derneğin faaliyetlerine değinen Terzi, "Biz yardımlaşmaya değil dayanışmaya inanıyoruz" dedi.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 126 milyon mülteci olduğunu söyleyen Terzi, Suriyeliler ile başlayan göç dalgasının Afganlarla devam ettiğini hatırlattı.
Mültecilerin ucuz iş gücü olarak günde 15 saat kayıtsız olarak çalıştırıldığını ifade eden Terzi, "Bu mesele ‘sizi göndeririz’ diye halledilecek bir mesele değil. Biz bu meseleye küresel çapta bakmazsak, bunun altında yatan nedenin bitmeyen savaşlar olduğunu, çok uluslu şirketlerle bu ülkeleri sömürdüklerini, göçmenliği ucuz işçi olarak kullandıklarını anlamazsak ve buna yönelik sınıfsal anti emperyalist, anti militarist bir başkaldırı gerçekleştirmezsek Türkiye tabi ki mülteci ülkesi olacak. AB ile yapılan geri gönderme anlaşması Türkiye’nin açık hava hapishanesi olarak kiralanması demektir. Buradaki göçmen emeğini Türkiye patronlarına sunarak onları ucuz emek olarak kullanmakta, hükümet bundan kazanç sağlamakta" diye konuştu.
'GÖÇÜN TEMELİNDE SÖMÜRGECİLİĞİN YATTIĞI UNUTULUYOR'
Rıza Türmen, mülteciler konusunda dünyada yaşanan durumu anlatarak, "Mültecileri öldürmek, yaşam haklarını ellerinden almak bir suç değildir. Denizde devrilen teknede boğulan onlarca mülteci kimsenin umurunda değildir. Buna göz yummak da suç değildir. Soruşturma konusu bile olmaz. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bunlar olup biterken bu göçün temelinde sömürgeciliğin yattığı unutuluyor. Sömürgecilik bu toplumların dokusunu bozmuştur. Bugün bu toplumlar geri kalmışsa ve göçe zorlanıyorlarsa bunda sömürgeciliğin payı vardır" dedi.
Batı ülkelerinin sınırları kapatma ve mültecilerin gelmesini önleyecek önlemler alma yolunda olduğunu ifade eden Türmen, Terzi’nin de belirttiği gibi sığınmacı ile göçmen arasındaki ayrımların yapay ayrımlar olduğunu dile getirdi.
Türkiye’de giderek yükselen bir göçmen karşıtlığı olduğunu kaydeden Türmen; işsizlik, enflasyon, ekonomik kriz yükseldikçe göçmen karşıtlığının yükseldiğini ifade etti.
Nüfusunun yüzde 80’inin göçmenlerin geri gönderilmesini istediğini söyleyen Türmen, çözüm önerilerine değinerek, "Beraber yaşamayı sağlayacak koşulları yaratmamız gerekir. Bu insanları göçe zorlayan uluslararası koşulları değiştirmek gerekir" dedi.
'BUGÜN GÖÇMENLERE REVA GÖRÜLEN YARIN BİZLERE, ÇOCUKLARIMIZA REVA GÖRÜLECEK'
Zeynep Altın başkanlığında gerçekleşen ikinci oturumda konuşan akademisyen Pınar Bedirhanoğlu, "kapitalizmin başından beri bir felaket olduğunu" söyleyerek kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde devletin gelişimini anlattı.
1980’lerden beri neoliberal dönüşümlerle devletin sermaye yanlısı olarak şekillendiği noktasında tartışmalar yapıldığını belirten Bedirhanoğlu, yakın zamanda Türkiye’de köklü ve sert değişimler yaşandığını ifade etti.
Bu değişimin AK Parti iktidarı üzerinden tartışıldığını dile getiren Bedirhanoğlu, "Bugün yaşadığımız şeyin kapitalizmin uzun dönemli cumhuriyetçi parantezinin kapanması olduğunu düşünüyorum. Kağıt üzerinde olanların ortadan kalkacağı çıplak gerçeklikle karşı karşıya kalacağımız gerçekliğidir. Göçmenlere bugün reva görülenin yarın bizlere, çocuklarımıza reva görülecek gerçeklik olduğunu bilerek mücadele etmek gerekiyor. Göçmenlerin yaşadığının yarın kendi yaşayacağımız hayat olduğunu düşünerek mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu.
