YAZARLAR

'İhya' laboratuvarı Antakya

Kentsel dönüşüm ve afet-sonrası inşa konusunda tuhaf bir döngüye hapsolmuş gibiyiz. Yapmamız gereken kentlileri planlama sürecine -ve giderek kent mekânının şekillenmesini içeren tüm kentsel politika süreçlerine- mülk sahipleri olarak değil, toplumsal faydada ortaklaşan aktif siyasal özneler olarak katmaya çalışmak olmalı.

Geçtiğimiz haftalarda Antakya kent merkezinin rezerv alan ilan edilmesiyle, burada sürmekte olan yeniden inşa (hükümetin jargonuyla “ihya”) faaliyeti gündemde öne çıktı. Aslında depremin hemen ardından başlayan, fakat uzun süre kapalı kapılar ardında yürüyen süreç, sadece “afet-sonrası-yeniden-inşa” için değil, aynı zamanda “afet-gerekçeli-kentsel-dönüşüm” için de yeni bir modelin prototipi olmaya aday. Bundan önceki yazımda da vurguladığım gibi, yenilenen afet yasasıyla, yeni kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığıyla, yeni bir kentsel dönüşüm mekanizmasının laboratuvarı, Antakya.

Antakya kent merkezi birkaç açıdan deprem bölgesi içinde yıkılmış bulunan kentler arasında özel nitelikte. Antakya’nın barındırdığı özgüllüklerin başında tarihsel derinliği ve çok katmanlılığı geliyor. Bunun bir sonucu olarak modern Antakya’nın ikinci bir özgüllüğü de her şeye rağmen etnik ve dinsel bir mozaik karakterini koruması. Son olarak da yıkımın vahametinin eşsiz boyutlarda olmasını sayabiliriz. Bütün bu sebeplerden ötürü Hatay’da afet sonrası canlandırma girişimlerini, konuyla ilgilenen herkes dikkatle takip ediyor.

Şimdiye kadarki gelişmeleri kısaca özetlemek gerekirse, öncelikle şunu vurgulamak gerek: başta Hatay olmak üzere, depremde yıkılan kentlerin nasıl yeniden inşa edileceği sorusu uzun süre mimarlık-planlama meslek camiası içinde dolaşan “duyumlara” dayanarak, sarih bilgi olmadan, kuşkuyla ve söylentilerle tartışıldı. Afet sonrası konut ihtiyacı ve inşası öncelikli görüldüğü için, bu konu kamuoyunun da -depremde yıkılan kentlerin sakinleri dışında- pek ilgisini çekmedi.

Meslek alanı içinde yayılan duyumlara gelince; önce Hatay da dahil olmak üzere, “her ilin bir mimara verildiği” duyuldu. Bugün artık öğrenmiş bulunuyoruz; süreç bir STK eliyle yürütülmekteydi. Türkiye Tasarım Vakfı (TTV), Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yaptığı bir protokolle Hatay’ın “ihyası” “işini” üstlenmiş ve ilgili mimarı (Bünyamin Derman) Hatay çalışması için görevlendirmişti. Aylar süren hazırlık çalışmaları karanlıkta sürdü; ta ki seçimler geride kalıncaya kadar. Belli ki hükümet, seçimler sırasında bu çalışmanın tartışma konusu olmasını istememişti. Ancak seçimlerden sonra yavaş yavaş görünür hale gelen vakıf, süreçteki rolünü, yürütmekte olduğu atölye çalışmalarıyla meslek camiası içinde duyurdu, yakın zamanda web sitesine koyduğu açıklamalarla da kamuya açıklamış oldu.

