İstanbul'daki Afganlar: Kentin en ağır işlerini yapan hayaletler

Göç Araştırmaları Derneği’nden (GAR) Doç. Dr. Didem Danış, “Afgan göçmenler bugün dünyada yaşadığımız küresel eşitsizliğin en bariz, billurlaşmış ve en gözle görülür örneklerinden bir tanesi” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin Kıyısında Afganlar'* başlıklı araştırmanın bulguları, GAR ve IFEA-Amimo ortaklığıyla düzenlenen seminerle paylaşıldı. Seminere, araştırmayı yürüten ve raporlaştıran Dr. Sibel Karadağ ile araştırmanın koordinatörleri Doç. Dr. Didem Danış ve Doç. Dr. Deniz Sert katıldı.

İstanbul’da yaşayan Afgan göçmenlerin güvencesiz yaşam koşullarını ele alan araştırma, şimdiye kadar bu alanda yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri. 2020’nin Temmuz ve Ekim ayları arasında hayata geçirilen araştırma kapsamında İstanbul’da 50 Afganla derinlemesine ve yarı yapılandırılmış görüşmeler yapıldı. 12’si çevrimiçi 38’i yüz yüze yapılan görüşmeler Zeytinburnu, Esenyurt, Tuzla ve Beykoz semtlerinde gerçekleştirildi.

Çok sayıda Afganistanlı savaş, çatışma, intihar bombaları, hava yolu operasyonları, doğal afetler, işsizlik ve açlık gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalıyor. 40 yıldır devam eden bu göç hareketi, çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor. “Bugün Pakistan’da yaklaşık 1,5 milyon kayıtlı, 1 milyon kayıtsız; İran’da 1,5-2 milyon kayıtsız Afgan var” diyen Doç. Dr. Deniz Sert, 2018’den bu yana Türkiye’ye giriş yapan Afganların sayısında büyük artış olduğunu belirtiyor: “İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 2018 yılında 61 bin 819 kişi İran sınırında yakalanmıştı. 2019 yılında ise -Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre- 170 bin giriş var.”

Araştırma en büyük kayıt dışı sektörü bulundurması ve Avrupa’ya geçmek için uğrak noktası olması sebebiyle kayıtsız, belgesiz Afganların en yoğun yaşadığı şehir olan İstanbul’da gerçekleştirildi. Dr. Sibel Karadağ, İstanbul’da yaşayan Afgan topluluğun en temel özelliklerini şöyle açıklıyor: “Genç, bekar, belgesiz, erkek Afganlar.”

Araştırma kapsamında görüşülen Afganların en büyük bölümü 30, önemli bir bölümü ise 20 yaşın altında. Bununla beraber görüşme yapılan kişilerin büyük bir kısmı son yıllarda yani 2017-2020 yılları arasında Türkiye’ye girmiş.

İKİ TEMEL ROTA: HAVA YOLUYLA İRAN, KARA YOLUYLA PAKİSTAN

Göç yollarından itibaren güvencesizliğin en ağır haline maruz kalan Afgan topluluk, çoğu zaman bir ayı geride bırakan ölümcül bir yolculuk sonucu Türkiye’ye girebiliyor. Araştırmaya göre Afganların izlediği iki temel rota var: Maddi imkânları olanlar uçağa binerek hava yoluyla, parası olmayanlar ise Pakistan üzerinden kara yoluyla İran’a geçiyor.

Afgan mültecilerden 28 yaşındaki Ahmad, kendi deneyimini şu sözlerle anlatıyor: “Parası olan direkt İran’dan gider, parası olmayansa Pakistan üzerinden kaçak yoldan gider. Türkiye vizesi almak pratikte imkansızdır, sürekli red aldım. Onun yerine Tahran’a uçtum. Oradan kaçak İstanbul’a geçtim.”

