İsrail’in yalın ayak düşmanları ya da Ağıt Kapısı’nın efendileri
Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.
İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşının bölgeselleşme ihtimali tartışılırken Yemen akla gelen son dış halkaydı. İsrail’e kuzeyden cephe açan Hizbullah, İsrail-Amerikan ikilisinin endişelerinin birincil ağırlık noktasını oluştururken Golan’dan üçüncü cephe ihtimali bölgeselleşmenin ikinci halkasıydı. Üçüncü halkaya Suriye ve Irak’taki Amerikan üslerini hedef alan Şii milis güçlerini koymak gerekiyordu. Tabi çatışmaların doğrudan İran’ı da içine alması halinde cephe hattının Amerikan üslerinin bulunduğu Körfez ve petrolün çıkış boğazı Hürmüz’den Umman denizine, oradan gemi taşımacılığının kritik güzergahı Bab el Mendeb’den Kızıldeniz’e yay gibi gerilebilirdi. ‘Direniş ekseni’nde sıralanırken bazen unutulan Yemen’deki Ensarullah kısa devre yaptı.
Suudi liderliğinde koalisyonun 2015’ten beri yürüttüğü savaşla harabeye dönmüş Yemen’in Gazze’yle dayanışma adına İsrail’e balistik füze ve SİHA göndermesi şaşırtıcıydı. Tehdit önce biraz küçümsendi. Fakat Kızıldeniz’deki karşı önlemlere kadar 1600 kilometrelik bir menzilde yer alan Eylat limanı etkilendi. Husiler, Kızıldeniz’deki Amerikan gemilerinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunma sistemini aşıp İsrail’e füze göndermenin beyhude olduğunu görünce gemilere yöneldi. Galaxy Leader ele geçirildi.
CENTCOM’a göre, Husiler SİHA ve gemi savar balistik füzelerle uluslararası sularda üç ticari gemiye dört saldırı düzenledi. Üç SİHA bölgedeki USS Carney destroyeri tarafından önlendi.
Taktik değişim, İsrail’in canını acıtmış olmalı ki ABD ciddi pozisyonlar almaya başladı. İsrail için seyrüsefer imkânının kalmaması ciddi bir durum. Rota değiştirmek nakliye, sigortalama ve süre açısından maliyetleri artırıyor. Tel Aviv uluslararası güçler önlem almazsa bunun icabına bakacaklarını duyurdu. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan yeni bir deniz görev gücü için ortaklarla görüştüklerini açıkladı. Fakat halihazırda 2022’de 38 ülkenin katılımıyla oluşturulmuş “Birleşik Görev Gücü 153” var. Anlaşılan biraz kâğıt üzerinde kaldığı düşünülen bu gücü daimi kılmayı hedefliyorlar.
***
Yemen Silahlı Kuvvetler Sözcüsü Yahya Seri hafta sonu Gazze'ye ihtiyacı olan gıda ve ilaç verilmezse sadece İsraillilere ait olanları değil İsrail’e giden tüm gemileri hedef alacaklarını duyurdu. Haliyle tehdidin muhatapları listesi küreselleşiyor.
“Ağıt Kapısı” anlamına gelen 20 mil genişliğindeki Bab el Mendeb’den yılda 17-21 bin arasında gemi geçiyor. Yani petrol ve doğalgaz dahil küresel ticaretin yüzde 12'si buradan yüzüyor.
Husilerin askeri kanadı Ensarullah’ın bugünkü hamlesinin bir benzerini 1973 savaşında Mısır yapmıştı.
Lime lime edilmiş olmanın ötesinde Suriye gibi farklı güçler arasında bölünmüş Yemen’in başkenti Sana’yı kontrol eden Husilerin taş devrine döndürülmeyi göze alması basitçe iki çıkarıma bağlanabilir:
- Yıkıcı savaş yüzünden Yemen’de kaybedecek bir şey kalmadı.
- Siyonist İsrail’e karşı Husilerin ideolojik adanmışlığı her şeyin üzerinde.