TTV Antakya için Master Planı

Hatay’ın kültürel mozaiğinin bir sonucu da il genelinde -ve özellikle Antakya’da- sivil toplumun canlılığı. Çok sayıdaki STK’ya ek olarak deprem sonrasında da yüzlerce formel ve enformel yapı ortaya çıktı; bunların hepsi bir biçimde kentin yeniden inşası için fikir üretmeye, çalışmalar yürütmeye başlamıştı. Hatta bunlar arasında mimarların etkin olduğu, doğrudan planlama ve yeniden inşa üzerine kafa yoran gruplar vardı. Bir yandan da Hatay Büyükşehir Belediyesi, İstanbul BB desteğiyle bir Hatay Planlama Merkezi kurmuş ve çalışmalar yapmaya başlamıştı.

Bakanlığın yetkilendirdiği TTV ise, Derman’ın yürüttüğü çalışmaları, STK’ları davet ettiği toplantılarla tanıtırken, bu çalışmalarda dünyaca tanınan star mimar Norman Foster’ın ofisinin de danışman olarak yer aldığı bilgisi dolaşıma girdi. Hatta son dönemin parlayan genç starlarından Bjarke Ingels’in de çalışmanın parçası olduğu söylendi. Afet sonrası planlama konusunda uzmanlıkları olmayan bu mimarlık ofislerinin özel bir teknik katkı sağladıklarını düşünmek için neden yok. Bu isimler çalışmaya meşruiyet ya da popülarite kazandırdı mı; bu soruya da evet yanıtını vermek zor.

Düzenlenen tanıtım toplantıları bir katılım mekanizması olarak düşünülüyordu muhtemelen, fakat böyle bir işlev gördüklerini söylemek zor. Tanıtılan master plan çerçevesinde Antakya kent merkezinin 20. yüzyılda gelişen (koruma alanı dışında kalan) kısmı pilot proje alanı olarak tanımlandı. (Bu alan, geçtiğimiz haftalarda “rezerv alan” ilan edilen bölge ile büyük ölçüde örtüşmekte.) Düzenlenmekte olan toplantılara paralel olarak, bu alanın daha küçük bölgelere ayrılarak, tasarlanmak üzere ünlü mimarlara dağıtıldığı “duyumu” dolaşmaya başladı. Bugün bu bilgilerin tamamı TTV’nin bu çalışmaya özel olarak oluşturduğu web sitesinde mevcut.

Projede Koruma Alanı

Eleştiriler üzerine İstanbul’dan Antakya’ya taşınan bu toplantıların çıktısı olarak düşünülebilecek bir sonuç, mimarlık ofislerine bölüştürülen alanlardan birinin de Hataylı mimarlara verilmiş olması. (Proje paftasının lejantında bu ekip “Antakya Kentin Mimarları” olarak geçiyor). Sürecin içinde yer alan Hataylı mimarların aktardığına göre uzlaşılan temel prensip, “kimsenin yerinden olmaması ve dışarıdan kimsenin gelmemesi”. Bunun somut karşılığı şu: kimsenin mülkiyeti zedelenmeyecek, yeni rant yaratılmayacak. Yani mülkiyetin kutsanması.

Burada yeniden inşa tartışmasının mülkiyetin kutsallığı temelinde yapılıyor olmasının oldukça problemli olduğuna işaret etmek önemli. Geçen yazımda da değindiğim gibi, mülkiyet hakkının dokunulmazlığı üzerinden muhalefet örgütlemeye çalışmak bana safiyane geliyor. Aynı şekilde, meslek insanlarının da yeni haliyle afet yasasına karşı çıkışlarını esas olarak mülkiyet hakkının tehdit altında olduğu argümanına yaslamaları sorunlu.

Planlama eylemi mülkiyetin yeniden düzenlenmesini içerir. Aksi durum, planlamayı sadece yeni mülk (rant) yaratıp dağıtmaktan ibaret görmek anlamına gelir. (Küçük bir anekdot: Asistanlığa giriş için alındığım mülakatta “ileride nasıl bir ders vermek isteyeceğim” sorusuna “mimarlık ve politika” cevabını vermiş, mülakattaki şehir plancısı hocadan “mülkiyet bilmeden öyle bir ders veremezsin” uyarısını almıştım). Mülkiyeti dokunulmaz kabul eden planlama hem mevcut eşitsizlikleri yeniden üretecektir, hem de çözmeye soyunduğu afete ilişkin kırılganlıkları. Mevcut mülkiyet dokusunun depremde yaşanan yıkımla ilişkisini ele almayacaksak planlamanın anlamı nedir ki? Sadece bürokratik formaliteleri yerine getirmek mi?

