İktidar kavgası Dink davalarını nasıl etkiledi?

Hrant Dink cinayeti davasının avukatlarından Hülya Deveci: Bu cinayetin Türkiye’deki diğer cinayetlerden ayrı şöyle bir yanı var. Her aşamada herkesin her şeyden haberinin olduğunu gördük.

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Hrant Dink cinayetinin işlenişinin üzerinden 17 yıl geçti. Bu süreçte davanın her aşamasında yeni bilgiler ortaya çıktı. Türkiye’deki politik çatışma ortamı ve iktidar kavgaları davanın gidişatını etkiledi. Davanın avukatlarından Hülya Deveci ile Dink davasının köşe taşlarını ve politik gelişmelerin davaya olan etkisini konuştuk.

Hrant Dink cinayetinin üzerinden 17 yıl geçti. Bu süreçte özellikle olayı tasarlayan, tetiği çeken Yasin Hayal, Ogün Samast, Erhan Tuncel gibi isimlerin yargılandığı ana davaya odaklandık. Oysa bu ana davanın dışında da başka davalar açıldı. Örneğin görevi ihmalden dolayı dava açıldı. MİT görevlileri ile ilgili bir soruşturma ve dava da vardı. Bu davalar nelerdi, nasıl sonuçlandı?

İlk başlarda bazı soruşturma dosyaları vardı. Örneğin MİT görevlileri Özel Yılmaz ve Handan Selçuk hakkında soruşturma izni verildi. Fakat daha sonra soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verildi. O takipsizlik kararına karşı avukatlar AİHM’e başvurdu. Oraya dair bir sonuç çıkmadı.

O dava bu ana davadan ayrı bir şey olarak yapıldı öyle değil mi?

Tabii hiç dava açılmadı direkt soruşturma aşamasında kapatılan bir dosya vardı. O soruşturmadan somut bir şey çıkmadı.

Dönemin Trabzon İl Jandarma Alay komutanı Ali Öz için açılan bir dava vardı sanırım.

Evet vardı. Trabzon’da yargılaması sürüyordu. Ali Öz cüzi bir ceza aldı. Müdahil avukatlar temyiz ettiler. Yargıtay verilen cezayı az bularak dosyayı bozdu. Dosyayı Trabzon’a tekrar ağır cezaya gönderdi. 2016 yılında ana dava başladığı zaman biz Trabzon’daki bu dava ile birleştirme talep etmiştik. Mahkeme talebimizi kabul etti. Trabzon’daki Ali Öz ve diğer jandarma görevlilerinin yargılandığı dosyadaki Okan Şimşek, Veysel Şahin gibi isimlerin bulunduğu dosya ana dava ile birleştirildi. 2015’in Aralık ayında kamu görevlilerinin yargılandığı iddianameden sonra 2016 yılında ana dava başladı.
Savcı 2015 yılının Aralık ayında bir kısım kamu görevlisi hakkında bu ana davayı açarken geri kalan diğer tüm şüpheliler hakkında da takipsizlik kararı verdi (Bu kişiler Ali Loğoğlu, Ali Çınar, Abdullah Öztürk, Arif Akkale, Ayhan Çelik, Bahadır Tekin, Bülent Köksal, Cemal Yanık, Coşkun Çelik, Davut Ateş, Engin Akçiçek, Ergun Güngör, Erkut Ersoy, Gürkan Kuşçu, Hayati Özcan, Hikmet Çiçek, İbrahim Pala, İbrahim Gerçek, İbrahim Şevki Eldivan, İlhan Selçuk, İsmail Yıldız, İzzet Akdağ, Kemal Kerinçsiz, Mehmet Ali Mutlu, Mehmet Fikri Karadağ, Mesut Kılıçarslan, Murat Çakan, Mustafa Laleli, Nevzat Mete, Oğuz Evren Kılıç, Oktay Daştan, Oktay Yıldırım, Özcan Özkan, Özel Yılmaz, Salih Cihan, Selim Kutkan, Seyfi İnan, Tolgay Sivrikaya, Ufuk Kaba, Vedat Yenerer, Veli Küçük, Volkan Altunbulak ve Yalçın Kara). Müşteki taraf olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına 24 şüpheli yönünden İstanbul Sulh Ceza Hakimliği nezdinde itiraz ettik. Sulh ceza aylarca dosyayı elinde tuttu. Sonra itirazımıza ret kararı verdi. Biz o ret kararına karşı doğal olarak başka itiraz edebileceğimiz makam kalmadığı için Anayasa Mahkemesi'ne etkili soruşturma yapılmadığı gerekçesi ile başvurduk.

