İranlı gazeteci Aref: Olay TV kararırken 2000’lerde İran’da kapatılan televizyonları hatırladım

İranlı gazeteci Peyman Aref, yayın hayatı 26 gün süren Olay TV’nin karartıldığı anlar için “İran’da 2000’lerde kapatılan televizyonları hatırladım” diyor. 2002 yılının Eylül ayında genç bir gazeteci ekibiyle beraber kurdukları Gülistan-i İran gazetesinin de yalnızca 24 gün yayın hayatında kalabildiğini belirten Aref, “Muhalif sesler kapatılabilir, yurt dışına sürgün edilebilir ama susmaz, susturulamaz” diye konuşuyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre, basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 173. sırada olan İran, gazeteciler için en zor coğrafyalardan ve en baskıcı ülkelerden biri olarak kabul ediliyor. Ülkedeki medya kuruluşlarının çok büyük bir bölümü Tahran yönetiminin kontrolü altında. Yönetimin baskıcı politikaları sebebiyle çok sayıda gazetecinin yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını belirten İranlı gazeteci Peyman Aref, “İran toplumu, uydu yayınları üzerinden gelen seslere odaklandı ve ulusal basın yavaş yavaş etkisini kaybetti” diyor. 

Gazeteciliğe üniversite birinci sınıftayken başlayan İranlı gazeteci Peyman Aref, Tahran Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun. Aynı alanda yüksek lisansı ve doktorası bulunuyor. 2009-2011 yılları arasında devlete karşı propaganda ve cumhurbaşkanına hakaret suçlamasından dolayı 2,5 yıl hapis yatan Aref, buna ek olarak ömür boyu meslekten men edilme cezası aldı. 2013 yılında İran’daki ceza kanununda yapılan bir değişiklikle; kişilere verilen ek cezanın esas cezadan uzun olamayacağına hükmedildi. Bu değişiklikle beraber gazeteciliğe dönen Aref, 2015 yılında İran’ı terk etmek zorunda kaldı. Şu anda Brüksel’de yaşıyor. BBC Farsça başta olmak üzere çeşitli platformlarda Farsça, İngilizce ve Türkçe makaleler yazıyor. Peyman Aref’le, İran’da basın özgürlüğünün son 20 yılını ve basının maruz kaldığı baskı ve sansür politikalarının iki ülke arasındaki benzerliğini konuştuk.

Peyman Aref

 

Özellikle son 20 yılda, basın özgürlüğüne ağır bir müdahale olduğunu ve çok sayıda gazetenin/televizyonun kapatıldığını biliyoruz. Buradan hareketle şunu sormak isterim: Basın özgürlüğüne darbe vuran süreç nasıl başladı?

Bu soruya yanıt vermek için öncelikle 90’ların ikinci yarısına dönmemiz gerekiyor. Özellikle de Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden önceki iki seneyi, 1995 ve 1996 yıllarını, ele almamız gerekiyor. 90’ların ikinci yarısından itibaren İran'da yeni bir basın dönemi başlamış oldu. Bu dönemde, evrensel değerleri taşıyan, liberal demokratik bir basın yapısı oluşmaya başladı. O yıllarda, özellikle Kian dergisi bunu yapıyor ve liberal düşünce insanlarının liberal söylemlerini İran'a taşıyordu. 97’de Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ise yeni bir açılım dönemi başladı, özellikle basın için. Aşağı yukarı 2000 yılına kadar devam eden bu döneme “basın baharı” diyoruz. 2,5- 3 yıl süren bu süreçte bazı gazeteler beş milyonluk tirajlara ulaştı. Herkesin elinde gazete vardı. İnsanlar her gün 3-4 tane gazete alıyordu ve hepsini okuyabilmek için zaman sıkıntısı yaşıyordu. Gerçekten herkes okuyordu.

BİR GECEDE 80 KURUM KAPATILDI

Peki, 2000 yılında ne oldu? Basın baharı neden sona erdi?

