YAZARLAR

İstanbul'da 6-7 Eylül 'kontr-plan' hedefine ulaşıldı-2

Yassıada’da da tanık olarak dinlenen Hikmet Bil, 6-7 Eylül tertibinin en tepesindeki kişileri Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ile Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik olarak sıraladı. 6-7 Eylül’ün üçlü ayağından biri de Türk basınıydı. Türk basınında MİT’in varlığı, herkesin bildiği ‘sır’ olarak her dönem tartışıldı. Sadece İstanbul Ekspres veya Hürriyet değil, diğer gazete ve dergiler de devletin ve hükümetin propaganda cephesinin birer organıydı.

6-7 Eylül’de on binlerce insan bir anda İstanbul’un onlarca mahallesinde ve sokağında, önceden belirlenen işyerlerine, evlere, kiliseye ve havraya saldırdı, insanlar öldürüldü. Aynı plan Ankara ve İzmir’de de uygulandı. 6-7 Eylül’den beş gün sonra TBMM’deki müzakere, neler olduğunun anlaşılması için önemliydi. Mebuslar Aleksondros Hacopulos Büyükada’da ve Mehmet Ali Sebük Kınalıada’da polisin yağmacıları yönlendirdiğine şahitlik ettiğini TBMM’de anlattı. Başbakan Menderes de sokaktakileri tanımladı: “Onlar düşman değildi.” Onun için polis ve ordu silah kullanmamıştı. Bunun için olmalı 6 Eylül’de İçişleri Bakanı Namık Gedik İstanbul Valiliğinde[1] çevresine emir veriyordu: “Bu millî galeyandır, nümayişçilere karşı polis sert hareket etmesin.” Zaten Başbakanlık da “millî galeyan yaratmak” için Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ne beş gün önce 31 Ağustos’ta 5000 lira vermişti.[2] Bunlar, İstanbul’da göstericilerin toplandığı anda Selanik bombasının önce radyoda, sonra İstanbul Ekspres’te haberleştirilmesi ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin harekete geçirilmesi, hükümetin ve dolayısıyla devletin de 6-7 Eylül’deki parmak iziydi. Bu, sadece Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı ve saire gibi aktörlerin itirafıyla kalmadı beyan da edildi.

31 Ağustos 1955’te Başbakanlık’tan 6-7 Eylül’ün aktif teşkilatı Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ne 5000 lira gönderildi (BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 109)

Birinci elden parmak izi, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi” diye[3] NATO’nun Türk kontrgerillası operasyonu olduğunun ifşa edilmesiydi. Bir süre sonra konuşanın Özel Harpçi Sabri Yirmibeşoğlu olduğu anlaşıldı. Fatih Güllapoğlu’ndan dinlemiştim[4] ve kitapta yazdığı gibi Sabri Yirmibeşoğlu ile görüşürken Önsöz’ü yazan Emin Çölaşan da yanındaymış. Sonradan anlatımı yarım ağızla reddeder gibi[5] olsa da Sabri Yirmibeşoğlu, iki ciltlik anılarında[6] yine baklayı ağzından çıkardı: “Hükümetin bilgisi dahilinde başlatılan gösteri...” 1991’de Fatih Güllapoğlu’na dediğini, 1995’te yalanlayan ve 1999’de basılan anılarında konuya açıklık getirmeyen Sabri Yirmibeşoğlu, 2010’da iş prensibini anlatırken, “Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz” dedi ve tekraren sorulması üzerine de “mesela” diyerek toparlamaya çalıştı. Devamında Sabri Yirmibeşoğlu, o kadar “başarılı bulunur” ki, 1971’de Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı ve 1988-1990’da MGK Genel Sekreteri’dir.

6-7 Eylül pogromunun bahanesi Kıbrıs’ta, Sabri Yirmibeşoğlu’nun açıkladığı gibi nice provokasyonlar yapıldı. 1958’de Türk Enformasyon Bürosu bombalandı, itirafçısı Rauf Denktaş’tır. 1962’de Bayraktar Camiinin bombalanmasının Türk provokasyonu olduğunu ortaya çıkaran Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan da 23 Nisan gecesi öldürüldü.[7] Bunların yaşandığı Kıbrıs, Türk kontrgerillası ve yavrusu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ile nice işler çevirdiği adadır.[8] Kıbrıs’la ilişki bu düzeydeydi!