İslamcı kesimler Husilerin ümmetin onurunu kurtardıklarını düşünüyor. Bu övgüler özellikle direniş unsurlarını desteklerken doğrudan çatışmalara girmeyen, hatta Amerikan tarafıyla dolaylı müzakerelerde kendisini büyük savaşı önleyecek güç olarak konumlandırdığı söylenen İran’dan geliyor.
ABD ortaklarıyla verilecek yanıtları değerlendiriyor. Biden yönetiminin doğrudan Yemen’e saldırı emrini vermekte acele etmediği aktarılıyor. İsrail’in şu aşamada Yemen’e saldırmaması, ABD’nin de önleyici atışlarla yetinmesi Gazze’deki savaşın bölgeselleşmesi konusundaki hassasiyetle bağlantılı gibi duruyor. İran ile ABD arasında doğrudan bir çatışma kâbus senaryosu olarak ele alınırken iki tarafın da ayak izleri bundan kesinlikle kaçınmaya çalıştıklarını gösteriyor.
Bir neden daha var: Gazze, Yemen’deki barış görüşmelerinin kritik aşamasına denk geldi. Husilerin tutumuna rağmen Amerikalılar Yemen’de tarafları uzlaştırma sürecinin ölmediğini söylüyor. Belli ki Biden yönetimi, özel temsilci Timothy Lenderking’in mekik diplomasisinin sonuçlarını heba etmek istemiyor.
***
Husilerin İran bağlantısı epey zamandır tartışılıyor. Pentagon İran’ın rolünü ‘saldırıları kolaylaştırmak’ diye tanımlıyor. İsrail-Amerikan ekseninin fermuarsız ağızları ise salvoları “İran füzeyi veriyor, Ensarullah ateşliyor” diye okuyor. Aksi bir yorum da beklenmez.
İlk zamanlar kendisini Yemen’in iç gündemiyle sınırlamış olan Ensarullah’ın Hizbullah’tan esinlenerek bir dönüşüm geçirdiği söylenebilir. İranlı yetkililer Ensarullah’ı direniş ekseninin bir parçası olarak övse de Dışişleri, Husilerin kendi kararlarıyla hareket ettiğini savunarak suçlamaları reddediyor. Hareketin dinamiklerini anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekiyor.
Liderleri Hüseyin Bedreddin el Husi’nin adına atfen Husiler diye anılan Ensarullah 1980’lerde ortaya çıktı. 1962’ye dek Yemen’e 1000 yıl hükmetmiş Zeydi İmamet geleneğinin küllerine üfleyerek büyüdü. Onlarca yıldır ikinci sınıf muamelesi görmüş Zeydilerin duygularını siyasal bir itiraza dönüştürdü. Ve birkaç yılda merkeze kafa tutacak konuma geldi.
Politik yönelimleriyle zamanla geleneksel çizgiden ayrılıp İran’a yaklaştı. Artık İranlılar gibi “ABD’ye ölüm, İsrail’e ölüm” diyorlar.
Ensarullah, Arap Baharı isyanlarıyla Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin ardından ulusal hükümet kurma çabalarının çökmesi üzerine 2014’te başkent Sana’yı ele geçirmişti. İran’ın kuklası olarak suçlandılar ama Tahran’ın “Sana’ya gitmeyin” telkinini dinlemediler. Zeydiler ve İranlı Şiiler arasında mezhepsel payda olsa da iki farklı gelenek söz konusu. Zeydiye 12 imam inancının dışında bir akım. Hatta Sünnilere en yakın Şii grup. 12 imam geleneği içinde Zeydileri Şii saymayanlar bile var. Husilere karşı savaşan cephede Zeydiler de mevcut. Bütün kredisini 1990’da ülkeyi birleştirmesine borçlu olan Ali Abdullah Salih de Zeydi idi.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği koalisyon 2015’te ABD ve Britanya’nın desteğiyle Husileri püskürtüp Abed Rabbo Mansur Hadi başkanlığındaki ‘tanınmış hükümeti’ Sana’ya taşıma hedefiyle savaş başlattı. Onbinlerce insanın ölümüne, yüzbinlerce insanın evsiz-barksız kalmasına ve milyonlarca insanın açlıkla yüzleşmesine neden olan müdahale başarısız oldu. Husiler havaalanları ve petrol tesislerine gönderdiği füzelerle kısmen savaşı Suudi topraklarına taşımayı başardı.