'GÖÇMEN EMEĞİNİ VAHŞİ KAPİTALİZMİN İÇİNDE ETKİNLEŞTİRME POLİTİKALARI SÜRÜYOR'
Gazeteci Bahadır Özgür ise göçün çok farklı boyutları olan bir tartışma konusu olduğunun altını çizerek, "İş gücünün yeniden üretiminin mülksüzleştirme yoluyla gerçekleştirdiğini söylemiştik. Bu bir nüfus teorisini ortaya çıkarır. Artık nüfus diye bir şey vardır. Nüfus bir noktadan sonra artık kendini yeniden üretebilir bir noktaya erişiyor. Ondan daha fazla artmıyor. Yeni iş gücü devşirmek için mülteci aşısı yapmanız lazım" dedi ve şöyle devam etti:
"2010’lardan sonra kendi nüfus içerisinden bir artık nüfus yarattı. Nüfus içinden siyasal zorla bir iş gücü devşirme yoluna gitti. Bunun yetmediği yerde göçmen emeğini koydu. Göçmen emeğini Türkiye’nin vahşi kapitalizmi içinde etkinleştirme politikaları da sürüyor."
'İKLİM KRİZİNE BAĞLI ETMENLER MÜLTECİ SAYISININ ARTMASINDA ETKİLİ'
Çiler Çilingiroğlu, iklim adaletsizliğinin iklim krizi ile birleştiğinde göç durumunun ortaya çıktığını söyledi. İklim mültecisi olma durumuna ilişkin dünyadaki rakamları ve istatistikleri paylaşan Çilingiroğlu, endüstri devriminden sonra atmosferin ısınmasının ivme kazandığını dile getirdi.
Bunun fosil yakıtlar ve endüstriyel tarıma olan bağımlılık nedeniyle ortaya çıktığını belirten Çilingiroğlu, gelinen aşamada dünyanın olmaması gereken noktada ısındığını kaydetti.
BM’nin iklim krizini risk çarpanı olarak tanımladığına dikkat çeken Çilingiroğlu, "Dünyanın en yoksul ülkeleri emisyonların çok çok azını üretirken, krizi finanse etme durumları olmadığı için kayıpları en yüksek olanlardır" dedi.
İltica başvuruları ile iklim krizi arasında ilişki kurulup kurulamayacağına dair yapılan araştırmaya değinen Çilingiroğlu, "İklim ve iklim krizine bağlı etkenler, mülteci sayısının artmasında yeni bir girdi olarak karşımızdadır" şeklinde konuştu.
'İKLİM MÜLTECİSİ TANIMI EKSİKLİK OLARAK KARŞIMIZDA'
Dünyada "iklim mültecisi" tanımının olmadığını ifade eden Çilingiroğlu, "Uluslararası hukuk iklim mültecisi diye bir şey tanımlamamış. Bu büyük bir eksiklik olarak karşımızda. Dünyada milyonlarca insan iklim nedeniyle hareket halinde ama başka bir ülkeye göç ettiğinde mülteci olarak karşılanmıyor. ‘Ülkemde hayati tehlikem var’ demesi gerekiyor. İklim nedeniyle göç edildiğinde ise iklim mültecisi diye bir hak uluslararası mevzuatta tanımlanmamış" ifadelerini kullandı.
Kadın göçmenler ile ilgili duruma da değinen Çilingiroğlu, 135 milyona yakın kadın göçmenin hareket halinde olduğunu söyledi.
Kadın göçmenlerin ekstra dezavantajlı olduğunu ve birçok ihlale maruz kaldığını belirten Çilingiroğlu, "Erkeklere oranla cinsel saldırı, şiddet, taciz, tehdit, korkutma, insan kaçakçılığı, seks işçiliğine maruz kalma olasılıkları çok yüksek. Eşcinsel kadınların eşcinselliğini kanıtlanması gibi bir durum var. Bunun örnekleri de var. Kadın mülteciler üzerinde bunun da uygulandığını biliyoruz" diye konuştu.