Dr. Sibel Karadağ, Afganların bir aydan uzun bir zamanı kapsayan bir mücadele sonucu kara yoluyla Türkiye’ye gelebildiklerini belirtiyor ve göç rotasını şöyle anlatıyor: “Kabil’e yakın illerden olanlar daha çok Kabil üzerinden Nimruz’a geçiyor. Nimruz, Pakistan’da kaçakçılık ağlarının merkezinde olan sınırdaki şehir. Nimruz’dan sonra çok daha ölümcül koşulların olduğu Baluçistan diye bir bölgeye geçiyorlar. Burada arabalardan indiriliyorlar ve günlerce süren -yaklaşık 15 gün- bir yolculuk başlıyor. Çoğunlukla kum tepelerinin üzerinde kum fırtınalarında uyumak zorunda bırakılıyorlar. Ardından aynı bölgede Chagai dağları denilen, aşması çok zor bir dağda günlerce, gecelerce yalınayak yürüyorlar. O dağların eteklerinde bulunan pis suların aktığı ırmaklardan su içerek hayatta kalmaya çalışıyorlar. Burada göçebe toplulukların saldırılarına uğruyorlar. Eşyaları ve paraları çalınıyor. 15-20 gün süren bir yolculuktan sonra İran’a ulaşıyorlar.”

‘BURNUMUZU KAPATTIK İÇTİK, HAYVAN OLSA İÇMEZDİ’

Geçen yıl bu rotayı izleyerek Türkiye’ye giren görüşmecilerden 22 yaşındaki Ali, yol çok uzun olduğu için yanlarına aldıkları su ve yemeğin bittiğini ve Chagai’de pis sudan içmek zorunda kaldıklarını anlatıyor: “Pis sular akıyordu, mecburen içmek zorunda kaldık. İnanın su kokuyordu burnumuzu kapattık içtik. Hayvan o suyu içmezdi.”

Göçmenler İran’a vardıklarında ise Urmiye gibi Türkiye sınırındaki şehirlere götürülüyor. Sonrasında ise çok zorlu koşulları olan Mako dağlarını aşarak Türkiye sınırına yürüyorlar. Dağı aşmaları durumunda dağların eteklerinde kaçakçıların ayarladığı çeşitli evlere yerleştiriliyorlar. Dr. Sibel Karadağ, göçmenlerin Türkiye-İran sınırından geçerken çok defa ölümcül şartlarla karşı karşıya kaldıklarını şu sözlerle ifade ediyor: “Kolluk kuvvetlerinin açtığı ateşler, o ateşlerden kaçarken dağların eteklerine saklandıklarında hayvanların saldırıları gibi pek çok olayla karşılaşıyorlar.”

‘BAŞTA 250 KİŞİYDİK, SINIRA 130 KİŞİ ULAŞABİLDİ’

Çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği göç yolunu bir mülteci şu sözlerle anlatıyor: “En başta 250 kişiydik. Türkiye sınırına sadece 130 kişi ulaşabildi. Diğerlerinin durumu ne oldu bilmiyorum.”

Zorlu şartlar sebebiyle sınırı geçmekten vazgeçen mülteciler de oluyor. Ancak insan kaçakçıları mültecilerin geri dönmesine izin vermiyor. Raporda, bir görüşmeci bu durumu şöyle anlatıyor: “Bazı yolcular korktu. Türkiye’ye gelmekten vazgeçti, ben bile vazgeçtim. Çünkü yol durumu gerçekten zordu. Kaçakçıya söyledik, paramızı al ama biz Tahran’a götür. Kaçakçı 'imkânsız' dedi. Vazgeçenleri çok dövdüler. Zorladı, misafirleri taş, sopa ile dövdü ve tekme attı. Böyle yaparsanız başka yolcu bize gelmiyor dedi. 'Bu sefer söz sizi Türkiye’ye geçiririm' dedi.”

Akademisyen Sibel Karadağ, Afgan topluluğun İstanbul’daki yaşamına dair bulguları paylaşmadan önce “Peki böyle haftalar -yaklaşık 30 40 gün- süren ölümcül bir yolculuktan sağ kalanlara ne oluyor?” sorusunu soruyor. Karadağ’ın aktardığına göre göç yolundaki güvencesizlik, İstanbul’daki yaşamın dört bir yanına sirayet ediyor. Afgan topluluk kentin en ağır işlerini en güvencesiz koşullarda yapıyor.

HANGİ KOŞULLARDA YAŞIYORLAR?

