İnsanlar iki milyon yıl boyunca zirvedeki yırtıcılardı

Bilim insanları, insan türünün geçmişte iki milyon yıl boyunca besin zincirinin tepesindeki yırtıcılardan biri olduğunu söylüyor.

Google Haberlere Abone ol

Mike McRae

Pleistosen (Buz Devri) çağında yaşayan atalarımızın beslenme biçimi üzerine yapılan 2021 tarihli bir araştırmaya göre, paleolitik (Yontma Taş Devri) mutfak yağdan mahrumdu ve bitkilerden ibaretti. Homo sapiens ve ataları, tam olarak iki milyon yıl boyunca bitkileri bir kenara bırakarak onları besin zincirinin zirvesine taşıyacak biçimde et odaklı bir beslenmeye yöneldiler.

‘Paleo’ besinlerini düşündüğümüzde, hayal edebileceğimiz şey meyveler, tahıllar ve etten oluşan dengeli bir beslenme tarzı değil. Buna karşın, İsrail’deki Tel Aviv Üniversitesi’nden ve Portekiz’deki Minho Üniversitesi’nden antropologların aktardığı kadarıyla, modern avcı-toplayıcılar, bir zamanlar yediğimiz şeylere ilişkin yanlış bir izlenim bıraktılar. İsrail’de bulunan Tel Aviv Üniversitesi’nden Miki Ben-Dor geçen yıl nisan ayında, “Fakat bu karşılaştırma bir işe yaramaz; çünkü 2 milyon yıl öncenin avcı-toplayıcı toplulukları filleri ve diğer büyük hayvanları avlayabilir ve onlarla beslenebilirken, bugünün avcı toplayıcıları bu tür ödüllere erişemez” diyordu.

Modern insanların anatomi ve fizyolojisinden, eski insanların kemik ve dişlerinin içinde bulunan izotoplar üzerinde yapılan ölçümlere varıncaya kadar her şeyi kapsayan daha eski yüzlerce araştırmaya göz attığımızda, kabaca 12 bin yıl öncesine kadar öncelikle en tepedeki yırtıcılar olduğumuzu görüyoruz.

Bitkisel kalıntıların hayvan kemikleri, dişleri ve kabukları kadar kolay korunmaması yüzünden iki buçuk milyon yıl öncesine kadar yaşayan hominidlerin (insansıların) alışveriş listesini yeniden oluşturmak çok daha güç bir iş. Öteki araştırmalar, bitkisel madde ağırlıklı beslenme tarzlarına dair yerel örnekleri bulmak amacıyla kemikler ve diş minesi üzerinde kimyasal incelemeler gerçekleştirmişti. Yine de bunu bir bütün olarak insanlık bağlamında öngörmek pek kolay değil.

Fosil kayıtlarında eğlence amaçlı avcılığa ilişkin yeterli kanıtlara rastlayabiliriz; fakat antropologlar neler topladığımızı tespit etmek amacıyla geleneksel biçimde çok az şeyin değiştiği öngörüsüne dayanarak günümüz etnografyasına yöneldiler. Ben-Dor ve meslektaşlarına kalırsa, bu büyük bir hata. Ben‐Dor, “Ekosistemin tamamı değişti ve koşullar kıyaslanamaz” diyor.

BUZ DEVRİ DÖNÜM NOKTASI OLDU

Biz insanlar açısından Pleistosen Çağı, Dünya tarihinde belirleyici bir dönem oldu. Sona erdiğinde, yeryüzünün uzak köşelerine doğru yol alıyor, soy ağacında dahil olduğumuz daldaki tüm diğer hominidlerden daha uzun yaşıyorduk.

Günümüzde Avrupa ve Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmını oluşturan bölgeler, son büyük buzul çağının hakim olduğu dönemde kesintisiz biçimde kalın buz katmanların altında gömülü haldeydi. Aşırı miktarda su buz halinde hapsedilmişken, Dünya’daki ekosistemler şu anda tanık olduğumuzdan epeyce farklıydı. Mamutlar, mastodonlar ve dev tembel hayvanlar dahil olmak üzere bugün gördüğümüzden çok daha fazla sayıda büyük hayvan bu bölgelerde dolaşıyordu.

