İstiklal saldırısına soru değil, yanıt

Nedenleri ortadan kaldırmadan ve amaçlanan sonuca ulaşılamayacağına “ikna edilmeden” bu tür saldırılar engellenemez. “Nedeni yaratan”, 20 yıllık AKP iktidarının içerdeki ve dışardaki politikalarıdır.

Google Haberlere Abone ol

Ortalığın durulmasını beklemek nafile. Buradaki “durulma”; unutulma, normalleşme anlamında değil. Bütün bilgilerin ve ilişkilerin ortaya çıkması, nedenlerin ve sonuçların tüm açıklığıyla görülür olması anlamında. Ancak anlaşılan, ortalığın durulmasını beklemek durumun “açıklığa” kavuşmasına yol açmayacak!

Taksim’deki saldırıya ilişkin iki soru!

1-Kim(ler), nasıl yaptı saldırıyı?

2-Neden yaptı(lar) ve nasıl bir sonuç elde etmeye çalışıyor(lar)?

HANGİ PARMAK İZİ KİME AİT!

Birinci soruya yanıtı eğer ikinci sorunun yanıtını bulmak için aramıyorsanız, bu sadece “siyasi magazin” derdinseniz demektir. Yani siyasetçiler ikincisine yanıt aramalı. Bunu da sonraki savunmalarını ya da siyasi hamlelerini geliştirmek için yapmalı.[1]

Farkındaysanız (ki mutlaka farkındasınızdır) günlerdir birinci soruya yanıt arıyor tüm kamuoyu. Ahlam Albahsır kimdir, nerede yaşıyor, hangi taksi ile geldi, kimle geldi, nasıl gitti, nereli[2], sevgilisi mi getirdi, o şimdi nerede, elinde niye bahçıvan makası var, aynı hizadan fotosu nasıl çekildi, sınırdan nasıl geçti, soru, soru, soru…

Neredeyse herkes (biraz meraktan biraz yönlendirme amaçlı) soru soruyor! Aslında her şeyi biliyoruz ama hiçbir şey bilmiyor, hiçbir sonuca ulaşamıyoruz. Açıkçası bundaki en büyük “başarı” Süleyman Soylu’ya ait (bir planla yaptığını söylemek de “akıl”a hakaret olur ama). Bir “söğüş” servis etti medyanın önüne, medya da hep birlikte bize “kafa”yı yedirtiyor.

Eğer ikinci soruya geçemeyip birincide takılıp kalırsanız, bu tür saldırıları önlemek için bulacağınız çözüm; beton saksıları ve ağaçları caddeden sökmek olur. (Hatırlar mısınız bilmem ama çöp kutusuna bomba konuldu diye bu şehirdeki bütün çöp kutuları toplatılmıştı bir zamanlar. “Yere çöp atmayın” yazıları duruyordu ama).

Bir saldırıyı, özellikle terör yaratmak amaçlı bir saldırıyı sadece polisiye önlemler alarak önlemek imkansızdır. Polisiye önlemle bu saldırı nasıl önlenebilirdi? İstiklal’e çıkan bütün sokak başlarına arama noktası koyup herkesi arayarak. O zaman da gider başka meydana bırakırdı bombayı ya da arama noktasında patlatırdı. Yani nedeni ortadan kaldırmadan ve elde edilmesi amaçlanan sonuca ulaşılamayacağına “ikna edilmeden” bu tür saldırılar en-gel-le-ne-mez.

Ne yazık ki birinci soruya her yönüyle açıklayabilecek “makul ve mantıklı” yanıtlar verilemediğinden birinci sorudan ikinci soruya doğrudan geçemiyoruz. Çünkü bu engellendi ve oradaki bulamaç hem Soylu hem de iktidar medyası sayesinde gerçekleştirildi. Yeni Şafak’ın iddiasına bakılırsa, saldırı neredeyse PKK-FETÖ-İŞİD ortak organizasyonu. Hatta “İngiliz Mirror gazetesi, İstanbul'da yakalanan terörist ile 2005 yılında Londra'da bombalı saldırı düzenleyen teröristin ortak noktasına dikkat çekmiş” bile. (Taksim’deki terörist o tarihte 3 yaşında)

NEDEN-SONUÇ, SONUÇ-NEDEN

Ama biz yine de ikinci soruya geçelim ve birlikte düşünelim!

