İnsan Hakları Eylem Planı’nın sebep ve sonuçları

AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın perspektifinden baktığımızda böylesi bir eylem planı, tam bir can simidi: ABD’de ve ötesinde “pozitif imaj” için yüklü meblağlar harcanırken, bu sefer üzerine para alınıp çok önemli bir siyasi koz elde edilmiş oluyor. Bir yandan iç politika boyutu var bu kozun; diğer yandan da dış politika boyutu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı Tanıtım Toplantısı'nda konuşma yaparken. (Fotoğraf: AA)
Google Haberlere Abone ol

“Bir ülkede, demokrasi açığı artırsa; bütçe açığı da artar”: Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ben bu satırları kaleme alırken, 3 Mart’ta Anadolu Ajansı’nın canlı yayınında böyle diyordu. “İnsan Hakları Eylem Planı”, öncelikle Türkiye’nin korona virüsü pandemisi ile beraber ekonomik sorunlarının katlanarak artması ve yaşanan iktisadî darboğazın aşılabilmesi için, dış kaynaklı riski azaltmayı hedefliyor. Öte yandan, bu planın finansmanı, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından “Yatay Destek II Programı” kapsamında, Türkiye’ye zaten tahsis edilmişti. 1,2 milyon euroluk bir bütçeye sahip olan bu projenin ortakları da, öncelikle Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı ve ardından da Adalet Akademisi, İçişleri Bakanlığı, yargı organları ve diğer yetkili makamlar. Bu proje 1 Eylül 2019’da başladı ve 1 Mart 2021’de bitmesi gerekiyordu; “grand final” 2 Mart’ta açıklanan “İnsan Hakları Eylem Planı” ile oldu.

Bu proje, Türkiye’de yargının ve insan haklarının güçlendirilmesi için gerçekleştirilen, kamu işbirliğinde 2022’ye kadar sürecek diğer projelerin de şemsiyesi altında olduğu “Yatay Destek II Programı” çerçevesinde; bu program da 41 milyon euro bütçeye sahip. Avrupa Birliği’nin yüzde 85 ve Avrupa Konseyi’nin yüzde 15’ini karşıladığı bu bütçenin sadece 1,2 milyon euroluk kısmı 128 sayfalık “İnsan Hakları Eylem Planı’nın” yazılmasına ayrılmış. Sayfası 9 bin 375 euroya gelen bu raporun ne sonuç doğurduğunu herhalde Avrupa Birliği’ndeki vergi mükellefleri de merak edecek günün birinde: Gerek AB gerekse de Ankara tarafında “günü kurtarmak” için sunulan bu rapor, maksimum 5-6 ay durumu kurtarabilir ama sonradan tarafların arasını daha da açacak.

Bir kere, böyle bir plan yapılıp Türkiye’nin en yüksek makamının sunumuyla duyurulabiliyorsa; demek ki Avrupa Birliği, Türkiye için hâlâ önemli ve Ankara’yı hâlâ yönlendirme gücü var. Keza Türkiye de AB için önemli ve vazgeçilmez. Ancak, iki tarafın siyasetçi ve bürokratları da günü kurtaran ve geleceği batıran geçici “çözümlerde” ısrar ediyorlar.

AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın perspektifinden baktığımızda böylesi bir eylem planı, tam bir can simidi: ABD’de ve ötesinde “pozitif imaj” için yüklü meblağlar harcanırken, bu sefer üzerine para alınıp çok önemli bir siyasi koz elde edilmiş oluyor. Bir yandan iç politika boyutu var bu kozun; diğer yandan da dış politika boyutu.

Dış politikada, her zaman Türkiye ile perde gerisinden diplomatik müzakere yaparak ilişkileri yürütme yanlısı olan Almanya Şansölyesi Angela Merkel, 2021 sonbaharında siyaseti bırakıyor. Her ne kadar partisi Hıristiyan Demokratlar’ın (CDU) iktidarda kalacağı kesin gözükse de Merkel, siyaset defterini kapatırken, arkasında bagaj bırakmak istemiyor. Kaldı ki, CDU’nun koalisyon ortağının Türkiye’nin insan hakları siciline son derece sert eleştiriler yönelten Yeşiller (Grünen) olması da çok muhtemel. Bu nedenle, 2021’in Ekim-Kasım’ına kadar olan dönemde, Ankara kaynaklı bir baş ağrısı yaşamamak Merkel için önemli. İnsan Hakları Eylem Planı’nın uygulama süresi 2 yıla yayılan bir takvime bağlı olduğundan, önümüzdeki 5-6 ayı haydi haydi kurtarabilir. Hele de arada Ankara’dan “küçük jestler” gelirse. Mesela, “bozdurulacak yastık altı altınlar” nazarıyla bakılan Osman Kavala ve başka siyasi mahkumlardan biri, birkaçı serbest bırakılırsa.