Suudiler kurucu liderin tembihini unutmuştu. Kral Abdülaziz 1934’te Yemen’i işgal edip Asir, Cizan ve Necran’ı ele geçirmişti. Yemen’in geri kalanından neden çekildiğini açıklarken “Yemen’i bilmiyorsunuz; dağlıktır ve kabilelerden oluşur. Kimse kontrol edemez. Tarih boyunca fethetmeye kalkışanların hepsi başarısız olmuştur. Son başarısız işgalci Osmanlı’dır. Halkımı heba etmek istemem” demişti. Abdülaziz’in torunları bunu göz ardı edince çakıldı. Bugün İsrail’e uzaktan cephe açanlar, Suudileri ‘çaresiz’ bırakanlarla aynı kişiler. Yalın ayaklılar. Suudilerin gönlü Husilerin başının ezilmesinden yana; bunu İsrail bile yapsa ‘İstemem ama yan cebime koy’ diyebilirler. Bu arada savaşın üzerinden iki yıl geçmeden Suud-Emirlik ikilisi birbirine düştü. Ortak hedef önce Aden’e kaçan, sonra Riyad’a yerleşen Hadi’yi koltuğuna döndürmekti. Ama Suudiler 2014’te terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah’ı bu savaşta kara gücü olarak kullanıyordu. Salih’in kızağa alınmasında rolü olan General Ali Muhsin el Ahmar da Islah’ın kurucularından biri olarak Husilere karşı savaşa öncülük ediyordu. Tescilli Müslüman Kardeşler düşmanı BAE ise ayrılıkçı güney ile iş tutuyordu. BAE, Devlet Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturan Ahmar'dan da uzak duruyordu.
Sonuçta Husiler Zeydilerin yoğunluklu olduğu tarihi Saada merkezli kuzey bölgelerindeki hakimiyeti başkente taşıdı. Artık Kızıldeniz kıyılarını da kontrol ediyorlar. Güneyde Aden, Taiz, İbb, Zincibar ve Mukalla gibi yerlerde Husiler yok sayılır. Orta kesimlerde ise aşiretler Sünni güçlerle çalışıyor. Hatta bazı Sünni aşiretler Husilere karşı El Kaide’yi destekledi. Yıllarca “Yemen’de El Kaide’ye karşı savaşıyoruz” diyen Amerikalılar da Husilere karşı Hadramavt, Ebyan ve Şebva’da El Kaide’nin önünü açtı. Yemen’deki El Kaide “Husilere karşı İhvan dahil tüm Müslümanlarla birlikte savaşıyoruz” diyordu.
ABD’nin yönlendirmesiyle dönemin BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid de 2018’de Islah’ın liderleri Muhammed Abdullah el Yadumi ve Abdulwahab Ahmed el Ansi’yi Abu Dabi’de ağırlayarak Müslüman Kardeşler’le çalışma yoluna girdi. Husilere karşı cepheyi sağlam tutmak için… BAE’de Islah adıyla örgütlenen Müslüman Kardeşler’e yönelik sağlam bir temizlik operasyonu yapılmıştı. Kamuya sızmış ne kadar ‘Kardeş’ varsa fişlenip atılmıştı. Yemen’deki Islah da küresel Müslüman Kardeşler’le bağının kalmadığı taahhüdüyle BAE’nin elini rahatlattı. Suudi-Emirlikler ikilisini eleştiren Nobel’le ödüllendirilmiş Arap Baharı figürü Tevekkül Kerman’ın da Islah üyeliğini yakarak “Artık pir-u pak hale geldik” dediler.