Neden yaptı(lar) ve nasıl bir sonuç elde etmeye çalışıyor(lar)? Bu konu üzerinde düşünürken “bir ziyaret” ile birlikte ele almak zorunlu. Saldırının olduğu gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Suriye’de idi. İdlip’te.[3]

Birinci şüpheli, olağan şüpheli. Yani PKK-PYD-YPG. Bu mümkün mü, elbette mümkün! Geçmiş hatırlatması yapmak yeterli.[4] Ancak bu saldırının yol açacağı sonuçlar düşünüldüğünde “kâr” hanesinden daha çok “zarar” hanesi kabarık. Bu saldırı, AKP’nin uzun zamandır yapmak istediği Suriye’ye topyekûn bir askeri harekatın meşru zeminini oluşturur. Ayrıca HDP’nin kapatılmasını zorlayanların ellerini güçlendirecektir. YPG’nin “bu sonuçları elde etmek istediğini” iddia etmek biraz saçma olacaktır.

YPG’nin yaptığını söyleyenlerin iddiası ise Soylu’ya bir mesaj verilmek istendiği şeklinde; “Sen bizim (Suriye’nin) içişlerine karışırsan, biz de senin (Taksim) içişlerine karışırız”.

Ancak bu iddia, Suriye’deki cihatçı çeteler için ileri sürüldüğünde çok daha gerçekçi olabilir. Çünkü biliniyor ki uzun zamandır bu çeteler bir türlü “yeniden dizayn” edilemiyor ve AKP’nin değişen taktiği, yani Esat ile başlayan görüşmeler, bu çetelerin daha da “huzursuz” olmasına yol açmış durumda.

AKP’nin “değişen taktiği” demişken bir “değişiklik” de Mısır konusunda yapılmıştı. Mısır ile tekrar arayı düzeltmeye çalışan AKP’nin, Mısır’ın “Türkiye ile ilişkilerin düzelmesinin ön şartı olarak Müslüman Kardeşler’in ülkedeki varlığına bir şekilde son verilmesi” talebine uygun davrandığına tanık olduk. Hatta “Müslüman Kardeşler'in, gözden çıkarılma durumunda direkt Erdoğan'ı hedef alan eylemler yapacakları”nın ses kayıtlarının olduğu iddia edildi. (Yakalananların etnik kökenleri, durumu daha da ilginç kılıyor!)

Bir başka iddia da ABD’ye yönelik. Bunu doğrudan Süleyman Soylu dile getirdi üstelik ve “bir mesaj iletildiğini” söyledi. ABD’nin böyle “işler” yapmayacağını söylemek de çok saçma olur elbette. Üstelik AKP’nin, Suriye’ye kapsamlı bir harekât düzenlemek istediği ve ABD’nin bunu engellemeyi amaçladığı düşünülürse. Ama bu “iş” bir engel değil, destek sonucunu doğuruyor. Üstelik ABD ile yeniden arayı düzeltmek isteyen AKP’nin, “ABD ne isterse yapmaya hazır beklediği” izlenimine sahip kamuoyu. Yani Biden’in “15 dakika süren görüşmede söylemesi” yeterdi, neden böyle çetrefilli işlere girsin.

Kuşkusuz tüm bunların yanında neden-sonuç ilişkisinin çok kolay kurulabildiği, iç siyaset mühendisliği mevcut. Herkesin siyasi hafızasında canlı ve sık sık da hatırlatılıyor zaten; 7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasında yaşananlar/yaşatılanlar. Seçim sath-ı mailine girdiğimize göre ve NŞA’da (normal şartlar altında) iktidarda kalınamayacağı anlaşıldığına göre, denenmiş ve sonuç alınmış bir tezgâh tekrar devreye sokulmak istenebilir. Bu kadar yıl boyunca kurulmuş ve artık “kurumsal” hale gelmiş o kadar fazla güç odağı mevcut ki olası bir iktidar değişimine karşı, her türlü “iş”in yapılmasını göze almış olabilirler!

