İsrail-Hamas savaşında İran faktörü: Vekil güçler dahil olur mu?

Tahran savaşa dahil olmak istemediğini dile getirse de zamanın daraldığının farkında. Lübnan Hizbullah’ını, Husi’leri ve Iraklı Şii milisleri de düşünürsek savaşın yayılması muhtemel.

Google Haberlere Abone ol

Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana, bu denli büyük ve sofistike bir saldırı yaşamayan İsrail, kimilerine göre ciddi bir güvenlik zafiyeti ile karşı karşıya kaldı. Bu, İran’ın sır gibi sakladığı nükleer programına erişmeyi başarabilen, İranlı nükleer bilimcilere ulu orta suikast düzenleyen ve nükleer tesislere sayısız sabotaj eyleminde bulunan İsrail istihbaratı için fazlasıyla ironik bir durum olsa gerek. Ancak İsrail’in “yenilmez” ve “yanılmaz” olduğu tabusu git gide yıkılıyor. Öte yandan söz konusu istihbarat zafiyeti, istikrarsızlık tehlikesinin yaşandığı bir dönemin ardından geldi. Netanyahu hükümetinin aylardır yargı reformu yasası nedeniyle başı dertteydi. Kitlesel protestolar ve grev dalgası Netanyahu hükümetini ve tarihin en sağcı meclisini sarıp sarmalamıştı. Görünen o ki hem istihbarat zafiyeti yaşandığını hem de ülke içinde toplumsal muhalefetin yükseldiğini ve hükümetin güç kaybettiğini fark eden Hamas, İsrail’in Arap ülkeleriyle daha fazla normalleşmesini beklemeden harekete geçmeyi tercih etti. 1300 İsraillinin ölümüne, 4 bine yakın kişinin yaralanmasına ve 250 kişinin de rehin alınmasına neden olan “Aksa Tufanı Operasyonu”, İsrail’i savaş ilan etmeye ve savaş zamanında dahi işlenmeyecek suçları işlemeye itti. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere bir haftada 4 bine yakın Filistinli hayatını kaybetti, 12 bine yakın kişi yaralandı. Gazze’ye düzenlenecek bir kara operasyonunu ajansına alan Netanyahu, savaş suçlarına bir yenisi ekledi. Ehli Baptist Hastanesi'nin bombalanması, İran’ın veya vekil güçlerinin savaşa dahil olabileceği ihtimalini yeniden gündeme getirdi.

WALL STREET JOURNAL: 'İRAN VE HİZBULLAH SALDIRILARI PLANLARKEN HAMAS’A YARDIM ETTİ'

8 Ekim’de Wall Street Journal’da (WSJ) yayınlanan bir makalede İran’ın hem enformasyon hem de eğitim konusunda Hamas ve Hizbullah’a destek sağladığı ve 2 Ekim’de bir Beyrut’ta yapılan bir toplantı sonrası saldırıya yeşil ışık yaktığı belirtildi. Ayrıca Hamas ve Hizbullah’ın üst düzey yetkililerinden alınan bilgiler ışığında, ağustos ayından bu yana, 7 Ekim’de gerçekleştirilen hava, kara ve deniz saldırıları için İran Devrim Muhafızları komutanlarının Hamas’la birlikte çalıştığı ileri sürüldü. WSJ, Avrupalı bir yetkilinin ve Suriyeli bir danışmanının da bu iddiayı doğruladığını bildirdi. Ancak aynı haberde üst düzey Hamas yetkilisi Mahmud Mirdavi’nin, Lübnan’da gerçekleştirildiği iddia edilen bir dizi toplantıyla ilgili sorulan bir soruya, grubun saldırıları kendisinin planladığını söyledi ve ekledi: “Bu, Filistin ve Hamas'ın kararıdır.”