Fakat hiçbir plan tutmadı. “Meşruiyetini yeniden tesis edeceğiz” dedikleri Hadi’yi de çöpe attılar. ABD’nin yönlendirmesi ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın baskısıyla Hadi önce yardımcısı Ahmar'ı görevden aldı, ardından kendi görevine son verdi. Yetki sekiz kişilik bir konseye devredildi. Yemenliler bu operasyonu Muhammed bin Selman’ın 2017’te Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi ayağına çağırıp otel odasına hapsederek istifa mektubu yazdırmasına benzetiyor. Burada halk yok, onur yok, Riyad’ın tercihleri var. Haliyle Hadi’ye “Suud kuklası” diyenler konseyi de “Riyad’ın çıkarlarını temin komitesi” olarak görüyor. Konseyin başına eski İçişleri Bakanı Reşad el Alimi’yi getirdiler. Husiler için o da şaibeli bir isim. Hakkında üç suçlama sıralanıyor: Savaş sırasında Suudilere vurulacak yerlerin listesini vermek, 2014’te BM uhdesindeki görüşmelerde ABD'nin askeri varlığını yasallaştırmak için öneri sunmak ve normalleşme taahhüdüyle İsrail’le flört etmek. Suud-Emirlikler ikilisi Husiler aleyhine denklemi yeniden kurmak için 3 milyar dolar yardım ayırmayı da kararlaştırmıştı. Lenderking’in çabaları bunlarla bağlantılı.
***
Husilerin İsrail'e yönelik saldırılarını İran'ın jeopolitik manevralarının bir parçası olarak görme eğilimi çok yaygın. Fakat yerel gözlemciler bu tespiti yeterli bulmuyor. Öne çıkan birkaç nokta var:
- Filistin’e destek Husilerin içerde kendi tabanını genişletmesine ve konsolide etmesine yarayabilir.
- İsrail’e saldırılar Husilerin bölgesel etkinliğini artırabilir. Arap rejimleri İsrail ve ABD’ye karşı hiçbir şey yapmazken Husiler takdirle izleniyor. Husilerin İran’ın desteğiyle meşru hükümeti devirdikleri suçlaması etkisini yitirebilir. Yani Gazze salvoları içerde ve dışarda meşruiyet sorununun giderilmesine katkı sunabilir.
- Saldırılarla ilgili açıklamalar Ensarullah değil Yemen Silahlı Kuvvetleri adına yapılıyor. Bu da uluslararası toplumda Husilerin ülkenin hakimi oldukları algısını yerleştiriyor. Bunun nisanda kurulan müzakere masasına yansımaları da olabilir.
Yemen Hava Kuvvetleri'nin eski sözcüsü Tümgeneral Abdullah el Cafri ise Tehran Times’a demecinde dini, ulusal, ahlaki, tarihi ve insani sorumluluklarına dayalı ahlaki bir duruş sergilediklerini belirtirken Yemen Silahlı Kuvvetleri ve Halk Komiteleri’nin Husilerin lideri Seyyid Abdülmelik bin Bedireddin el Husi'nin emirlerini uyguladığını söylüyor. “Yemenlilerin koyduğu kural ‘dişe diş, göze göz’; yani Bab el Mendeb karşılığında Refah kapısının açılması gerekiyor” diyor.
Lafı bağlarsak Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.
Cafri, Amerikalıların Umman aracılığıyla hem tehdit hem de teklifte bulunduklarını söylüyor. Teklif, Sana Havaalanı’nın açılması, maaşların dağıtılması ve tazminat ödenmesi gibi bazı ödünlere karşılık İsrail’e saldırıların sonlandırılmasını içeriyor.
Husilerin Amerikalılar ve vekil güçleriyle savaşı yeni değil. Canları çok yandı ve “Gazze savaşı bittikten sonra sıra Yemen’e gelecek” uyarısı Yemenliler için çok da ürkütücü gelmeyebilir.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Düşmüş Lübnan’a sömürge valisi aranıyor! 10 Ekim 2024
Soykırımdan ‘yeni düzen’ sanrısına: Aksa Tufanı’nın çıktıları 07 Ekim 2024
İran vurdu, sıra İsrail’de: Cehennemin kapıları açılıyor mu? 03 Ekim 2024
Nasrallah’tan sonra… 30 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI