İstanbul Sözleşmesi sonrası kadın hakları: Yeni bir yol haritası için hasar tespiti - 1

Türkiye’de yüzyıldır iyi kötü sürdürülen 'kadın ve erkeklerin haklar, toplumsal fırsatlar ve yararlanılan kamu hizmetleri açısından eşit hale getirilmesi' hedefi temellerinden değişiyor.

Fotoğraf: Dilara Açıkyıldız / csgorselarsiv.org
Google Haberlere Abone ol

Serpil Sancar* 

Türkiye’de cinsler arası eşitliğin devletin temel hedefleri arasından çıkartıldığı bir dönemin önemli bir dönemecindeyiz. Artık kadın haklarının hak temelli korunmasından söz etmek giderek zorlaşıyor. Bunun yerine cinsiyet adaletinden, kadınların güçlendirilmesinden bahsediliyor ama bunların içi de insan hakları hukuku ile değil, dinî yorumlarla dolduruluyor.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nden 20 Mart 2021 tarihli bir Cumhurbaşkanı kararı ile çekildi. Bu karar bir süredir devam eden, kadın hakları karşıtı siyasal akımın önemli bir kazanımı oldu. Artık kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından çok önemli bir hukuki düzenleme olan İstanbul Sözleşmesi mevzuat ve uygulamadaki eksikleri ve boşlukları doldurmak için işlevsel niteliğini yitirmiş durumda. Sözleşmeden çekilmenin Türkiye’de kadın hakları karşıtı dar bir çevrenin siyasi baskısı ile ortaya çıkan bir durum olduğunu bu süreçte yakından gördük. Bu gelişme artık kadın haklarının korunması açısından devlet kurumlarının işlevsiz hale geldiğini gösteren yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirilmeli.

Bu nedenle, temel bir kamu politikası olarak toplumsal cinsiyet eşitliği hedefinden vazgeçilmesi ile karşı karşıya olduğumuz bir durumdayız. Bu nedenle gelinen noktada kadın haklarıyla ilgili kamu kurumlarının ne yapmakta olduğunu gözden geçirmek yani bir tür “hasar tespiti” yapmak zamanı. Önümüzdeki yeni dönem için bir yol haritası çıkartabilmek için böyle bir tartışmanın gerekli olduğu açık (1).

KADIN KARŞITI EĞİLİM 2010'DA BAŞLADI

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasıyla, 1985 yılında başlayan kadın haklarını koruma için olumlu adımlar atma dönemi sona ermiş görünüyor. Bu tarihte Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) imzalamış ve kadın haklarının korunması için bir siyasî-bürokratik mekanizma kurarak önemli hukuki ve siyasî gelişmeler sağlamıştı. Bu dönem, toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımının devletin temel normları arasında kabul edilerek politikalar geliştirildiği ve uygulandığı bir dönemdi. Bu süreçte devlet kurumları ile kadın hakları sivil örgütleri çoğu zaman birlikte ve paralel çalışarak cinsiyet eşitsizlikleriyle ilgili sorunları gündeme taşıyıp çözümler için ortak çalıştılar. Birçok alanda önemli reform adımları atıldı. Bunların başında, kadınlara yönelik erkek şiddetinin görünür kılınması ve önlemeye yönelik kamu politikalarının geliştirilmesi gelir.

İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmanın görünür kıldığı kadın hakları karşıtı siyasî eğilim aslında 2010 yılından bu yana adım adım devam etmekteydi. Bu nedenle bu tarihten sonra olanlara topluca göz atmakta yarar var. Bu süreçte CEDAW’a atılan imza ile kurulan Kadın Bakanlığı adım adım ortadan kaldırıldı. Cinsiyet eşitliğini sağlama politikası rafa kaldırıldı ve yerine ailenin korunması politikası kondu. Bu politikaların uygulanmasında Diyanet’e aktif görev verildi. Anayasa’nın cinsiyet eşitliği ile ilgili en önemli üç maddesi (10, 41. ve 90. maddeler) hükmü artık uygulamalarda dikkate alınmıyor.

Daha detayda bakarsak, AKP hükümetinin 2010 yılından başlayarak toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın haklarını koruma ile ilgili olarak, 1985 sonrasında uygulanmaya başlanan cinsiyet eşitliğini sağlama politikalarını değiştirmeye başladığını görürüz. CEDAW’a göre uyarlı olarak hazırlanan mevzuat, eylem planları, her tür plan ve programın içerdiği eşitlik politikaları artık işlevsiz görünüyor.

2010’lu yıllardan başlayarak, evrensel kadın hakları hukukunun temel kavramı olan “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı aşama aşama resmî, siyasî ve hukuki belgelerden çıkartıldı. 2018 yılından bu yana, hükümetin resmî belgelerinde, ulusal eylem planlarında ve uygulamaya yön veren politika belgelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği, temel bir norm olarak artık kesinlikle yer almıyor. Anayasa’nın 10. maddesinin devlete vermiş olduğu görev olan “kadın erkek eşitliğini hayata geçirme” görevi yerini, “ailenin korunması ve güçlendirilmesi”, “kadınların güçlendirilmesi”, “millî ve manevî değerlerin korunması”, “cinsiyet adaleti”, “ailede merhamet” gibi hedeflere bırakmış durumda.

Acaba bu tanımların içeriğinde değişik ne var ki toplumsal cinsiyet eşitliği yerine geçiriliyor? Aslında cinsler arası eşitliğin reddedilerek yerine konan bu kavramların kullanılmasıyla kastedilenin ne olduğu ve neyin, nasıl uygulanacağı hiçbir resmî belgede yazılmış değil. İçeriği ve nasıl uygulanıp denetleneceğine ilişkin mevcut duruma baktığımızda, farklı kurumlardaki yöneticilerin ideolojik ve politik tercihlerine göre, farklı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Bunun en tipik örneği Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görülüyor.

Bu süreçte CEDAW ile oluşturulması zorunlu siyasî mekanizma olan kadın haklarından sorumlu bakanlık, zaten eksik olan işlevleriyle birlikte, daha da istikrarsız ve işlevsiz hale geldi. 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adından “kadın” kelimesi çıkartıldı. Daha sonra çalışma ve sosyal hizmetler alanındaki bakanlık yapısıyla birleştirildi. Bakanlık, bakanın kendisi ve bir genel müdür (2) dışında yöneticilerin çoğunluğu erkek olan bir kurum olarak kadın ve aileyi korumaktan sorumlu.

Kalkınma Planları ya da Ulusal Eylem Planlarında cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek ve kadın haklarını korumakla görevli kamu kurumlarının (Aile ve Sosyal Hizmetler, Adalet, Sağlık, Milli Eğitim, İçişleri Bakanlıkları ve Diyanet İşleri Başkanlığı) görev ve yetkilerini tanımlayan kurum mevzuatlarında cinsiyet eşitliği, kadın haklarını koruma gibi görev hedefler zaten tanımlanmamıştı. Şimdi bu eksiklik, ilgili kamu kurumlarının, kadın ve aileyi korumak adı altında, cinsiyetçi uygulamalarına açık kapı bırakmış oluyor. Bunun ötesinde, CEDAW’a atılan imza ile taahhüt edilen, temel yasaların cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirilmesi ise çoğunlukla yapılamamış durumda. Örneğin seçim, siyasal partiler, belediyeler ile ilgili yasaları, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın (ASHB) Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'u ve hatta 1965 yılında yazılmış 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da bunların arasında sayabiliriz.

Kadın haklarını korumakla ilgili politikaların devlet bütçesinden ayrılmış kaynak neredeyse yok gibi oldu. Personel ödemeleri dışında bakanlık bütçesinde kadın haklarını korumaya yönelik bir yatırım bulmak zor. Kadınlara yönelik hizmetler genellikle uluslararası proje fonlarından karşılanıyor ve işlerin çoğunu da sivil örgütler üstleniyor. ASHB’nın 2020 bütçesinde kadın ve ailenin korunmasına ayrılan ödeneğin, Bakanlığın toplam bütçesine oranı yüzde 1.2. Bütçenin sadece yüzde 0.97’si “Ailenin Korunması” programına ve yüzde 0.26’sı ise “Kadının Güçlenmesi” programına ayrılmış. Bu oranlar bakanlığın işlevinin artık tamamen, kadın ve aileden farklı bir şeye dönüştüğünü gösteriyor.