Siz derin devlet diyorsunuz, biz gerçek güç diyoruz. Yönetimin gerçek yüzünden yani demokratik yollarla seçilmiş cumhurbaşkanından değil; devrim lideri Hamaney’den gelen bir müdahaleydi. “Basın düşmanın karargahı olmuş” ya da “Ülkenin düşmanları basına yerleşmiş” söylemi vardı. Bu söylemin yaygınlaşmasıyla, yargı erkanı bir gecede 80’den fazla basın kuruluşunu kapatma kararı verdi. Yani, İran'da basın baharı bir gecede sonbahara dönüşmüş oldu. Bunlar, 2000 yılının Mayıs ayında oldu ve o tarihten sonra biz bir daha bahar görmedik.

Bu kapatmalar gazetecilere nasıl yansıdı?

2001’den 2002’den itibaren daha çok web siteleri dönemi başlıyordu. Web siteleri için 3-4 yıl daha olumlu bir durum vardı ama sonra onlar için de kapatılmaya doğru bir tavır alındı. Yeşil Hareket’ten sonra yani 2009’dan itibaren çok sayıda gazeteci yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bu da büyük bir mesele. 

Bu dönemdeki yoğun baskı sizi de etkiledi ve tutuklandınız değil mi?

2009’da 12 Haziran’da cumhurbaşkanlığı seçimi oldu, seçimden altı gün sonra 18 Haziran‘da ben de tutuklandım. 2,5 yıl sonra tahliye edildiğimde, telefon rehberimin yarısı kadar kişi yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Arkadaşlarım, “Geçmiş olsun” demek için arıyorlardı. Biri İngiltere numarasından ulaşıyordu, öbürü ABD’den, bir başkası Kanada’dan. Gazetecilik göç etmek zorunda kalmıştı, aslında. 

Medya kuruluşlarının kapatılması ve çok sayıda gazetecinin göç etmesiyle, İran’daki ulusal basın halkın üzerindeki etkisini devam ettirebildi mi?

Gazeteciler İran’dan çıkıp yurt dışına gidince daha çok uydu yayınları görmeye başladık. İran toplumu, uydu üzerinden gelen seslere odaklandı ve ulusal basın yavaş yavaş etkisini kaybetmiş oldu. Çünkü vatandaş basına güvenini kaybetti. “Basın sansür altında ve doğruyu söyleyemiyor, doğruları yazamıyor, anlatamıyor” düşüncesi öne çıktı.

Bu da kamu yayıncılığı yapmak için kurulan ancak propaganda yapmaktan öteye gidemeyen devlet televizyonlarının seyirci kaybetmesiyle sonuçlandı, değil mi?

Kamuoyu araştırmalarına baktığımızda görüyoruz ki bugün İran'da devlet televizyonunu izleyenler yüzde 20’nin altında. Baktığımda Türkiye de aynı yolda ilerliyor. O televizyonlarda bugün, herkes oturuyor ve iktidarı onaylıyor, iktidarın yaptığı iyi şeylerden bahsediyor. İran televizyonunda da aynı durum var. Her şey mükemmel. İç politika, dış politika mükemmel. İran cennet gibi ama İran’ın dışı cehennem. Türkiye’deki televizyonlara baktığımızda da aynısını görüyorsunuz. Böyle giderse birkaç sene sonra izleyici televizyona olan güvenini kaybedecek. Basını baskı altına almak, muhalif sesleri kapatmak Türkiye’deki mevcut hükümetin çıkarlarını geçici olarak koruyabilir. Ama uzun vadeli baktığımızda bir zaman gelecek ve İran yönetimi gibi gözünüzü açacaksınız. Gözünüzü açtığınızda belki kamuoyunu kaybetmiş olacaksınız. Ayrıca haberleşme ve haber alma özgürlüğünü bugünkü dünyada kısıtlayamazsınız. Haber yolunu bulup gelir. Ama nasıl gelecek ve kimin vesilesiyle gelecek esas olan mesele bu. Çünkü bir başka ülkeden yayın yapan bir basın kuruluşu, sizin ülkenizin çıkarlarını savunamayabilir ve siz kendi ülkenizin iç mekanizmalarını zafiyete uğratmakla, kamuoyunu yurt dışına teslim etmiş olursunuz.