Elbette, Homo sapiens’in bu devasa yemek kuponlarını avlamak amacıyla yaratıcılıklarını ve esrarengiz dayanıklılıklarını kullandığını biliyoruz. Yine de bu otoburları ne sıklıkla avladıklarını anlamak pek de kolay olmadı. Araştırmacılar, sadece fosil kayıtlarına dayanmak ya da tarım öncesi kültürlerle zayıf kıyaslamalar yapmaktansa, kendi bedenlerimizde gömülü halde olan kanıtlara yöneldiler ve onu en yakın kuzenlerimizle karşılaştırdılar.

Ben-Dor, “Taş devri insanlarının beslenme biçimini yeniden oluşturmak için başka yöntemlere başvurmaya karar verdik: Kendi bedenlerimizde korunan hafızayı, metabolizmamızı, genetiğimizi ve fiziksel yapımızı inceledik” diyor: “İnsan davranışı hızla değişse de evrim yavaştır. Beden hatırlar.”

DİĞER PRİMATLARDAN AYRIŞTIK

Mesela, öteki primatlarla karşılaştırıldığında bedenimizin, vücut kütlesi birimi başına daha fazla enerjiye ihtiyacı vardır. Özellikle de enerjiye aç beyinlerimizden bahsediyorsak… Çocuk yetiştirmek gibi sosyal aktiviteler, besin aramak için kullanabileceğimiz süreyi kısıtlar. Daha fazla yağ birikimine sahibiz ve ihtiyaç halinde yağları süratle ‘keton’ haline getirerek bunları kullanabiliriz. Yağ hücrelerinin düşük sayıda ama büyük olduğu diğer omnivorların aksine, bizimkiler küçük ve çok sayıdadır ve bir yırtıcınınkileri andırır.

Sindirim sistemlerimiz de şüphe uyandırıcı bir şekilde besin zincirinin tepesindeki hayvanlarınkini andırıyor. Şaşırtıcı derecede güçlü bir mide asidine sahip olmak, proteinleri parçalamak ve bir haftalık mamut etinde bulunmasını bekleyeceğiniz türden zararlı bakterileri öldürmek için ihtiyaç duyabileceğimiz bir şey.

Genomlarımız dahi şeker bakımından zengin olandansa et ağırlıklı bir diyete daha bağımlı olduğumuza işaret ediyor. Ben-Dor, “Örnek vermek gerekirse, genetik bilimciler, insan genomu parçalarının yağ bakımından zengin bir beslenme sağlayacak biçimde kapatıldığı, şempanzelerde ise genom parçalarının şeker bakımından zengin bir beslenme sağlayacak biçimde açıldığı neticesine ulaştılar” diyor.

Araştırma ekibinin geniş kapsamlı gerekçesi, alet kullanımında görülen kanıtlara, Paleolitik kalıntılardaki farklı elementlerin ve azot izotoplarının gösterdiği belirtilere ve dişlerde görülen aşınmalara atıfta bulunuyor.

ETOBURLUK TAŞ DEVRİ’NE DEK ZİRVEDEYDİ

Bunların tamamı, cinsimizin ‘trofik seviyesinin’ -insansıların besin zincirindeki konumunun- bizim (Homo sapiens) ve kuzenlerimiz olan Homo erectus için yaklaşık 2.5 milyon yıl önce fazlasıyla etobur hale geldiği ve 11 bin 700 yıl önceki üst Paleolitik Dönem’e dek bu halde kaldığı bir hikayeyi aktarıyor. Büyük hayvan topluluklarında görülen azalma ve gezegen genelindeki kültürlerin dağılması, bu noktadan sonra daha fazla bitki tüketilmesine neden olarak Neolitik tarım ve tarım devrimiyle sonuçlandığı için, modern avcı-toplayıcı topluluklar üzerinde yürütülen çalışmalar kısmen daha faydalı bir hale geldi.

Bu unsurların hiçbiri daha fazla et yememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Evrimsel tarihimiz insan sağlığı hakkında bir yönerge niteliği taşımaz ve araştırmacıların da altını çizdiği üzere dünyamız artık eskisi gibi değil. Bununla birlikte, atalarımızın besin zincirinde nerede bulunduğunu bilmek, kendi sağlığımızdan ve fizyolojimizden, geçmiş dönemlerde çevre üzerinde yarattığımız etkilere varıncaya dek her şeyi anlamamızda büyük bir etki yaratır.

Araştırmanın ayrıntıları American Journal of Physical Anthropology dergisinde yayınlandı.

Makalenin önceki versiyonu Nisan 2021’de yayımlandı.


Yazının orijinali Science Alert sitesinden alınmıştır. (Çeviren/Derleyen: Tarkan Tufan)