DİYANET'İN ART(IRIL)AN ROLÜ

Kadın ve aileyi koruma politikasını uygulama sorumluluğu alan kurumlar içinde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) giderek temel görevler üstlenen önemli bir kurum haline geldi. Şiddeti Önleme Koordinasyon Planı 2020-2021 kapsamında 2018 yılında DİB ile imzalanan işbirliği protokolünde kurum, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın görev alanına giren konularda etkin görevler üstlendi. Diğer kurumlar gibi, DİB’nın da bu görevi yaparken uygulayacağı ilkeleri içeren, Anayasa ile uyumlu bir mevzuat düzenlemesi yok. DİB faaliyet raporlarında bu görevi yaparken uyacağı ilkeleri “merhamet”, “şefkat”, “adalet” gibi kamu hizmeti ve kamu düzeni içinde hukuki anlamı olmayan kavramlarla ifade ediliyor.

Cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmekle görevli devlet kurumları, bu görevi yapmak yerine, kendi doğru bulduğu dinî görüşlerini uygulamaya geçiren yöneticiler eliyle yönetilmeye başlanmış. Bu kurumlar çoğu zaman hukuka göre değil, dinî yorumlara göre uygulama yapıyor. Kamu gücü, hukuka göre, hak temelli bir yaklaşımla değil, yöneticilerin kafasına göre tanımlanmış manevî değerler ve ahlak normlarına göre çalışıyor.

Hükümetin “ailenin korunması”na ilişkin yeni politikasının Anayasa’nın 41. maddesindeki “eşler arasındaki eşitlik” ilkesine uygun olup olmadığı önemli bir izleme alanı. “Ailenin korunması” politikası neleri içermeli? Buna ilişkin bir politika belgesi hazırlanmış değil. Uygulamada her kurum kendi yöneticilerinin takdirine göre yapacağı işleri belirliyor. Aile Bakanlığı başka, Diyanet başka, Sağlık Bakanlığı başka içeriklerle çalışıyor. “Ailenin korunması” adı altında gerçekleşen çoğu uygulamada kadınlara aile sorumluluklarını nasıl üstlenecekleri öğretiliyor, boşanmanın engellenmesi, ailede hoşgörü ve itaat değerleri savunuluyor.

Kadınların güçlendirilmesi politikasında olduğu gibi, ailenin güçlendirilmesi politikasında da hedef gruplar arasında erkekler hiç yer almıyor. Kalkınma Planları, eylem planları, plan ve projelerde yer alan politika hedef grupları arasında, erkekler, fail ya da mağdur olarak yok. Oysaki erkek şiddetinin önlenmesi, sorumlu ve duyarlı babalığın teşviki gibi konular, kamu hizmetinin hedef ve politikaları arasında yer alması gereken temel konular. Ayrıca hem şiddet failleri olarak, hem de şiddeti önlemede aktif rol oynayacak toplum kesimleri içinde erkeklerin yer alması stratejik öneme sahip. Bu tür politikaların hedefi pratikte sadece kadınlar; kadınlar muhatap, kadınlar çözüm, kadınlar hem mağdur hem fail!

Türkiye’de cinsiyet eşitliği ve kadın haklarını korumayla ilgili iki ayrı ulusal eylem planı yapılıyor (“Kadının Güçlendirilmesi” ve “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi”). Bu eylem planlarında mevcut eşitsizlikler tanımlamış ve politikalara konu edilmiş olmakla birlikte, önerilen faaliyetlerin bir kısmının uygulanmadığını görüyoruz ama neden uygulanmadığına dair bir açıklama bulamıyoruz. Çünkü ulusal eylem planlarının izleme raporları hazırlanıp yayınlanmıyor, bu nedenle de planlarda yazılan faaliyetlerin ne ölçüde gerçekleştiğini bilmiyoruz. Şimdiye kadarki her bir planın farklı ideolojik ve politik tercihlere göre yazılmış olması bir yana, uygulamanın değerlendirilmemesi nedeniyle eylem planları, uyulması gerekli bir devlet belgesi değil. Daha çok temenni niteliğindeki siyasî parti programı ya da seçim beyannamesi türü belge olmaktan öte anlam taşımıyor.