Bunu biraz daha detaylandırabilir misiniz?

Eğer basın kendi ülkenizde olursa kendi ülkenizden finanse edilir. Satışlarla, abonelik yoluyla, reklamlarla yani iç mekanizmalarla finanse edilir. Yurt dışındaki bir devletin bir basın kuruluşu kurduğunu düşünün mesela. Haliyle bu kuruluşu sizin ülkenizin, sizin devletinizin çıkarları üzerine kurmuyor. Mesela İngiltere vatandaşının verdiği vergiler üzerinden kurulan bir basın kuruluşu nihayetinde hangi devletin çıkarlarını korumak zorundadır? İlkesel olarak İran’ın değil, bağlı olduğu devletin çıkarlarını korumak zorundadır elbette. Independent Farsça ve Independent Türkçe’nin yayın haklarını satın alan Suudi Arabistan’ı buna destek gösterebiliriz. Aslında bu mesele devletlerle alakalı. Çünkü hükümetler gelir gider, rejimler gelir geçer ama kalıcı olan devlet geleneği. Basına baskı yapmak, gazeteciyi sürgüne göndermek, basının alanını yurtdışına taşımak bugün sizin geçici çıkarlarınızın lehine olabilir ama uzun vadede asla ülkenin temel çıkarlarını korumaz.

Yalnızca 26 gün yayında kaldıktan sonra kapatılan Olay TV ile ilgili bir tweet attınız ve bu kapanmanın İran’daki örnekleriyle benzer olduğunu söylediniz. İran’daki meslek hayatınızda basın kurumlarının kapanmasına tanık olan bir gazetecisiniz. Türkiye ile de ilişkileriniz var, burası üzerine yazıp çizdiğiniz bir ülke. Olay TV ekranının karardığı anları izlerken ne hissettiniz?

O görüntüyle, İran’da 2000’lerde kapatılan gazeteleri hatırladım. Hatta hemen hemen aynısı bizzat başımıza geldi. Eylül 2002’de eleştirel bakış açısına sahip gazetecilerle toplanıp Gülistan-i İran isminde bir gazete açtık. Hepimiz genç, yüksek motivasyonlu çalışanlardık. Hatta bir anekdot vermek isterim. O dönemde Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Güler, İran’a gelmişti. ABD, Afganistan’ı işgal etmiş ama henüz Irak’a saldırmamıştı. Bölgesel diplomasi trafiği oldukça yoğundu. İran Dışişleri Bakanı Türkiye'ye gidiyor, Türkiye Dışişleri Bakanı İran’a geliyordu. İşte o dönemde, İran devlet haber ajansı IRNA, Şükrü Sina Gürel’den röportaj alamadı. Çünkü sekiz saatlik bir ziyaretti, yoğun bir programı vardı, sabah gelip akşam dönmüştü. Ama o gün ben havalimanına gidip Şükrü Sina Güler’den röportaj almayı başarmıştım. Yani çok motivasyonlu, genç bir gazetecilik yürütüyorduk.

GÜLİSTAN-İ İRAN, YALNIZCA 24 GÜN YAYINDA KALABİLDİ

Peki, gazetenin kapatılması nasıl gerekçelendirildi ya da gerekçelendirildi mi?

Biz de aynı Olay TV örneğindeki gibi bir ay bile yayında kalamadan kapatıldık. Bir gazeteci arkadaşımız kadınlarla görüşerek muta nikahı ile ilgili bir haber hazırladı, çok emek sarf etti. Bu haber, fuhşa özendirme niteliğinde görüldü. Yani Şii fıkıhta yeri olan bir şeyin haberini yapmak suç ilan edildi ve gazete kapatıldı. İşte Olay TV’nin kapatılma görüntüsü beni o ana götürdü. Biz de sadece 24 gün yayında kalabilmiştik. Eylül başında başladık, eylül bitmeden kapandık. Ama burada şöyle bir şey var: Muhalif sesler kapatılabilir, yurt dışına sürgün edilebilir ama susmaz, susturulamaz. Hele ki böyle bir haberleşme çağında susturulması mümkün değil. Maalesef yönetimler bunu zamanında fark edemiyor.