Üst düzey Hamas ve Hizbullah üyeleri ile bir İranlı bir yetkilinin aktardıklarına göre Devrim Muhafızları Gazze ile sınırlı olmayan İsrail’i her taraftan kuşatabilecek daha geniş ve çok cepheli bir plan üzerinde fikir birliğine varmıştı. Kuzeyde Hizbullah ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Gazze ve Batı Şeria’da ise Hamas ve Filistin İslami Cihat Örgütü operasyonları üstelenecekti. Haberde üst düzey Hamas ve Hizbullah yetkililerinin, İran’ın, Suudi Arabistan’la düşmanlığını bir kenara bırakarak, Devrim Muhafızları’nın kaynaklarını Hamas ve Hizbullah da dahil olmak üzere İsrail’e muhalif milisleri koordine etmeye, finansal yönden desteklemeye ve silahlandırmaya adadığını söyledi. İddiaya göre Hizbullah, Hamas ve Devrim Muhafızları komutanları ağustos ayından bu yana en az iki haftada bir Lübnan’da toplanarak İsrail’e yönelik saldırıyı ve sonrasında izlenilecek yolu tartıştı. Hatta İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın da toplantılardan en az ikisine katıldığını söyleniyor.

New York Times da Aksa Tufanı’ndan haberdar olan Devrim Muhafızları Ordusu, İran İslam Cumhuriyeti Rehberlik Ofisi, Hizbullah ve Hamas’la bağlantılı bazı kaynaklarına dayandırarak 13 Ekim’de yayınladığı haberinde, İran ve Hizbullah’ın, saldırıları planlarken Hamas’a rehberlik ettiği iddiasını yineledi. Habere göre Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, mart ayında İran destekli üst düzey milislerle saatler süren bir çevrim içi toplantı gerçekleştirdi ve onlara, İsrail’e karşı kapsamlı bir savaşa hazır olmaları gerektiğini söyledi. Yani İranlı yetkililer, Hizbullah ve Hamas üyelerinden oluşan dar bir lider ekibi, bir yıldan fazla bir süre önce saldırıların planlanmasında rol aldı ve milislere eğitim verilmesini sağladı. İki İranlı yetkilinin aktardıklarına göre, Hizbullah’ın gerilla savaşında deneyimli üst düzey komandoları Hamas üyelerini Suriye ve Lübnan’da eğitti, Beyrut’ta da gizli bir komuta karargâhı kuruldu. Saldırıdan dört gün önce operasyona katılacak herkes Hamas komutanları tarafından toplanıp tecrit edildi, elektronik cihazlarına el konularak dış dünyayla temasları kesildi. Bu, İsrail’in istihbarat zafiyeti yaşamasında etkili oldu. Haberde İsrail ordusunun, yakalayıp sorguya çektiği Hamas üyelerinin de operasyon için bir yıldır eğitim aldıklarını itiraf ettikleri aktarılıyor.

İddialar henüz doğrulanmadı ancak İran’ın Hamas ile yıllar içerisinde derinleşen ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda yabana atılmayacak cinsten.

ABD’Lİ VE İSRAİLLİ ULUSAL GÜVENLİK YETKİLİLERİ, İRAN’IN DAHİL OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYOR

Uzmanlar saldırı pratikleri açısından bakıldığında milislerin uzun bir eğitim ve tatbikat sürecinden geçmiş olabileceklerini söylüyor. Ancak İran’ın operasyona doğrudan dahil olduğuna dair henüz herhangi bir kanıt yok. 7 Ekim’den bu yana sıkça temellendirilen bu iddia, ilk ağızdan yalanlandı. İranlı yetkililer herhangi bir şekilde dahil olmadıklarını belirterek iddiaları şiddetle reddettiler. ABD ve İsrail’den gelen açıklamalarda da Tahran’ın operasyona doğrudan dahil olduğuna dair bir kanıt bulunamadığı vurgulandı. Hatta ABD Başkanı Joe Biden’ın 10 Ekim’de yaptığı kritik açıklamasında İran lafzı dahi geçmedi. İsrail Ordusu Sözcüsü Binbaşı Nir Dinar Politico’ya verdiği demeçte, “İran’ın dahli olduğuna dair hiçbir kanıtımız yok” diye konuştu. Bu iddia, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan tarafından da tekrarlandı.

Intercept’in üst düzey Pentagon yetkilileriyle yaptığı söyleşisinde, eski CIA Şube Şefi J.D. Maddox, “Wall Street Journal’ın sıradan Hamas ve Hizbullah kaynaklarının neden ABD hükümetinin olağanüstü incelemeye tabi tutulan kaynaklarından daha güvenilir olduğunu anlamış değilim” diyerek iddialara tepki gösterdi. Obama yönetiminde Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü olarak görev yapan Tommy Vietor, X adlı platformda (eski adıyla Twitter), Donald Trump hükümetinin şahin isimlerinden John Bolton’ın İran’ı işaret ettiği açıklamalarına şiddetle karşı çıktı ve ekledi: “Bolton’ın gazete dışında istihbarata erişimi yok. Irak savaşında yaşanılan propaganda felaketinden öğrenilen ders sıfır.”

Diğer birçok eski ulusal güvenlik yetkilisi de İran’a yönelik bu iddialar ile Irak’ın kitle imha silahları fiyaskosu arasındaki benzerliğe işaret etti. Eski bir üst düzey CIA yetkilisi Marc Polymeropoulos, “Saldırıyı yönlendirmek ve yeşil ışık yakmakla koordine etmek arasındaki fark, İran’a karşı savaşmakla savaşmamak arasındaki fark olabilir.” şeklinde çarpıcı açıklamalarda bulundu. CIA Terörle Mücadele Merkezi analistlerinden Paul Pillar, “İsrail hükümetinin, İran’ın Hamas saldırısına doğrudan dahil olduğuna dair herhangi bir kanıtı olsaydı İsrail’in bunu dünyaya duyurması çok muhtemeldi” ve “Maddi desteği içeren kapsamlı ilişkiler herhangi bir operasyonel yönlendirme veya kışkırtma anlamına gelmiyor” diyerek İsrail’in böyle bir fırsatı kaçırmayacağının altını çizdi.

ABDULLAHİYAN: 'KARA SALDIRISI DÜZENLENMESİ HALİNDE SAVAŞA MÜDAHİL OLABİLİRİZ'

Operasyona müdahil olmadığını en üst perdeden dile getiren İran, Hamas’ın “başarısından” duyduğu memnuniyeti de saklamıyor. Hatta İran, Hamas ve Hizbullah’a verdiği destekle İsrail üzerindeki baskıyı daha da arttırmaya çalışıyor. Askeri, teknik ve teknolojik desteğin yanı sıra toplumsal açıdan hem İran halkını hem de uluslararası kamuoyunu “Filistin davasını” sahiplenmeye çağırıyor. Ayrıca bir dizi diplomatik görüşme ile Şii-Sünni ayrışmasını aşarak Pan-İslamist bir yaklaşım benimsediğini ortaya koyuyor. Bunda Suudi Arabistan ile yedi yıl sonra gelen normalleşmenin de etkisi var. Bir yandan adeta bir tutkal gibi vekil güçleri arasındaki mobilizasyonu ve konsolidasyonu sağlarken diğer yandan Sünni cephe ile yakınlaşarak İsrail’e karşı ortak bir manevra alanı yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparken zamanlamayı da hesaba katıyor. Zira İran destekli milisler, yaz boyu devam eden “yargı reformu” protestolarından dolayı içeride meşruiyet kaybına ve güç aşınımına uğrayan İsrail’in en savunmasız anını yakalıyor.

Öte yandan İran yıllardır “Küçük Şeytan” olarak adlandırdığı İsrail’e karşı her ne kadar garazkâr davransa da hala uluslararası hukuk normlarıyla seslenmeye devam ediyor, “yeni cepheler açılabilir” derken Devrim Muhafızları Ordusu’nun değil Hizbullah’ın veya Irak’tan, Suriye’den kaydırılabilecek vekil güçlerin savaşa dahil olabileceğini ima ediyor. Axios’a konuşan iki diplomatik kaynağın paylaştığı bilgilere göre İran, 14 Ekim’de Birleşmiş Milletler aracılığıyla İsrail’e bir mesaj göndererek gerilimin daha fazla tırmandırılmasını istemediğini, ancak İsrail’in Gazze’deki operasyonunu sürdürmesi – özellikle Gazze’ye yönelik bir kara saldırısı düzenlemesi – halinde savaşa müdahil olmak zorunda kalacağını iletti. İsrail’e yönelik bu mesaj, Biden yönetiminin İran’ın ve İran destekli Lübnan Hizbullah’ının savaşa katılmasını engellemek için bölgeye bir savaş gemisi göndermesinin ardından geldi.

İRAN, HİZBULLAH VE HAMAS LİDERLERİYLE EYLÜL AYI BOYUNCA DİRSEK TEMASINDAYDI

İran şimdilerde uluslararası siyasette adeta bir diplomasi neferi gibi hareket etse de – Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Irak, Lübnan, Suriye ve Katar ziyareti ile Türk, Malezyalı, Pakistanlı ve Tunuslu mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmeler – Eylül ayı boyunca Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihat Örgütü liderleriyle de dirsek temasındaydı. Saldırıdan önce Tahran, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri ve Filistin İslami Cihat Örgütü Genel Sekreteri Ziyad el-Nehale’yi ağırladı. Aynı dönemde İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani de Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ayrıca ekim ayının ilk haftası Tahran’da düzenlenen İslam Birliği Konferansı’nda Hamas’ın önde gelen yöneticilerinden Usame Hamdan ve Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım da bulunuyordu. Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney’in 3 Ekim’de hem konferanstaki konuşmaları hem de X adlı platformdaki açıklamaları dikkatleri çekiciydi:

“İsrail can çekişiyor. Filistin davası İslam dünyasının temel meselesidir ve Yahudi devleti ile diplomatik ilişki kurmayı düşünen ülkeler kaybeden bir ata oynuyorlar.”

“İnşallah Filistin hareketi meyvesini verecek. Filistin halkının ve direniş güçlerinin eliyle Büyük İmam’ın [Ayetullah Humeyni] “kanser” olarak nitelendirdiği gâsıb rejimin mutlaka kökü kazınacaktır.

'İRAN TARAFINDAN DESTEKLENEN ANCAK KARARLARI HAMAS’IN ALDIĞI BİR SAVAŞ CEREYAN ETMEKTE'

Saldırıdan hemen sonra İran Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in üst düzey askeri danışmanlarından ve eski Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Seyyid Yahya Rahim Safevi’nin cüretkâr açıklamaları, İran’ın savaşa müdahil olup olmayacağı sorusunu akıllara getirmişti. Bu süreçte Devrim Muhafızlarının üst düzey komutanlarından da peşi sıra benzer açıklamalar geldi. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın 16 Ekim’de yaptığı konuşmasında kullandığı bazı ifadeler “yeni bir cephe mi açılıyor?”, “İran savaşa dahil mi oluyor?” yönündeki şüpheleri kuvvetlendirdi:  

“Önümüzdeki saatlerde kalan sınırlı zamanın BM ve siyasi fraksiyonlar tarafından İsrail’i durdurmak için kullanılmaması halinde, direniş ekseninin İsrail’e karşı yeni cepheler açma ihtimalinin kaçınılmazdır. Lübnan’ın ekonomik sıkıntıları mukavemet güçlerinin savaşa katılmasını engellemeyecek. Geçmişte IŞİD ile Tahran’da mı yoksa 2.000 km ötedeki Suriye’de mi savaşacağımızı seçmek zorundaydık. Bugün ise Siyonist postalların İran’a yaklaşmasına izin vermemeliyiz. Direniş liderleri, Siyonist rejimin Gazze’de istediği herhangi bir eylemi yapmasına ve ardından Gazze’yi terk edip direniş eksenindeki diğer bölgelere girmesine izin vermeyecektir. Bugün Gazze’yi savunmazsak, yarın kendi şehirlerimizdeki çocuk hastanelerinde bu bombalarla yüzleşmek zorunda kalacağız. Siyasi çözüm için zaman tükeniyor ve savaşın genişleme ihtimali kaçınılmaz hale geliyor. Amerikalılar bize bir mesaj göndererek itidal çağrısı yaptılar ve savaşın önlenmesini istediler. Savaşı genişletmek istemediğimizi ancak kısıtlamanın tek taraflı olmayacağını söyledik. Hizbullah’ın dizginlemesini isteyip Netanyahu’ya istediği suçu işleyebileceğini söyleyemezsiniz.”