CİDDİYETSİZ POLİTİKALAR, EKSİK VE DAR TANIMLAMALAR

Kadın haklarının korunması ile ilgili en önemli kamu politikası kuşkusuz ki kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi politikası. Politikanın en önemli eksiği mağdur odaklı olması; şiddeti önlemeye değil, sonuçlarını telafi etmeye yönelik olmasıdır. Fail erkekler hiçbir zaman politikanın hedef grupları arasında tanımlanmıyor. Oysaki erkek şiddetin önlenmesi, ceza ve hapis tedbirlerinden önce, erkeklerin şiddete karşı bir tavır benimsemelerine bağlı ve öncelikle erkeklerin şiddeti öğrenme ve günlük hayatlarında uygulama pratiklerine bakılarak engelleyici önlemler devreye sokulması gerekiyor. Bu konuda geliştirilmiş ve uygulanan hiçbir ciddi politika yoktur.

Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin siyasî belgelerde sorunun, çoğu zaman, kadınlara merhamet ve acımayı çağrıştıran vicdanî bir sorun olarak tanımlandığını; sadece aile içi şiddete indirgenerek ele alındığını görüyoruz. Kadınlara yönelik şiddetin tanımı o kadar dar ki, erken yaşta ve zorla evlendirmeler, kadın yoksulluğu gibi olgular hâlâ şiddet olarak tanımlanmıyor.

Ulusal politika belgelerine göre çocukların cinsiyeti yok; ayrımcılığa ve şiddete uğrayan çocukların kız ya da oğlan olması fark etmiyor. Oysaki Türkiye’de hızla açığa çıkmaya başlayan çocuk cinsel istismarının, çocuk yaşta ve zorla evlendirilen kız çocuklarının varlığı, olguların cinsiyet boyutunun olduğunu bize gösteriyor. Evlenme yaşı olan 18 yaşından önce evlendirilmiş kız çocukları oranının 25 yaş altı kadın nüfusta yüzde 18 olması, bu alanda özel çözüm politikalarının gerekli olduğunun kanıtı. Oysaki “Erken Yaşta ve Zorla Evliliklerle Mücadele Eylem Planı”nın hazırlandığı bilinmekle birlikte, kaç yıldır hâlâ yayınlanmadığı da bilinmekte.

11. Kalkınma Planı’nda cinsiyet eşitsizliklerine sadece eğitim, istihdam, sağlık, ailenin güçlendirilmesi ve kadın alt başlıkları ile ilgili yer verilmiştir. Çocuk, gençlik, sosyal hizmetler, yoksulluk, yaşanabilir kentler, sürdürülebilir çevre, şehirleşme gibi diğer alt başlıklarda tamamen cinsiyetsiz hedef ve politikalar tanımlanıyor. Söz konusu alanlarda kadın ve kız çocuklarının maruz kaldıkları cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili saptanan hiçbir hedef ve politika yok. Bu durum, ulusal düzeyde temel politika hedefi olan cinsiyet eşitliğini ana akımlaştırma amacının eksik uygulandığını gösteriyor.

Bu saptamalar doğruysa, Türkiye’de yüzyıldır iyi kötü sürdürülen 'kadın ve erkeklerin haklar, toplumsal fırsatlar ve yararlanılan kamu hizmetleri açısından eşit hale getirilmesi' hedefi temellerinden değişiyor demektir. Öyleyse bu konuda izlemelerimizi ve saptamalarımızı derinleştirerek durumu kamuoyuyla paylaşmaya devam etmeliyiz. (2)

*Prof. Dr.

1- Bu yazıda bahsedilen olguların dayandığı belge ve veriler için bkn: Serpil Sancar, et all, 2021, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini İzleme Raporu 2019-2020 

2- Kadının Statüsü Genel Müdürü