MİT’Çİ MİTHAT PERİN’İN GAZETESİ

6-7 Eylül’ün üçlü ayağından biri de Türk basınıydı. O günlerde gazetelerin neredeyse her günkü manşeti, Kıbrıs’tı. 6 Eylül’de İstanbul Ekspres’in rolü, haberin şok etkisiyle yüz binlerce insana ulaştırılmasıydı. Her zaman 20 bin olan baskı, bomba haberiyle 150 bin veya 290 bindir. Gazetenin sahibi Mithat Perin’in istihbaratçı kimliği bomba fiili hakkında düşünmeye değer. Mithat Perin, 1962’de Kayseri Cezaevi’nden MAH [MİT] Başkanı Fuat Doğu’ya yazdığı mektupta, geçmiş yıllarda servisin verdiği hizmetleri yaptığını itiraf etti ve devamında, hapisten çıktığında kendisine mali yardım, resmî ilan ve kredi kolaylığı sağlanması halinde komünizme ve Kürtçülüğe karşı gazeteciliğe devam edeceğini ifade etti.[9] Hiç kuşkusuz Mithat Perin’in istihbaratçı kimliğinin bilinmesi ne olduğunun anlaşılması açısından önemliydi. Belki de Perin’in gazetesinde bomba haberinin yayınlanması, yaptığı hizmetlerinden biriydi.

Başbakan Adnan Menderes, Londra’da Kıbrıs müzakeresini sürdüren Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun “Türk kamuoyunu zapt edemiyoruz, diyebilmeliyim şikâyetleri vardır” dediğini aktardığı ve görevlendirdiği Hikmet Bil, Hürriyet gazetesi çalışanı ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı’ydı. Hikmet Bil’e göre, evdeki hesap çarşıya uymamış[mış] ve İstanbul sokaklarında olaylar çığ gibi büyümüş[müş]. Hikmet Bil, bu dönemdeki tanıklığını Kıbrıs Olayı ve İçyüzü kitabında detaylı yazdı. Yassıada’da da tanık olarak dinlenen Hikmet Bil, 6-7 Eylül tertibinin en tepesindeki kişileri Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ile Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik olarak sıraladı.[10]

Sadece İstanbul Ekspres veya Hürriyet değil, diğer gazete ve dergiler de devletin ve hükümetin propaganda cephesinin birer organıydı. Bugün de çok mu farklı?

Mithat Perin’in 6-7 Eylül’den sonraki ilk seçimde yani 1957’de, DP’den İstanbul mebusu seçilmesi belki de bir ödüllendirmeydi.

İstanbul Ekspres’in sadece sahibi değil Yazıişleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu da hep tartışıla geldi. O dönemin birinci elden tanığı olarak, 6-7 Eylül’le MİT’i ilişkilendirmesi neyin beyanıydı?

Türk basınında MİT’in varlığı, herkesin bildiği ‘sır’ olarak her dönem tartışıldı ve İstanbul Ekspres de hep hatırlandı. Gökşin Sipahioğlu’nun 6-7 Eylül’le ilgili her açıklaması dikkatle izlendi. Zamanla ajansı SİPA Press de tartışmaya dâhil edildi.