SONUÇ BİLDİRGESİ: GÖÇMEN HAKLARI EVRENSEL OLARAK TANINMALIDIR
Kısa bir öğle arasından sonra ise oturum başkanlığını Ebru Tekin’in yaptığı Polat Alpman, Ayşe Hür ve Nilgün Toker’in sunumlarıyla "Göç Politikaları ve İnsan Hakları" oturumu, yine oturum başkanlığını Osman Çakar’ın yaptığı Levent Ayaşoglu, Ercüment Akdeniz, Melek Göregenli’nin sunumlarıyla "Göç, emek ev birlikte yaşam" oturumuyla sempozyum tamamlandı.
Oturumların ardından Emel Yuvayapan tarafından sempozyumun sonuç bildirgesi okundu.
Küresel kapitalizmin derinleşen eşitsizlikler, ekolojik yıkım, zorunlu göç ve otoriterleşme ile yeni bir felaket rejimi inşa ettiği belirtilen bildirgede, "bu rejimin, emeğin değersizleştirilmesi, doğanın metalaştırılması ve göçmen kitlelerin insanlıktan dışlanmasıyla sürdüğü" vurgulandı.
"Bu bildirge; insanlığın daha adil ve eşitlikçi bir düzen inşa etmesi için bir dayanışma çağrısıdır. Frontex’e karşı insanlığı savunur" denilen bildirgenin devamında, şu ifadelere yer verildi:
-Göçmen Hakları Evrensel Olarak Tanınmalıdır
Göçmenlerin çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimi garanti altına alınmalı, göçmen emeği sömürüsüne son verilmelidir.
-Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Ortaklaştırılmalıdır
Göçmenlere yönelik nefret söylemi, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına karşı toplumsal dayanışma mekanizmaları güçlendirilmelidir.
-Ekolojik Adalet ve Sosyal Adalet Birlikte Ele Alınmalıdır
İklim krizine karşı mücadelede, dezavantajlı grupların kırılganlıklarını azaltacak politikalar geliştirilmelidir. Aynı zamanda salt iklim nedeniyle göç eden kişilerin de mülteci statüsü alabilmeleri için mücadele edilmelidir. Uluslararası hukukun var olan göç hareketlerine bir yanıt veremediği açıktır. Tüm mülteci statüleri konusundaki eksiklerinin yeniden tanımlanması ve göç edenler arasındaki tüm yapay sınıflandırılmalar kaldırılmalıdır. Mültecilerin katıldıkları yaşam dünyasına bir yeni katılan olarak bağıntı kuracakları bir mülteci hukukuna ihtiyaç vardır.
-Emek Mücadelesi ve Göçmen Hakları Birleştirilmelidir
Kapitalizmin emek sömürüsüne dayalı düzenine karşı, göçmenlerin de dahil olduğu kapsayıcı bir emek mücadelesi inşa edilmeli, bu ülkedeki en büyük sorunun göçmen sorunu olduğu iddiası reddedilmelidir. Göç; göçü yaratan politikalar karşısında kaçınılmaz bir sonuçtur. Asıl sorunlar görünür kılınıp, sosyal adaletsizliğe, dış politikada izlenen hatalara, korkunç gelir eşitsizliğine, talan edilmiş doğaya, işçi cinayetlerine, kadın cinayetlerine, çocuk işçiliğine, hayvanlara yönelik katliamlara karşı ortak mücadele hattı kurulmalıdır. Irkçılık kapitalizme hizmet eder. Irkçılığın kendine en kolay alan bulduğu yer ise göçmen düşmanlığıdır. Irkçılıkla mücadele, göç politikaları üzerinden atlanarak yapılamaz. Irkçılıkla ve kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ile mücadelenin yolu göçmenlerle dayanışmak, taleplerin ortak olduğunu görmek ve göstermek ve sendikal mücadele başta olmak üzere birleşik örgütlenme sağlamaktır.
(HABER MERKEZİ)