Bu bölüme eklemek gerekir ki kimin yaptığından çok, kimin hangi sonucu almak için “çalıştığı” çok daha kritik. Yani saldırıdan sonraki süreç çok farklı biçimlerde örgütlenerek, saldırıyı gerçekleştirenlerin amaçlarını tersyüz edebilecek sonuçlar yaratabilir. Örneğin; bu saldırı Süleyman Soylu’ya mesaj iletmek için (gözdağı vermek için) yapılmış olabilir ama süreç tersten öyle işletilir ki Suriye’ye topyekün bir askeri harekâta dönüştürülebilir. Ya da tersten bu saldırı AKP’nin iktidarda kalmasını sağlamak için yapılmış olabilir ama muhalefet öyle bir süreç örgütler ki AKP, baş aşağı inişe geçebilir.[5]

SONUÇ;

Tekrar edelim: Nedenleri ortadan kaldırmadan ve elde edilmesi amaçlanan sonuca ulaşılamayacağına “ikna edilmeden” bu tür saldırılar en-gel-le-ne-mez. Açıktır ki “nedeni yaratan”, 20 yıllık AKP iktidarının içerideki ve dışarıdaki politikalarıdır. Irak’tan Suriye’ye, Mısır’dan Libya’ya, BAE’den Suudi Arabistan’a, Katar’dan Somali’ye, Azerbaycan’dan Ermenistan’a, İsveç’ten Fransa’ya, Ukrayna’dan Macaristan’a, ABD’den Rusya’ya, AB’den Şangay 5’lisine, BM’den NATO’ya kadar ne kadar dış politika başlığı varsa hepsinde tutarsız, saldırgan politikalarla sıçmalarsanız[6], herkes için bir “neden” yaratırsınız. Neredeyse bütün “dış güçler”, AKP iktidarı ile ilişkinin kısa dönemlere sıkıştırılan “kazan-kazan” pragmatizminden geçtiğini öğrendi.

Açıktır ki 20 yıllık AKP iktidarı kritik siyasi sonuçlar elde etmek istediği her aşamada demokratik ve hukuki kurallara uymak yerine pazarlıkçı, kural dışı, “ben yaptım oldu”cu bir yöntemi uyguladı. Siyasi rakiplerini elimine etmek, AKP’nin oligarglarını yaratmak, kemikleşmiş besleme partizanlar istihdam etmek, v.b sonuçları bu yöntemle başardı. Bu yöntemin “başarılı” olması artık AKP için yerleşik ve doğal olarak AKP’ye karşı kullanılması da yerleşik. Örnek mi? AKP’nin İYİP’i zorladığı ilişki, tersinden de MHP’nin AKP ile girdiği ilişki.

Bu kirli ilişkilerin içinden çıkmanın yolunun benzer yol ve yöntemler kullanmak olmadığı, her “solduyulu” insanın farkında olduğu bir gerçeklik.

Bırakıp bu kirli siyaseti, Yağmur’ların ve Ecrin’lerin ölmemesi için “İçeride barış, dışarıda barış” denilmesi ve örgütlenilmesi ise şart.

NOTLAR. 

[1] Hukukçusu, ekonomisti, mühendisi elbette başka bir değerlendirme yapacaktır.

[2] Hala çocukluğunu nerede geçirdiğini yani aslen nereli olduğunu öğrenemedik. Ama Eritrece dilinde yapılmış bir dövmesi olduğunu çok şükür biliyoruz.

[3] MÜSİAD Köyündeki 600 briket evin açılışını yaptı. Gitmişken anaokulu, ilkokul da açtı. Organize Sanayi Sitesi gezdi. Kilis Valisi ve Cumhurbaşkanlığı Güvenlik İşleri Genel Müdürü ile birlikte. İlginç rastlantı ise Soylu’nun saldırganın, “Afrin-İdlib üzerinden Türkiye'ye eylem yapmak için kaçak yollarla giriş yaptığını söylemesi” idi.

[4] Bu durumu ortadan kaldıracak olan ise PKK’nin geçmişte gerçekleştirdiği, sivil halkı hedef alan şiddet eylemlerinin özeleştirisini vermesi ve kesin bir dille bundan sonra hiçbir şekilde bu tür eylemler yapmayacağını taahhüt etmesi olur. Üstelik dolaylı da olsa yapmayacağını. Bu yapılmadığı sürece her saldırıda “olağan şüpheli” olarak kalmaya devam edecek.

[5] Ama değiştirilemeyecek sonuç şudur; Bu ülkedeki yabancı düşmanlığı daha da artacak.

[6] Sıçmalamak; rezillik derecesinde saçmalamak, sıçıp sıvarcasına saçmalamak. Cem Akaş.