YAZARLAR

İktidar için de muhalefet için de eleştiri ertelenmez

Muhalefetteyken işini iyi yapmayanların es kaza iktidara gelmesi durumunda iyi işler yapacağına kim inanır? Bir soru daha; bu durum iktidarın kötülüğünde muhalefeti de pay sahibi yapmaz mı?

Hayli zamandır muhalefet partilerinin eleştirilmesini pek yerinde bulmayan görüşlere karşı içimde biriken öfkeyi durdurmaya çalışıyorum. Fakat bu yazı artık o öfkemi durdurmak için çektiğim duvarı aştığımın da yazısı bir anlamda. Eleştirilmeli, kızılmalı, hatta yeri gelirse öfke kusulmalı ki yanlıştan dönsünler. Eleştiriyi, öfkeyi ve büyük hataları konuşmayı ertelemenin bir otosansür olduğu malum. Kimilerince “aman şimdi muhalefeti güçsüz düşürmeyelim, aman eleştirinin şimdi zamanı değil, efendim meclis aritmetiği ortada, garibim muhalefet n’apsın” kıvamında bir nevi had çizmelere doyamayış da, iktidardan hoşnut olmayan herkesi otosansüre davet etmek sayılır.

Malumu ilamda bazen fayda vardır diyerek hatırlatayım; “şimdi sırası değil”ler ortaya çıkardı bu ucube sistemi. Ülkeyi değil partiyi önemsemelerle, halkı ve haklıyı değil, gücü ve güçlüyü yüceltmelerle, itiraz etmekten kaçınmalarla geldik bugünlere. Kimse AKP’nin ajandası filan gibi ön kabullere sığınmasın. Bu önyargılara dayalı kategorik muhalefet usulünün siyasal ve toplumsal kutuplaşmadaki payını hesap edip, bu toptancı yaklaşımdan kurtulmadan inşa edilecek gelecek, bugünden farklı olmaz. Diğer yanda ise kutuplaşma bahanesine sığınıp, kategorik tarafgirlikten şaşmadan, kerameti kendinden menkul muktedirin her yanlışını doğru görüp gösterme yarışına girenler var. Bu iki kesimin inatlaşmasıyla gelindi ucube sisteme. Kanımca artık bu kutuplaşma halinin toplumsal kesimlerle, hayat tarzıyla vesaire ilgisi kalmadı. Bugün artık kutuplaşmanın taraflarını “aman muhalefeti eleştirmeyelimciler” ve bunların karşısındaki “aman iktidarı eleştirmeyelimciler” şeklinde isimlendirebiliriz.

İktidarın durumu ortada, eğer çok çok ciddi usulsüzlük ve her zamankinden daha büyük hukuksuzlukla bir illüzyon çevirip şapkadan tavşan çıkarmazsa gidici. Ancak gidiciliğinden emin olsak bile muhalefetin, meclis aritmetiğine sığınıp yasama faaliyetinde lakayt tutum takınmasını eleştirmekten kaçınamayız. Mevcut ucube sistemin güçlü bir demokrasiye dönüştürülmesi, bugün herkesin iktidarı da muhalefeti de en keskin şekilde eleştirmesine bağlı. Eğer bu ülkeye bir gün demokrasi gelecekse onu eleştirimizle, itirazımızla, öfkemizle bizler getireceğiz, iktidardaki veya muhalefetteki siyasetçiler değil. Yanlış yaptıkları işler kadar, yapmaları iyi olacak işleri yapmadıkları için de öfkemizi siyasetin suratına haykırmak tek çıkar yol. Ola ki ders alırlar.

Lafı çok uzatmadan bir iki örnekle meramımı belki daha kolay anlatırım. Birinci örnek Lütfü Türkkan’dan gelsin. Geçen yasama yılının başında, hani o İstanbul Sözleşmesi hakkındaki meşum, hukuksuz çekilme kararı verilmeden aylar önce ve AKP MYK’sında gündeme alındıktan aylar sonrasıydı. Hak ihlallerinin en büyüğü, bütün kadın, çocuk, LGBTİ+, göçmen, engelli kişilerin şiddetsiz bir hayat hakkına kast edileceği şekşiz, şüphesiz ortadaydı. Geliyordu, gelmekte olan. Meclisi göreve çağırmış, oybirliğiyle kabul edilen Sözleşme’ye, parlamentonun itibarına sahip çıktıklarını, tüm muhalefetin ortak hareket ederek göstermelerini istemiştik. Lütfü Türkkan engel oldu. İYİ Parti HDP ile ortak tutum alamazmış. Ne değişti peki? Aynı meclis çatısı altında, yan yana sıralarda oturdukları meşru bir siyasi parti ile ideolojik görüş ayrılığını bahane ederek ortak tutum almamak için kolaylıkla insan haklarını feda etti de ne değişti? HDP ile aynı çizgide görüntü verdiği gerekçesiyle kendisi feda edilmedi mi? Aynı şekilde CHP de “Millet İttifakı zarar görmesin, İYİ Parti kabul etmezse biz de yapamayız” dediler ama, gerçekte Saadet Partisi'ni küstürmekten kaçındıklarını tahmin etmek zor değil. Peki ne değişti bu yıl da İlkeler Bildirgesi hazırlığında yine Saadet Partisi eşitlik ilkesinin temele yerleşmesini onların bu küçük partiye haddinden fazla önem vermesi yüzünden haftalarca uzadı tartışmaları. Ne şekilde sonuçlandığını yakında öğreniriz.