Abdullahiyan, ABD’nin İsrail’e kara savaşı konusunda onay vermesi halinde savaşa müdahale edeceklerini söyledi ama kazın ayağı öyle olmayabilir. Bizzat dahil olmadan da sahaya sürebileceği, gerilla savaşında etkin ve deneyimli vekil güçlere sahip bir İran, şimşeklerin üzerine çekildiği bir dönemde, nükleer anlaşma gibi bir bagajı varken, ekonomik, siyasi bir kıskaç içerisinde olup yeniden sokağa çıkmayı bekleyen toplumsal muhalefetin baskısını üzerinde hissederken mümkün olabildiğince savaştan kaçınmayı tercih edebilir. Bu vekil güçler İran için yalnızca insan kaynağı anlamına gelmemekte olup aynı zamanda teknoloji transferi için de kayda değer bir önem taşımaktadır. Bu sayede İran, Hizbullah başta olmak üzere Irak, Suriye ve Yemen’deki vekil güçlerine kendi yerli-milli füzelerini üretebilmeleri için destek olmakta ve Şii hilalini kuvvetlendirme, devrim ihracını yayma ve emperyal devletlere karşı hizalanma projelerinin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır.

Hamas, Lübnan merkezli Hizbullah’a kıyasla İran ile organik ve tarihsel bir bağ geliştiremese de çoğu zaman maddi yardım, kendi insansız hava araçlarını üretebilmesi için gereken teknolojik bilgi aktarımı ve taktiksel manevra kabiliyetini Gazze dışında geliştirebilme imkânına sahipti. Özellikle Mısır’da Abdülfettah El Sisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte lojistik ve mühimmat entegrasyonu konusunda sıkıntı yaşayan Hamas’a İran’ın füze üretim teknolojisini aktarması can suyu olmuştu. Washington Post’a konuşan ve güvenlik sebebiyle ismini paylaşmak istemeyen Batılı bir istihbarat yetkilisinin “İnsanları silah kullanma konusunda eğitirseniz, eninde sonunda onu kullandıklarını görebilirsiniz” cümlesinden de anlaşılacağı üzere bölgede, iktisadî ve siyasi anlamda İran tarafından desteklenen ancak taktiksel kararları Hamas’ın aldığı ve bir savaş cereyan etmektedir.

İSRAİL KARA SALDIRISINA HAZIRLANIYOR, YENİ BİR CEPHE AÇILIR MI? VEKİL GÜÇLER NE DİYOR?

Tahran şimdiye değin savaşa dahil olmak istemediğini her fırsatta dile getirse de zamanın daraldığının farkında. Buna yönelik bazı tedbirler aldığı yönünde de iddialar var. İranlı gazeteci Mustafa Necefi, X adlı sosyal medya platformunda 15 Ekim’de Kudüs Gücü komutanı İsmail Kaani’nin milis güçleri koordine etmek üzere Suriye’de olduğu bilgisini paylaştı. Bu paylaşım, WSJ’nin 15 Ekim’deki, Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı kuvvetlerin bir kısmının İsrail sınırına kaydırıldığı haberini doğrular nitelikte. Haberde Suriyeli bir devlet yetkilisi ve Deyrizor’daki bir yerel kaynak, kuvvetlerin Suriye’nin doğusundaki Deyrizor kentinden güneye, Şam yakınlarına konuşlandırıldığını aktarıyor. Konuşlandırılanlardan bazılarının ise füze uzmanı olduğu vurgulanıyor.