Sipahioğlu, 6 Eylül’de gazete sahibi Mithat Perin’le görüşerek karar verdiğini ve 15.30’da baskıya başlandığını, söylendiği gibi 290 bin baskının mümkün olmadığını, ancak saatte 7-8 bin baskı yapıldığını ifade etti. “6 Eylül’ü MİT tertip etti” diyen Sipahioğlu, bunun o dönemde konuşulduğuna ve F. Kerim Gökay’ın da bunu doğruladığına dikkat çekti. “SİPA’yı MİT kurdurdu” haberi için Sipahioğlu, “Görüşüm alınmadan yargısız infaz yapıldı” dese de haberi yayımlayan YeniBinyıl’ın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, “Kendisi [Sipahioğlu], bize yardımcısı Zafer bey aracılığıyla demeç vermeyeceğini söyledi” dedi. SİPA ve MİT ilişkisi YeniBinyıl’daki Nezih Demirkent röportajı sonrası tartışılmıştı. Bunun üzerine artık konuyla ilgili konuşmak istemediğini ve SİPA adını vermediğini belirten Demirkent, “Yazacağım başka çarem kalmadı” der. “Haberin doğruluğundan eminim. Nezih bey bunları bana da anlattı ve anılarında yazacağını söyledi” diyen Babahan, Demirkent’in kendisine, yazılmamak kaydıyla daha “derin, detaylı bilgiler” verdiğini de vurguladı.

Demirkent’in söylemi beyanda kaldı, maalesef yazmadı. Sipahioğlu, 290 bin gazete basılmasına itiraz ediyor, ama 150 bin satıldığını[11] söyleyen de patronu Mithat Perin’dir. Mithat Perin’in gazete basımıyla ilgili anlatımı[12] da Sipahioğlu’nun söylemiyle benzerdir.

ADALARDA POLİS İZNİYLE TALAN

12 Eylül 1955’te İstanbul, İzmir ve Ankara vilâyetlerinde sıkıyönetim ilanına dair tezkerenin müzakeresinde gündem 6-7 Eylül’dü. 6-7 Eylül’de İçişleri Bakanı olan ve 10 Eylül’de istifa eden Namık Gedik’in tek kelam etmesine izin verilmemiş olmalı ki, konuşamadı. Başbakan Menderes ve Başbakan Yardımcısı Fuad Köprülü ile İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi Tanrıöver, asıl hedefin [TC vatandaşı] Rumlar olduğunda hem fikirdi. Hükümet adına ilk söz alan Köprülü, hükümetin gösteriden haberdar olduğunu, tedbirini aldığını, ama birden büyüdüğünü belirterek, hadisenin İstanbul, Ankara ve İzmir’de aynı anda olmasını tertip olarak değerlendirdi. Başbakan Menderes de gençliğin harekete geçmesinden hükümetin haberdar olduğunu ve birden yayıldığı için zabıtanın hareketsiz kaldığını, “[göstericiler] düşman hareketi” olmadığı için zabıtanın silah kullanmadığını ifade etti.

CMP Meclis grubu adına konuşan Ahmet Bilgin (Kırşehir), 6-7 Eylül’ü bir “tertip mahsulü” olarak değerlendirdi. CHP lideri İsmet İnönü de göstericilerin haline dikkat çekti: “6-7 Eylül hâdiselerinin çok hazin tarafı, tecavüz edenlerin coşkun hissiyat ile kendini kaybetmişler halinde değil, âdeta hiçbir mâni karşısında bulunmayan rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir.” Köprülü ile başbakanın “hükümetin haberi vardı” dediğini hatırlatan İnönü, “Biz hiç, haberleri olmadığını zannediyorduk. […] Halbuki biz bütün bu tertiplerden hükümetin haberi, başında var mıdır, yok mudur? Buralarını meçhuliyet içinde ve karanlık içinde görüyorduk” dedi.

Somut olgu üzerine konuşan iki mebustu. Büyükada’ya gelen 200-300 kişinin polisle konuştuktan sonra yakıp yıktığını ve yine polislerin önünden çekip gittiğini belirten İstanbul Mebusu Aleksondros Hacopulos, evinin önündeki jandarmanın, yağmacıları koruduğunu anlattı. Bir diğer mebus Mehmet Ali Sebük (İzmir) de polisin Kınalıada’da ne yaptığının şahididir: “Kınalıada’yı da İstanbul’a benzetmek için gelmiş olan bir gurup iskele meydanına çıkarken orada bulunan adlî zabıta âmiri, komiser kendilerine şöyle söylüyor: ‘Buradaki işler tamam olmuştur, sizden evvel gelen ekipler vazifelerini yapmışlardır’, demek suretiyle adaya gelen ekipleri geri çevirmiştir. Bu suretle Kınalıada’da hiçbir vatandaşın burnu kanamamıştır.”