'TÜRKİYE'DEKİ POLİTİK İKLİM BU DAVAYA BİRE BİR ETKİ ETTİ'

Anayasa Mahkemesi nasıl bir karar verdi?

Anayasa Mahkemesi talebimiz hakkında çok anlamsız bir karar verdi. Ana davadaki yargılama bitmedi bu yüzden iç hukuk yolları henüz tüketilmedi deyip başvurumuzu kabul edilmez buldu. Bu gerçekten anlamsız bir karardı, çünkü bizim başvurumuza konu olan hakkında takipsizlik kararı verilen kişilerle ana davadaki yargılanan kişiler zaten bambaşka kişilerdi. Aslında bir yerde üstünden atmak istedi. Bunun üzerine biz o Anayasa Mahkemesi kararını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. Henüz oradan da bir sonuç çıkmadı. Bunun dışında yürüyen ayrı devam eden bir dosya yok. Yaklaşık bir ay önce savcılık bürodan bir sorgulama yaptırdık, bildiğimiz kadarıyla şu anda açık olan bir savcılık soruşturması yok.
Bu davada Türkiye’deki güvenlik bürokrasisinden birçok kesim yargılandı. MİT ile ilgili belli iddialar ortaya atıldı. Jandarma ve Emniyet’in olaya karıştığına dair kanıtlar vardı. Ama şunu gördük Türkiye’deki politik iklim bu davaya bire bir etki etti.

Bu davayı izleyen bir hukukçu olarak bu sürecin adaleti nasıl etkilediğini örnekler üzerinden anlatır mısınız?

Soruşturma başlayalı 17 yıl oluyor. İlk kırılma 2010 yılında AİHM’in verdiği bir ihlal kararı ile oldu. Hrant Dink’in yaşam hakkının ihlal edildiğine dair. Özellikle İstanbul ve Trabzon’daki emniyet görevlileri ve istihbarat daire başkanlığındaki görevlilerin sorumlulukları açısından. Müdahil avukatlar AİHM’in verdiği ihlal kararı sonrasında tekrar suç duyurusunda bulundular şikâyetlerde bulundular ama uzun süre soruşturma dosyasında bizim açımızdan bir hareket olmadı.
2012 yılında Yasin Hayal ve arkadaşlarının yargılandığı mahkemeden bir karar çıktı. Mahkeme örgüt yok demişti ve sadece üç kişiye ceza vermişti. Yasin Hayal'e azmettirmekten, Ogün Samast’a tasarlayarak adam öldürmekten. Ogün Samast’a cezayı 14. Ağır Ceza Mahkemesi değil Çocuk Mahkemesi verdi. Çünkü suçu işlediği tarihte Ogün Samast 17 yaşındaydı ve dosyası ayrılarak çocuk mahkemesine gönderilmişti. İki kişiye de yardım etmekten dolayı ceza verdi. 2013 senesinde de Yargıtay şöyle bir karar verdi; burada örgüt var ve dosya bu açıdan değerlendirilmeli. Fakat örgütü de basit suç örgütü yani Türk Ceza Kanunu 220'de tanımlanan halk arasında çete diye tanımlanan suç örgütüne göre değerlendirdi. Yine devamında 2014 yılında farklı farklı makamlar tarafından verilmiş 4 önemli karar vardı. Bakırköy 8. Ağır Ceza'nın soruşturma izni verilmemesine ilişkin bizim yaptığımız itirazı kabul ettiğine dair bir karar. Hakim ve Savcılar Kurulu yine benzer süreçlere dair bir karar verdi. Adalet Bakanlığı başka bir karar verdi. AİHM’in kararıyla birlikte farklı itirazlarımıza yönelik olarak art arda verilen bu dört karar ile kamu görevlilerinin yargılanmalarının önünü açacak bir süreç başladı. Yani AİHM kararıyla birlikte 2014 senesinde bir şeyler değişti.