Kuşkusuz, hükümete yakın bir STK olan TTV’nin(1) bu sorgulamayı yapacak bir çalışma örgütlemesini beklemek safdillik olur. Aksine, Antakya’da hayata geçirilmekte olan modelin kilit noktasının, örneğin Şehir Plancıları Odası’nın son bildirisindeki gibi “star mimarlar” değil, sermaye-hükümet-STK üçgenini yassılaştırıp bünyesinde birleştiren bu STK modeli olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Zira bu modelin Antakya laboratuvarından sonra İstanbul’da operasyonel olacağına dair emareler mevcut.(2)

Kentsel dönüşüm ve afet-sonrası inşa konusunda tuhaf bir döngüye hapsolmuş gibiyiz. Önce hükümet çeşitli girişimlerde bulunuyor; buna karşılık mülkiyetin dokunulmazlığı üzerinden eleştiriler yapılıyor. Bu eleştiriler karşısında hükümet de mülkiyet üzerinden güvence veriyor. Yapmamız gereken kentlileri planlama sürecine -ve giderek kent mekânının şekillenmesini içeren tüm kentsel politika süreçlerine- mülk sahipleri olarak değil, toplumsal faydada ortaklaşan aktif siyasal özneler olarak katmaya çalışmak olmalı.


NOTLAR:

(1) Vakfın Mütevelli Heyeti Başkanı Fehmi Bilge aynı zamanda TÜRGEV’de Yönetim Kurulu üyesi, TTV Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kalyoncu ise Kalyon Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Yeni Havalimanı projesinde İcra Kurulu üyeliği yapmakta.

(2) Örneğin henüz birkaç yıllık bir geçmişi olan Kentsel Dönüşüm ve Şehircilik Vakfı, Afet Yasasında yapılan değişikliklerin ardından gazetelerde görünür olmaya başladı. Vakıf Başkanı Haluk Sur (Torunlar Holding Yönetim Kurulu üyesi ve eski GYODER Başkan Yardımcısı) uluslararası sermayeyi kentsel dönüşüme ortak etmek için rol oynadıklarını/ oynayabileceklerini vurguluyor: “Vakfımıza, yurtdışından çok sayıda firmadan teklif geliyor. Çin, ABD vs. 'Türkiye'ye fon sağlayalım ya da gelelim 50- 60 bin konut yapalım' diye teklifler getirenler de oluyor. Devletimize bunları taşıyoruz. Dış kaynak kentsel dönüşüm için ciddi bir temel oluşturabilir.” 


Bülent Batuman Kimdir?

Adana’da doğdu, Ankara’da yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da tamamladı. Bir süre Mersin Üniversitesi’nde görev yaptı; halen Bilkent Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı ile Mimarlık Bölümlerinde öğretim üyesi. Kentsel tasarım ve modern şehirciliğin kültürel politikaları üstüne dersler veriyor. Araştırma konuları arasında yapılı çevrenin toplumsal üretimi, modern mimarlık ve şehircilik kuram ve tarihi, kentsel siyaset bulunuyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde ve Avrupa Mimarlar Konseyi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Journal of Urban History ve Praksis dergilerinin yayın kurulu üyesi. Yayınlanmış kitapları şunlar: The Politics of Public Space (2009), Mimarlığın ABC’si (2012), New Islamist Architecture and Urbanism (2018; Milletin Mimarisi başlığı ile Türkçeleştirildi, 2019), Kentin Suretleri (2019), Cities and Islamisms (derleme, 2021).