İstanbul Mebusu Aleksondros Hacopulos ve İzmir Mebusu Mehmet Ali Sebük

Eleştirilere cevap vermek için kürsüye gelen Başbakan Menderes, hiçbir soruyu ve iddiayı dikkate almadığı gibi, Büyükada ve Kınalıada özelinde polisin tavrıyla ilgili anlatımı da yok saydı.[13] Tekrar söz almayan Köprülü, beş yıl sonra 1960 darbesinin hemen ardından yaptığı ilk açıklamada tertip fikrini derinleştirdi: “Evet, kanaatim odur ki, bombalama hadisesi de tertiptir. Ve bizzat tertipçisi Menderes’tir. Kendisine de bu aklı Kıbrıs fatihlerinden (!) Zorlu vermiştir. Benim kanaatim o merkezdedir ki, bu hadiselerin hazırlanışında, Bayar’ın malumatı yoktu.”[14]

Menderes, Yassıada’da da göstericilerin “düşman” olmadığını vurguladı: “Bu, bir millî galeyanla Türkiye’nin her tarafından husul bulmuş bir harekettir. Zabıta kuvvetleri bu işte adeta bir millî vazife kendilerini resmi vazifelerini yapmakta az veya çok alıkor, hissi altında kalmış olabilirler. […] iki milyonluk şehirde 50-100 bin kişinin toplanı vermesi o kadar güç bir şey değildir.”[15]

13 Ocak 1956’da 6-7 Eylül hadiseleri dolayısıyla Başbakan ve eski İçişleri Bakanı hakkında Meclis tahkikatı açılmasına dair takririn müzakeresinde Başbakan Menderes, iddiaların Türk devletine ve milletine ağır mesuliyet yüklediğini söyledi. CMP lideri Osman Bölükbaşı, hükümetin polisi hareketsiz bırakabileceğini ve haberdar olan hükümetin hadiseyi önlememesi halinde ya kastının ya da ihmalinin olabileceğini iddia etti. CHP Meclis Grubu adına Nüvit Yetkin de hazırlığın delili olarak, yürüyüşün İstanbul ile İzmir’de aynı zamanda başlamasını ve İstanbul’un birçok semtinde ayrı ekiplerin aynı anda hareket etmesini gösterdi ve gösteri öncesinde evlere, işyerlerine, adreslere yönelik hazırlığı aktardı. İddiaları duymazlıktan gelen Başbakan Menderes, Türk ordusunun düşmanla mücadele edeceğini ve yüz binleri sokağa “misli görülmemiş millî bir heyecanın ortaya çıkardığını” anlattı. Menderes, ne polise, ne orduya “sakın dokunmayın” diye, ne de yüzbinlere yürüyün emri vermediklerini söyledi. Müzakere sonrasında takrir reddedildi.[16]

Sanki tüm partiler ve mebuslar anlaşmış gibi, müzakerede Selanik’te bombanın patlatılmasından hükümetin ne zaman haberdar olduğu meselesi görmezden gelindi, hiç üzerinde durulmadı. Benzer fikir birliği 12 Eylül 1955’teki müzakerede de vardı.

POGROMUN BİLANÇOSU

6-7 Eylül’de Hıristiyanlara ve Musevilere sadece İstanbul’da saldırılmadı. İzmir ve Ankara’da da İstanbul kadar olmasa da saldırı organize edildi.

İstanbul’da saldırı ve yağma özelinde mala ve cana kastın bilançosu:

1- Türk basınına göre 11 ve Helsinki Watch’e göre 15 kişi öldürülmüştür.

2- Yaralılar hakkında tahmini rakamlar 300 ile 600 arasında değişmektedir.

3- Evlerde kadınlara tecavüz edilmiştir, bunlardan 60 tanesi tedavi görmüştür.