Bunun iktidar içindeki muhtemelen 2013 yılında kendi aralarında başlayan çatışmanın sonucu olabileceğini düşünüyoruz. 2014 yılında daha önce hakkında hiçbir soruşturma yapılmayan takipsizlik kararı verilen ya da soruşturulmasına izin verilmeyen birçok kamu görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmaya başlandı. Ve o ifadelerden sonra çatışmanın devam ettiğini, 2015 sonunda da bunun bir iddianameye dönüştüğünü düşünüyoruz bir kısım görevliler açısından. Özellikle Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Akyürek, Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler, Reşat Altay ve Engin Dinç’in ifadelerinin alınması ve sonrasında sanık olarak haklarında dava açılmasını örnek olarak gösterebiliriz.

2015 Aralık ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı iddianameyi hazırladı, mahkemeye gönderdi fakat mahkeme iddianameyi geri iade etti. Orada bir iddianame savaşları oldu. Biz elbette tabii işin özünü ve gerçeğini bilmiyoruz ancak orada da çatışmanın devam ettiğini düşünüyoruz.

'HÜKÜMET-CEMAAT ÇATIŞMASI BU DAVAYA YANSIDI'

Çünkü o yıllarda açık olarak hükümet ve yargı arasında çatışmanın ilk sonuçlarını görmeye başladık değil mi?

Evet. O çatışmanın bir sonucu olarak da bu davada kamu görevlilerinin sorumluluğu açısından yargılamanın önü açıldı diye düşünüyoruz. 2015 iddianamesi ile hükümet ve cemaat çatışması bu davaya yansıdı. Darbe girişiminden bir süre sonra 2017 yılında İstanbul jandarma istihbarat görevlilerinin buraya dahil edildiğini görüyoruz. Bu da ikinci aşamaydı. Orada FETÖ-Paralel Devlet Yapılanması baskın halde dillendirilmeye başlandı.

Jandarma görevlilerinin cinayet günü olay yerinde olduğu ondan sonra mı ortaya çıkmıştı?

Aslında davanın başından yani 2007 yılından itibaren müdahil avukatlarının bu konuya dair iddiaları ve talepleri vardı ancak hiçbir zaman kabul görmemişti. Savcılık 2014 yılında soruşturmayı kamu görevlileri açısından tekrar ele almaya başladıktan sonra cinayet anına dair dosyada var olan kamera görüntülerinde yer alan kişilerin şüphelilerden kimler olabileceğine dair bilirkişi tetkiki yaptırdı. 2017 yılında iddianame hazırlandığında da (bu iddianame ana dava ile birleştirilme talebiyle açıldı) zaten jandarma görevlilerinin, kamera görüntülerine göre olay yerinde olduklarına dayanarak iddianame düzenlenmiş ve dava açılmıştı. Bu iddia için mahkeme de dosyayı bilirkişiye gönderdi, yani kim kimdir diye tespitinin yapılması için. Fakat bu inceleme sonucunda bir kişi açısından benzerlik olabileceği yönünden bir sonuç geldi. Yargılanan sanıklar oradaki kişilerdir şeklinde kesin bir rapor gelmedi dosyaya.

'HER AŞAMADA YENİ BİR GELİŞME ORTAYA ÇIKTI'

Ama HTS kayıtları falan çıkmadı mı telefonlar üzerinden?

HTS kayıtlarında şöyle bir sorun var. Örneğin cinayet saatinde saat 3 sıralarında telefonunuz çalmıyorsa ya da siz biriyle konuşmuyorsanız siz o bazdan sinyal almıyorsunuz. Tam o sırada o dakikalar itibariyle dosyada sanık olarak yargılananlardan hiç kimsenin cinayet mahallinde HTS kayıt verisi yok. Öncesi sonrası var. Evet, yakın çevrede İstanbul jandarma ekibinden olanlar var. Biz bunları çok sorguladık HTS kayıtları üzerinden. Tam cinayet sırasında birebir olarak birilerinin HTS kaydı yok, çünkü arama/aranma olmadığı için sinyal alınmamış. Ama yakın çevrede olanlar var.