İstanbul’da yaşayan bekar, erkek Afganlar aylık ortalama 300 lira ödeyerek 15-25 kişilik evlerde kalıyor. Bu evler, genellikle 1980’li ve de 90’lı yıllarda Afganistan’dan Türkiye’ye gelen, oturma izni ya da vatandaşlık hakkına sahip Özbekler ve Türkmenler tarafından kiralanıyor. Özbek ve Türkmen topluluk, dil avantajları sebebiyle Türkiye’de daha 'ayrıcalıklı' konumda, çoğunlukla esnaflık yapıyor, restoran, fırın gibi yerlerde çalışıyorlar. Dr. Karadağ, oturma izni ve vatandaşlığı olan bu kişilerin çok büyük komisyonlarla yeni gelen Afgan erkeklere ev kiraladığını söylüyor: “Afgan toplumu arasında hızlıca hareket eden çözüm odaklı bir arkadaşlık bağı var. Görüşmecilerimizin bize söylediğine göre bu bağ zaten Afganistan’da başlıyor. ‘Bir tanıdığı olmadan kimse buraya gelmez’ lafı görüşmecilerimizin hep söyledikleri bir şey. Evlere giriş, o evde yaşayan kişilerin referansıyla gerçekleşiyor. Evin odalarına ranzalar konuluyor ve her bir odada 5-6 kişi bazen de 8 kişi yaşıyor. Yeni gelenlerle önceden gelenler arasında bir hiyerarşi mevcut. Daha uzun zamandır o evde yaşayan, bir nevi o evin reisi oluyor. Evin parasal iş bölümünü ve ev içindeki emek paylaşımına dair düzenlemeyi daha çok reis dedikleri kişi yapıyor. Elbetteki en dezavantajlı olanlar özellikle 20 yaş altındaki yeni gelen genç grup. Bir görüşmecimiz ‘Evin bütün işlerini bana yaptırıyorlar’ demişti. Bu tür vakalar da yaşanıyor.”

‘ÇİLECİ BEDEN EMEĞİ’

Araştırmanın çok önemli bulgularından biri de Afganların çalışma hayatına dair. Afganların hiç bıkmadan, usanmadan, sitem etmeden saatlerce, günlerce çalışmasına “çileci beden emeği” ismini veren araştırmacılar, bu kavramın Afgan topluluğu tanımlayan ve onları diğer göçmen gruplarından ayıran çok temel bir özellik olduğunu belirtiyor: “Her türlü ağır koşullara rağmen direnç gösteren, şikayet etmeyen, toleransı çok yüksek, çok ağır koşullarda, uzun saatler çalışabilen bir emek gücünden bahsediyoruz. Birkaç şey içeriyor: Çok ciddi bir tolerans, çok ciddi bir bedensel ve psikolojik direnç.”

İnşaat, tekstil, nakliye, araba yıkama, taşımacılık, bahçıvanlık, çobanlık ve kağıt toplayıcılığı gibi işlerde çalışan kayıtsız ya da belgesiz Afganlar, sabahın erken saatlerinden itibaren Küçüksu’da bulunan Afgan pazarında 100-150 TL arasında değişen yevmiye karşılığında iş bulmaya çalışıyor. Sibel Karadağ, Küçüksu’daki Afgan pazarını şu sözlerle anlatıyor: “Taşeron firmaların ustaları geliyor. Yevmiye için bir pazarlık dönüyor ve anlaştıklarını otobüslere bindirerek inşaat alanlarına, tekstil fabrikalarına götürüyorlar. Buralarda günlük 14 saate kadar çıkan çalışma süreleri var ve bu kadar ağır koşullara rağmen her birinin sıklıkla tekrarladıkları şey şuydu; ‘Afgan her işi yapar, iş nerede Afgan orada.”

Araştırmaya göre çok ağır şartlarda ve uzun saatler boyunca çalışan Afganlar, sosyal aktivitelere katılmıyor. Günlerini yalnızca çalışarak geçiriyorlar ve çok nadir olmakla beraber ayda bir iki defa kriket oynuyorlar.