Diğer yandan, Avrupa Konseyi de, 9-11 Mart 2021’de toplanacak ve bünyesinde bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymayan ülkelere karşı yaptırımlar uygulanması konusunda adım atması söz konusu olabilecek. AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’a yönelik hak ihlalleri kararları nedeniyle Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nde oy kullanma haklarının askıya alınması gibi, daha önce Azerbaycan’a uygulanan ve uluslararası prestiji (ve dolayısıyla yatırımı) azaltacak bir uygulamayla karşılaşmak istemeyeceği de kesin. Rusya da Avrupa Konseyi’nin yaptırımlarıyla karşılaşmamak için geçtiğimiz günlerde manevralara başladı. Rusya devletinin İnsan Hakları Komisyoneri Tatyana Moskalkova da önceki gün ülkesinin Avrupa Konseyi’ndeki varlığının önemli olduğuna işaret eden açıklamalar yaptı. Rusya, tam da ABD’de Joe Biden yönetiminden yeni yaptırımlarla karşılaşırken, Avrupa kurumlarıyla iyi geçinmeye çalışıyorsa; Türkiye’nin de benzer bir yönelimi olmasına şaşmamak lazım.

Avrupa Birliği’nin 25-26 Mart 2021’deki Liderler Zirvesi’nde, Türkiye’ye yeni yaptırımlar uygulanıp uygulanmayacağı kararı açıklanacaktı. İnsan Hakları Eylem Planı, Yunanistan ile Ocak 2021’de başlayan “istikşafi görüşmeler”le, yani Doğu Akdeniz için barış masasının kurulmasıyla beraber ele alınınca, Türkiye’ye AB yaptırımlarını engeller veya en azından erteler.

ABD’de Joe Biden yönetiminin henüz aramadığı yegâne dünya liderlerinden birinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olması ve Donald Trump zamanında askıda kalan Halkbank davası gibi konuların Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılması durumu varken, AB ülkelerinin desteği Ankara için önemli. Rusya’ya ABD’nin getirdiği yeni yaptırımlar, AB ülkeleri ile koordineli biçimde geliştirilen bir politika. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’ın 2 Şubat’ta, Türkiye’nin 2020 Şubat’ında Suriye İdlib’de 33 askerinin “Esad Yönetimi, Rusya ve İran işbirliğindeki saldırıda hayatını kaybetmesini” anan bir açıklama yapması da, Beyaz Saray’ın şu beklentisine işaret ediyordu: Artık Ankara S-400’ler konusunu bir şekilde “halledip”, Rusya’ya karşı da ABD ile işbirliğine gitsin.

 

İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI’NIN İÇ BOYUTU

İç politikada, korona virüsü pandemisinin patlak verdiği Mart 2020’den bu yana şu gelişmeler yaşandı:

-AK Parti’nin oy desteği yüzde 30’luk “demir çekirdeğine” indi. Bazı aylarda bu direnç noktası da -özellikle ekonomik sıkıntılara yönelik şikayetler nedeniyle- zorlandı ve kırıldığı zamanlar oldu. Yani, AK Parti yüzde 30’un da altına indi.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 yıldır Türkiye’nin tartışmasız en popüler politikacısı iken, kalıcı biçimde ikinci ve üçüncü sıralara indi.

-Kararsızların oranı, farklı araştırmalara göre yüzde 25 ilâ yüzde 30 arası zirvelere çıktı. Kararsızlar grubunun büyük çoğunluğunu da muhafazakâr ve dindar seçmenler; ardından da milliyetçiler oluşturuyordu.

2020 sonunda ekonomi yönetimi değiştirildi; ardından sahaya “Milli Uzay Projesi”nden “Yeni Anayasa”ya, AK Parti tabanına özgüven kazandırma hedefli gündem maddeleri atıldı. Dışarıdan bakınca “korona virüsü pandemisi kısıtlamalarını ihlal eden bir saygısızlık” gibi yorumlanan AK Parti İl Kongreleri de, özellikle kalabalık ve “düğün coşkusu” ile gerçekleştirildi. Kongrelerin organizasyonları AK Parti tabanına enerji verirken; geçmişteki ivmeyi ve elektriği kazandıracağı iddia edilen bazı isimler de yönetime geldi. AK Parti İstanbul İl Başkanı seçilen Osman Nuri Kabaktepe’nin, Saadet Partisi ve Millî Görüş geçmişi, “temiz ve dürüst kalabildiği” iddiaları özellikle tabana karşı çok vurgulandı. Kabaktepe de CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na “kahve davetinde” bulunarak, kutuplaşmanın üzerine çıkan farklı bir profil olacakmışçasına bir iletişim stratejisi kurmakla işe başladı. Benzer bir davet de, üyesi olduğu Diyarbakır Barosu’na “çay davetinde” bulunan (ve bunu Twitter üzerinden Kürtçe yapan) AK Parti Diyarbakır yeni İl Başkanı Şerif Aydın’dan geldi. Tüm bunlar, elbette AK Parti’nin “tüm düğmelere basmak” şeklinde espri konusu olan güncel siyasi hamleleri. Bazıları tutuyor, bazıları tutmuyor. İnsan Hakları Eylem Planı da, iktidara en azından zaman kazandırıyor. Hem de, tam da muhalefet, seçmenler arasında kararsızların artması ile açılan fırsat penceresini, “HDP’yi kapatsak da mı saklasak, kapatmasak da mı saklasak” açmazı içinde debelenmeye itilirken...

İnsan Hakları Eylem Planı’nın asıl yükü ise, Türkiye’nin insan hakları savunucularının sırtına binecek. Her zaman olduğu gibi büyük bir dirayetle, o 128 sayfayı didik didik edip, kısıtlı imkanlar ve üzerlerinde büyük baskılarla takibe çalışacaklar.