Bu davanın aslında her aşamasında yeni bir gelişme ortaya çıktı. Bu cinayetin Türkiye’deki diğer cinayetlerden ayrı sanırım şöyle bir yanı var: Her aşamada herkesin her şeyden haberinin olduğunu gördük. Trabzon Emniyeti, Erhan Tuncel vasıtasıyla öğrendiği “Yasin Hayal, Hrant Dink’e yönelik ses getirecek eylem yapacak” istihbaratını İstanbul Emniyeti'ne bildiriyor. Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci vasıtasıyla Trabzon jandarmanın haberi var. Fakat hiçbir şey yapmıyorlar.

'HERKES CİNAYETİN İŞLENECEĞİNİ BİLİYOR'

Davaya bugünden bakıldığında 'kim nerede görevini yapsaydı bu cinayet işlenmezdi' denilebilecek o köşe taşları neler olabilir?

Hepsinin sorumluluğu o kadar birbirine benziyor ki. İhmalleri demiyorum, hepsinin bilinçli bir şekilde sorumluluğu birincil ve asli. Trabzon Emniyeti görevini yapsaydı, Trabzon jandarması, İstanbul Emniyeti... Herkes kendi bildiği duyduğu noktadan harekete geçseydi bu cinayet kesinlikle önlenebilirdi. Hiçbirinin sorumluluğu diğerinden az değil ve her bir kurumun tek başına cinayeti önleme yetkisi ve yükümlülüğü var. Herkes cinayetin işleneceğini biliyor. “Ses getirecek eylem” meselesinin istihbarat dilinde başka anlamı olamaz. Yasin Hayal’in McDonald’s bombalama eyleminden bunu yapabilecek kapasitede biri olduğunu herkes biliyor. Doğal olarak Trabzon yapsaydı cinayet önlenirdi ya da İstanbul yapsaydı, hangisi yaparsa yapsın birinden biri yapsaydı bu cinayet önlenebilirdi.

Peki şu anda son durum ne? Sonuçta tetiği çeken Ogün Samast dışarıda, Erhan Tuncel olayın içindeydi tanığıydı, sonra sanığıydı hapiste, kamu görevlilerinden tutuklananlar var. Hukuki olarak son durum ne şu anda?

Ana davada bir kısım kamu görevlileri ceza aldı, bir kısmı hakkında ise beraat ve düşme kararı verildi. Özellikle beraat ve düşme kararları verilen sanıklar dönemin İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güner, iki önemli sorumluluğu olan insandı. Trabzon'da cinayet işlendiğinde Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay, eylemi 17 Şubat 2006 tarihli raporla gönderen Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç hakkında beraat kararı verildi. Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'nda Ali Öz ceza aldı fakat altındaki yani astların haberi ilettiği İstihbarat Şube Müdürü Metin Yılmaz hakkında beraat kararı verildi. Yani dosyadaki bilgi ve belgelere göre bizim için cinayette ceza alanlarla aynı derecede sorumluluğu ve yükümlülüğü olduğunu düşündüğümüz Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler, Metin Yıldız, Reşat Altay, Engin Dinç, Ercan Demir, Muhittin Zenit gibi isimlerin hiçbiri ceza almadı.