Öte yandan Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında Aksa Tufanı ertesinde başlayan gerginlik tırmanıyor. Hizbullah İsrail’in kuzeyindeki Batı Celile bölgesine bağlı Şatula’ya roketli saldırıda bulundu, bir İsrail askeri hayatını kaybetti, beşi yaralandı. Buna karşılık İsrail ordusu da güney Lübnan’a topçu atışları düzenledi. Hizbullah, sınırdaki el-Rahib askeri bölgesinde İsrail’e ait bir Merkava tankını hedef aldı. Ardından Şii inancında yas, intikam ve savaş ilanı olarak yorumlanan kırmızı bayrağı göndere çekti. İsrail Hizbullah milislerinin sınırlı sayıda sızma girişimlerini doğruladı.

Şimdiye kadar yaşanan çatışmaları genel itibarıyla Lübnan’ın güney sınırı ile sınırlandırmak mümkün. Çatışmalar henüz yeni bir cephe açılmasını gerektirecek cinsten değil. Ancak Irak’taki Şii milisler ve Yemen’deki Husiler (Ensarullah Hareketi), Lübnan Hizbullah’ına kıyasla savaşa girmeye epey hevesli görünüyor. Bu durum yalnızca İsrail’in değil bölgedeki Amerikan üslerinin de hedef tahtasına oturmasına yol açabilir. İlk andan itibaren Filistin halkına ve Hamas’a desteklerini ifade eden Şii milisler saldırıya hazır olduklarını duyuruyorlar. İran’a yakın Haşdi Şabi çatısı altındaki Bedir Bedir Tugayları ve el-Fetih Koalisyonu lideri Hadi Amiri, “Washington, Siyonist rejim ile Filistin arasındaki savaşa müdahale ederse tüm Amerikan unsurlarının hedef haline getiririz” dedi.

Irak’taki Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr da 13 Ekim’de cuma namazına müteakip destekçilerini “İsrail bayraklarını yakmak ve Siyonist terörü destekleyen büyük şeytan Amerika’nın İsrail’e verdiği desteği kınamak” için Tahrir Meydanı’na çağırdı ve gösteriler düzenlendi. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü ile bağları bulunan Kata’ib Hizbullah ve Kata’ib Seyyid El-Şüheda Tugayları da İsrail ve ABD’ye gözdağı veren açıklamalarda bulundu. Hareket-i Hizbullah en-Nüceba ve Asaib-i Ehli’l-Hak da Hamas’a destek konusunda garanti verdi. Irak Hizbullah’ı olarak sınıflandırılabilecek bu silahlı gruplar ABD’ye de en az İsrail kadar öfkeli. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre, Başkan Biden Gazze’de yaşanan çatışmanın yayılmasını önlemek ve kötüleşen insani krizin BM ve diğer bölgesel ortaklarla koordineli olarak ele alınmasını sağlamak üzere Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile telefonda görüştü.

Lübnan Hizbullah’ının, Husi’lerin ve Iraklı Şii milislerin her an harekete geçebileceğini düşünürsek savaşın yayılması ve yeni cephelerin açılması muhtemel. Böyle bir durumda İran’ın bölgedeki rolü artarken nükleer müzakereler ve Körfez ülkeleriyle ilişkiler yeniden çıkmaza girebilir. İran, İsrail ve ABD’yi daha geniş bir çatışmanın içine çekerse şu konjonktürde istediği şeyleri elde etmekte zorlanabilir. Zira tansiyonu orta düzeyde tutup statükoyu elinde bulundurmak, vekil güçleri dizginleyerek ABD ve İsrail için her zaman bir tehdit unsuru olduklarını hatırlatmak, Muhammed bin Selman’ın İsrail ile normalleşmeyi rafa kaldırmasını sağlamak ve Filistin davası üzerinden meşruiyet devşirmek İran için İslamî rejimin ihtiyacı olan meşruiyeti sağlamaya yetecektir.