4- İstanbul’un 12 ilçesinde 4214 mağaza-dükkân, 1004 ev, 73 kilise, 26 mektep, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 1 mezarlık, 21 fabrika, 2 sinema, 10 kuyumcu ve saire toplam 5622 mekân saldırıya uğramıştır.

5- Almanya Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ne göre, tahrip edilen işyerlerinin dağılımı şöyledir: 2200’ü Rumların, 900’ü Ermenilerin, 400’ü Musevilerin ve 400’ü İslamlarındır.

6- Amerikan Dışişleri Arşivine göre, tahrip edilen 4400 işyerinin yüzde 59’u (2500’ü) Rumların, yüzde 17’si Ermenilerin, yüzde 12’si Musevilerin ve yüzde 10’u İslamlarındır. Saldırılan 885 evin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 3’ü Musevilere ve yüzde 5’i İslamlara aittir.

7- İstanbul’un 12 ilçesinde 5104 kişi tutuklandı. Bunların önemli bir kısmı sendikalı işçidir.

8- Almanya Başkonsolosluğu verilerine göre, bildirilen hasar 150 milyon lira olup, bunun 28 milyonu Yunanistan vatandaşı Rumlara, 68 milyonu Türkiye vatandaşı Rumlara aittir. Bildirilmeyenler dâhil hasar toplamı 1 milyar liradır.

9- İlgili komiteye 4433 kişinin bildirdiği hasar toplamı 79,5 milyon liradır. 1957 sonuna kadar 3247 gerçek ve tüzel kişiye yapılan ödeme toplamı 6,5 milyon liradır. Yassıada Yargılaması kararında belirtilen zarar toplamı 35 milyon liradır.

10- 6-7 Eylül’de can ve mal güvenliğinin imhasıyla, ‘güvercin tedirginliği’ yaşayan Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve diğer Türk-Sünni İslam olmayanların kaçışı hızlandı. 1964’teki İstanbul Rumlarını kovalama eylemi kaçışı daha da artırdı.[17]

‘RUMLARA ZARAR VERME KASTI’

6-7 Eylül’le ilgili resmî zevat ancak Yassıada’da yargılandı. 1950-1960 döneminde Meclis’in ve siyasi hayatın hâkim partisi DP icraatı, 1960 darbesi sonrasında dava konusuydu.

Yassıada Yargılaması, mahkemenin kurulması ve kararları hep tartışıldı. Hukuki açıdan savunulması mümkün olmayan Yassıada özel mahkemesinde DP’nin hükümet icrasıyla ilgili açılan 15 davadan biri de ‘6-7 Eylül Olayları Davası’ idi (Esas No: 1960/3) ve 11 sanığı vardı. Mahkeme kararında bombanın patlatılmasının yok sayılması, yargılamanın yalın özetidir.

28 Ekim 1960 tarihli Hayat Dergisi kapağı

Sanıklardan eski Başbakan Adnan Menderes ile eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun her birine 6 yıl hapis ve 375 lira ağır para cezası ve eski İzmir Valisi Kemal Hadımlı’ya da 4 ay 15 gün hapis ve 75 lira ağır para cezası verildi. Cezalandırmanın nedeni, gösteriyle “Anayasa’nın zemin olduğu mal ve mesken masumiyetini ihlâl” etmektir. Eski Devlet Bakanı Fuad Köprülü, eski Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin, eski Selanik Başkonsolosu Muavini Mehmet Ali Tekinalp, eski Selanik Konsolosu kavası Hasan Uçar ile o yıllarda Yunanistan vatandaşı öğrenci Oktay Engin’in beraatine ve sabık Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, eski İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay ile eski İstanbul Emniyet Müdürü Alâettin Eriş’in de dosyada sanık olamayacağına karar verildi. 6-7 Eylül şahitlerinden olaya tertip diyen de oldu demeyen de. Kararda, “Rum vatandaşlara karşı müessir nümayişte ızrar [zarar] kasdının mevcudiyeti aşikârdır” denildi.[18]

6-7 Eylül’ün bilançosunda kasten en çok Rumlara zarar verildiği tespiti, Yassıada kararında da yer aldı ve Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Kemal Hadımlı cezalandırıldı. Kararda göstericilerin yağma fiili dikkate alınırken, göstericileri hareketlendiren Selanik’te patlayan bomba fiili yok sayıldı ve ismi geçenler de beraat ettirildi.

Oysa Yüksek Soruşturma Kurulu’nun 21.9.1960 tarihli kararına göre, bomba Türkiye’den Yunanistan’a götürülmüş ve 5-6 Eylül gecesi patlatılmıştı.[19] Kararında bunu dikkate almayan mahkeme, Menderes’in çelişkisi üzerinde de durmamıştı. Yassıada dava dosyasına[20] göre, bomba haberinin saat 13’te radyoda yayımlanması için özel izin veren Menderes, olayı valinin aramasıyla saat 16 civarında öğrendiğini söyleyerek neden doğru beyanda bulunmamıştı?

Mahkeme kararında yok sayılan bomba, diplomasinin de konusuydu. Amerikan İstanbul Konsolosluğunun raporunda[21] İstanbul’da göstericilerin saldırısıyla bomba arasında doğrudan ilişki kurulmuştu.

VE İSTANBUL DA YÜZDE 99 İSLAM

6-7 Eylül’le temellendirilen kontr-planın uygulanmasıyla İstanbul da Anadolu’dan ve Trakya’dan sonra yüzde 99 İslamlaştı. 1955’te İstanbul’un 1,5 milyonu aşan nüfusunun 179 bini yani yüzde 12’si Hıristiyan (142 bin) ve Musevi’ydi. Bu oran, 1960’ta yüzde 10’a ve 1965’te yüzde 7’ye geriledi.[22] 1964’te İstanbul Rumlarının kovalanması sonrasında Hıristiyan ve Musevi nüfus payı sürekli azaldı. 2022 itibariyle İstanbul’un 16 milyonluk nüfusunun tahminen 100 bini Hıristiyan ve Musevi. Oysa 1955’teki yüzde 12’lik nüfus payı korunmuş olsaydı, 2022’de 1,9 milyon Hıristiyan ve Musevi yaşıyor olacaktı. Demek ki, 67 yılda 1,8 milyon Hıristiyan ve Musevi terk-i İstanbul eylemişti. Can ve mal güvenliğinin imhasıyla binlerce yıllık emeği-kültürü berhava edilerek, Türk-İslam İstanbul var edildi!

Göstericiler İstanbul’da kilise kapısında çok neşeli (Foto: BCA-F: 010.9/K: 112, D: 352, S: 1, s. 8)

Menderes ve hükümetinin 6-7 Eylül imhasına fail arayışında aklına ilk gelen komünistlerdi. Belki de sonrasında soruşturmanın nasıl yapılacağı düşünülmüş olmalı ki, hemen fişli komünistlerin tutuklanmasına hükmedildi. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Dr. Nihat Sargın, Asım Bezirci, Aslan Kaynardağ, Dr. M. Hulûsi Dosdoğru, Dr. Can Boratav ve İlhan Berktay dâhil 45 kişi, 6-7 Eylül imhasından sorumlu tutularak gözaltına alındı ve tutuklandı.[23] Bunlardan biri de Sabahattin Ali’nin katili Ali Ertekin’dir. Alay eder gibi! Kıbrıs Türktür Cemiyeti yöneticileri de hedeftedir. Gözaltına alınır ve tutuklanırlar. Sonunda komünistler de cemiyetten olanlar da beraat eder.

Yunanistanlı komünistler de unutulmadı. Selanik’te bombayı atan kimdi sorusuna Menderes’in cevabı, komünistlerdi. Menderes bununla kalmadı, “Yunanistan’ın yüzde 30-35’i komünist mevcuttur” tespitinde bile bulundu.[24]

DP iktidarında Başbakan Menderes’in yanında 1910’ların İttihatçısı Celâl Bayar vardı. Cumhurbaşkanı Bayar, hayli deneyimliydi; 40 yıl öncesi 1913-1914’te ‘Gavur İzmir’in Türkleştirilmesi harekâtını sahada planlayıp Rumları kovalayan İttihatçıdır[25] ve 17 yıl önce de 1938’de Dersim kırımında CHP’li Başbakandır.