Ayrıca bu isimlere beraat verilmesi az önce sorduğun soruyla bağlantılı olarak da yine orada bir siyasi anlaşma ve çatışma mı var şüphesini doğuruyor. Çünkü dosyada ceza alanların ceza alma gerekçelerinde belirtilen sebep ve sorumlulukların hepsi, hakkında beraat kararı verilen sanıklar için de geçerli. Mahkeme FETÖ’yle bağlantısı olduğunu düşündüğü sanıklara bu sorumluluktan ceza verirken, bağlantısı olmadığını düşündüklerini beraat ettirdi. Bizim itirazlarımız da özellikle bu noktada toplanıyor. Tabi bir de cinayete giden sürecin soruşturulmaması, kovuşturulmaması noktasında. Yargıtay bu itirazımızı ciddiye almadı tartışmadı bile ve beraat eden sanıklar hakkında verilen kararı onadı. Biz o karar üzerine de şu an Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. Yargıtay ana dosyada bir kısım sanıklar hakkında kararı bozdu ve yerel mahkemeye gönderdi, onların yargılaması şu an devam ediyor.

'KENDİLERİNE SOPA GÖSTERİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORLAR'

Peki davada yeni deliller ortaya çıkmasını bekliyor musunuz?

Bazı sanıklar hakkında yeniden yargılanma devam ettiği halde, yargılanan sanıkların açıkçası hiçbirinden yeni bir bilgi beklemiyoruz. Çünkü sanıklarda şöyle bir şey oluştu; yargılama sırasında sanırım devletin kendilerine şöyle bir şey hatırlattıklarını düşünüyorlar. Yargılamalar sırasında bazı sanıklar bunu dile getirdi. ‘Biz ihbarı bildirdik üstlerimize, ihbarı bildirmemize rağmen bir şey yapılmaması üstlerin sorumluluğundaydı, biz bunları dile getirmemize rağmen biz cezalandırıldık, onlar değil. Biz bunun için cezalandırılıyoruz’ şeklinde yaklaşımları vardı. Yani ‘konuşan ceza alır’ noktasında kendilerine sopa gösterildiğini düşünüyorlar. Gelinen aşamada sanıkların böyle bir yaklaşımları var ve o yüzden de yeni bir anlatımda bulunmuyorlar diye düşünüyoruz.

'ÇOK ÖNEMLİ BİR KAPI ARALANDI'

Peki, sen nasıl bakıyorsun?

Bir örnekle anlatayım. Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli Okan Şimşek ve Veysel Şahin gerçekten de Coşkun İğci üzerinden aldıkları bilgiyi Trabzon İl Jandarma İstihbarat Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız’la paylaşıyorlar. Sabah toplantısında Albay Ali Öz ‘bunu sonra konuşuruz’ diyor ve konu kapanıyor. Okan Şimşek ve Veysel Şahin Trabzon’daki yargılanmaları başladığında bu sürece dair ayrıntı vermemişlerdi. Üstelik bu durumu kapatmak için üstleri cinayet sonrasında bu bilgiyi elde etmişler gibi bir rapor düzenlemişlerdi.

Okan Şimşek ve Veysel Şahin yargılanmalarının başında bu bilgileri anlatmazken birden doğruyu açıklama gereği duyuyorlar. Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci’nin 2006 Temmuz-Ağustos aylarında bu bilgiyi kendilerine verdiğini, bu bilgiyi Trabzon İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü Metin Yıldız’a aktardıklarını, Metin Yıldız’ın da konuyu toplantıda İl Jandarma Komutanı Ali Öz’e aktardığını ve konuşulduğunu anlattılar. Bu anlatım, davada çok önemli bir kapı araladı. Bu anlatımlardan sonra biz belgeleri daha net okumaya, yorumlamaya ve tanık sorgularını çapraşık yapabilmeye başladık.

Yani o zaman şöyle düşünüyorlar ‘bu iş bizim üzerimize yıkılacak yukarıdakiler kurtulacak o zaman biz konuşmalıyız’ gibi düşündüler?

Tabii ki aynen öyle düşündüler. Ama daha sonra bekleme haline girdiler ve sustular.

Şu anda tutuklu kimler var?

Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Akyürek, jandarmadan Okan Şimşek, Veysel Şahin, Muharrem Demirkale, Yavuz Karakaya bu dosyadan tutuklular. Ayrıca bazı tutukluların FETÖ-PDY örgüt üyeliğinden tutuklulukları var. Tabi sivilleri saymıyorum. Yasin Hayal ve Erhan Tuncel aldıkları cezaları yatıyorlar.