İkinci örnek Kılıçdaroğlu’ndan gelsin. Bir yasa teklifinin ilk imzacısı oldu. Partisindeki kadın vekil ve yöneticilerle sivil toplumdan kadınların neredeyse ortaklaşa diyebileceğimiz şekilde işbirliğiyle hazırlanmış bir yasa teklifiydi. Siyasi partilerde cinsiyet eşitliğini öngörüyordu. Eşit temsil ilkesinin uygulanabilmesi için gerekli olan fermuar sistemini yasalaştırmayı öngörüyordu. Ama gördük ki kadınların emeğiyle hazırlanmış yasa teklifinin ilk imzacısı Kemal Kılıçdaroğlu. Toplumdaki yaygın eşitsiz düzen için vakayı adiyeden olduğu üzre kadınlar sofrayı kurdu, erkeklere o emeği yemek düştü. Düştü de, imzasını verdiği teklifin komisyonda görüşülmesi kararını çıkarttırmak için genel kurul görüşmesine katılıp oy verdi mi? Hayır. Bir insan ilk imzacısı olduğu teklifin görüşmesine katılıp evet oyu kullanmıyorsa buna ne denir? Sormazlar mı, eğer kabul edileceğine dair küçük bir ihtimal dahi olsa o teklifi verir miydin? Ben soruyorum ve ekliyorum Sayın Kılıçdaroğlu, ilk imzacısı olduğunuz teklifin genel kurul görüşmesinde oy kullanmayışınız üzerine; bu eşitlikçi teklifin sadece bir şov olmadığına kim inanır?

İktidarıyla muhalefetiyle tüm siyaseti biraz halı gibi görüp, döve döve tozunu attırmak gerek. Yoksa muhalefetteyken demokratik ilkelere, verdiği sözlere, insan haklarına uyumlu davranmayanların iktidara geldiklerinde tam tersine hareket etmesini beklemek safdillik olur. Aritmetik ortada evet. Evet, iktidar çıkmasını istediği yasalar için tüm vekillerini tek komutla çalıştırıyor. Ancak bu gerçek, muhalefet vekillerinin meclise gidip yasama performansında çıtayı yükseltmesine engel değil. Köy köy dolaşıp insanlarla temas etmek önemli bir siyasi faaliyet. Ancak vekalet verip gönderdiklerimizin işi, ilkin yasama performansında öne geçmek. Meclisin yarısı meclise uğramıyor. Dolaştığınız köylerdeki insanlar da mecliste asıl işini yapmayan vekilin verdiği söze ve iktidara gelince yapacağını vaat ettiği şeylere inanmıyor, bilginize.

Beşinci yargı deformasyonu paketine, sonucu ne olursa olsun hayır demek için meclise gitmeyen vekillere dair bilgi edinmek isteyenler oylama tablosuna Önder Algedik'in sosyal medya paylaşımından ulaşabilir. Beşinci yargı paketi oy tablosu da burada dursun. Ve yeni gelmekte olan, tarihi ve içeriği henüz netlik kazanmasa da anti-demokratik ve kesinlikle kadınların haklarını gasp etme kararlılığı taşıdığı şüphesiz olan altıncı yargı paketinde görmek istemediğimiz bir tablo olduğu muhalefetin kulağına girsin. Şu soruyu da hep hatırlarında kalması umuduyla tekrar edeyim: Muhalefetteyken işini iyi yapmayanların es kaza iktidara gelmesi durumunda iyi işler yapacağına kim inanır? Bir soru daha; bu durum iktidarın kötülüğünde muhalefeti de pay sahibi yapmaz mı?

Üye Sayısı: 600
Kabul Edenler: 230
Reddedenler: 63
Çekimserler: 0
Geçersiz Oylar: 0
Mükerrer Oylar: 4
Toplam: 297
Açık Üyelikler: 18


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.