Londra’da Kıbrıs görüşmelerinin tıkandığı anda bombanın patlatılması ve haberleştirilmesi, organize edilen binlerce insanın sokağa dökülmesi, tespit edilen yerlerin yağmalanması, resmî temasla kurdurulan Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni ve başkanı Hikmet Bil’i Başbakan Menderes’in fiilen görevlendirmesi ve 5000 lira vermesi, Fuad Köprülü’nün ‘tertip’ ve Sabri Yirmibeşoğlu’nun kontrgerilla itirafı, Atatürk Evi’ne bomba haberini yüz binlerce insana okutan İstanbul Ekspres’in sahibi Mithat Perin’in MİT’çi kimliği, Menderes hükümetinin (ve devletin) parmak iziydi! Bir diğer parmak izi de mağdurlara, “oldu bir kere, uzatmayalım” tavrında devede kulak ödenen tazminattı.

Yassıada yargılamasında fail veya failler belirlenmiş değildir. 6-7 Eylül pogromunun bilinen failleri ‘meçhul’ kaldı! Böylece 6-7 Eylül de meçhuller listesine eklendi.

NOTLAR

[1] BCA-F: 010.9/K: 108, D: 337, S: 1, s. 2-4

[2] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 109.

[3] Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekat, Tekin Yayınevi, İstanbul-1991, s. 102-105.

[4] Fatih Güllapoğlu ile 6 Aralık 2005’te Dünya gazetesinde görüştüm. N.O.

[5] Mehmet Arif Demirer, Yassıada 6/7 Eylül Davası, Bağlam Yayınları, İstanbul-1995, s. 377.

[6] Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, cilt: 1, Kastaş Yayınevi, İstanbul-1999, s. 153-154.

[7] Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yayınları, İstanbul-2002, s. 251, 271.

[8] İsmail Tansu (Emekli Albay), ‘Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’, Minpa Matbaacılık, Ankara, s. 61-70, 80, 103-111.

[9] Ecevit Kılıç, Özel Harp Dairesi, 2. Baskı, Güncel Yayıncılık, İstanbul-2007, s. 85.

[10] Hikmet Bil, Kıbrıs Olayı ve İçyüzü, Belde Yayınları, İstanbul-1976.

[11] Mehmet Arif Demirer, age, 377.

[12] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 51.

[13] TBMM ZC, devre: X, cilt: 7, s. 668-693.

[14] Yeni Sabah, 5.6.1960, aktaran Mehmet Arif Demirer, age, s. 97-100.

[15] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 48.

[16] TBMM ZC, devre: X, cilt: 9, s. 64-87.

[17] Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2005, s. 34-37, 39-40, 44; 6-7 Eylül Olayları, Fahri Çoker Arşivi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2005, s. 260; Yüksek Adalet Divanı Kararları-Yassıada, 1960-1961, II Bölüm’de 6-7 Eylül Olayları Davası, s. 9.

[18] Yüksek Adalet Divanı Kararları-Yassıada, 1960-1961, I. Bölüm (s. 163) ve II Bölüm, (Esas No: 960/3 dosya, Sonuç ve Uygulama’da s. 1-3, 47, 53).

[19] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 1, s. 31, 42.

[20] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 59-62; BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 24, 26.

[21] Dilek Güven, age, s. 71

[22] DİE, Gene Nüfus Sayımı 1955, Yayın No: 399, s. 108, 117, 119; DİE, Genel Nüfus Sayımı, 1960, Yayın No: 452, s. 171; DİE, Genel Nüfus Sayımı, 1965, Yayın No: 568, s. 230.

[23] M. Hulûsi Dosdoğru, 6/7 Eylül Olayları, Bağlam Yayınları, İstanbul-1993, s. 35-37.

[24] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 49.

[25] Celâl Bayar, Ben De Yazdım, Millî Mücadeleye Gidiş, Sabah Gazetesi Kitapları, İstanbul-1997, cilt: 5.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.