‘NEOLİBERAL SÖMÜRÜ İÇİNDE İHTİYAÇ DUYULAN UYSAL İŞ GÜCÜ’

Doç. Dr. Didem Danış’a göre Afganları en ağır koşullarda şikayet etmeden çalışmaya iten kuvvetli "tevekkül" duygusunun arkasında, ciddi bir mecburiyet var. Kayıtsız ve belgesiz Afganların, neoliberal sömürü ve ağır çalışma koşulları içinde tam da ihtiyaç duyulan "uysal işgücü"nü oluşturduğunu söyleyen Danış, “Bir tür hayaletler aslında, kimse görmüyor onları” diyor.

Afganların, her an sınır dışı edilme korkusuyla yaşadıklarını ve bu sebeple sömürüye açık hale geldiklerini aktaran Didem Danış, “Sınır dışı edilebilme tehdidi en çok Afganlar için geçerli. Bunun tabii ki en önemli sebeplerinden bir tanesi, uluslararası korumaya erişemiyor olmaları” diyor.

Afganistanlıların yaptığı koruma başvuruları çoğu zaman kayda geçmiyor. Kayıt alınsa bile başvuru yapan mülteciler, çok uzun süreler cevap alamama gibi durumlarla karşı karşıya kalıyor. Bu gibi sebepler Afganları koruma başvurusunda bulunmamaya teşvik ediyor ve başvurular çok ciddi bir şekilde düşüyor. 2018 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne 73 bin uluslararası koruma başvurusu yapılırken 2019’da Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne yapılan uluslararası koruma başvurusunun 5.400’e düştüğü ifade ediliyor.

‘KORUMA ALAMAYACAKLARINA DAİR CİDDİ BİR KABUL VAR’

Doç. Dr. Didem Danış, Afganistanlılar arasında uluslararası koruma statüsünü alamayacaklarına dair ciddi bir kabul olduğunu belirtiyor. Bu sebeple, Afgan topluluk başvuru sürecinden kopuyor. 2019 yılında Türkiye’ye giriş yapan 27 yaşındaki Kemal, bu durumu şöyle özetliyor: “Kayıt olmak hiçbir işe yaramıyor hatta engel oluyor. Her şeyden önce 2-3 üç sene alıyor. Sonuç hiçbir şey. Kimseyi Avrupa’ya göndermiyorlar. Sadece boş bir kağıt veriyorlar, adın soyadın yazıyor. 6 ay sonra onu yeniliyorlar. Aynı kağıt tarih başka. Zaman kaybı. O yüzden kayıt yaptırmadım.”

Belgesiz ve kayıt dışı çalışan Afgan topluluk bankada hesap açtırmaktan, sim kart almaya kadar iletişim kurması gereken tüm kurumlar tarafından dışlanıyor. Çok ağır işlerde çalışmalarına ve çok ciddi iş kazaları geçirmelerine rağmen sağlık hizmetlerine erişemiyorlar. Çok ciddi durumlarda bile kamu hastanelerinde tedavi olamayan Afganlar, özel sağlık kuruluşlarına gitmek zorunda kalıyor. Doç. Dr. Danış, bu durumu "total dışlanma" olarak tarif ediyor ve kırılgan, çaresiz durumda olan mültecilerin bu total yalnızlıktan kurtulmak için Türkiye’de vatandaşlık almış Afganistanlılar tarafından kurulan derneklere yöneldiklerini dile getiriyor: “Özellikle İstanbul’daki Afgan derneklerinin maalesef çok ciddi anlamda göçmenlerin bu kırılganlığını suistimal etme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Mesela pek çok Afgan göçmen için en temel sorun başından beri anlattığımız gibi kayıtsızlık. ‘Size ikamet izni çıkaracağız’ vaadiyle çok sayıda Afganın dolandırıldığını biz bu araştırma sırasında da dinledik.”

‘AFGAN GÖÇMENLER KÜRESEL EŞİTSİZLİĞİN BİLLURLAŞMIŞ ÖRNEĞİ’

Bu araştırmayla, bir anlamda "şehrin hayaleti olan ama şehrin bütün ağır yükünü taşıyan" bir kesimi görünür kılmak istediklerini vurgulayan Danış, “Bizim için Afgan göçmenler bugün dünyada yaşadığımız küresel eşitsizliğin en bariz, billurlaşmış ve en gözle görülür örneklerinden bir tanesi” diyor.

*Tamamı İngilizce olan araştırma raporuna linkten ulaşılabilir.