YAZARLAR

İfşa ve taciz

İfşalar peş peşe gelirken, bir yandan da kafalar karıştı. Taciz olmayan durumlar taciz diye ifşa edildi veya benim bu yaptığım tacize girer mi, diye danışanlar oldu. Güler misin, ağlar mısın dedikleri bu. Taciz, “hayır” denilen veya hayır anlamına gelen davranışlardan sonra başlar.

Meltem Ulusoy/csgorselarsiv.org 

 

Günlerdir ifşayı ve tacizi konuşuyoruz. Öncelikle bu iyi. Bu konuları ne kadar çok konuşursak o kadar çözüme yönelik ilerleme imkanı yaratıyoruz demektir. Kadınlar ve diğer tüm dezavantajlı gruplar yıllar yılı ataerki baskısı altında susturuldular. Artık konuşmaya başlıyoruz. Konuşan, konuşabilen herkesi yürekten kutlamak ve teşekkür etmek gerekir.

Günlerdir konuştuğumuz ve herkesin aklında dönen bazı temel sorular üzerine yazmak gerekir önce. Sonrasında ifşayı, tacizi ve şiddeti birçok yönüyle, daha detaylı şekilde ele almaya devam etmemiz gerekir.

"İfşa nedir, sınırları var mıdır?", "İnsanlar (ifşa yalnızca kadınlar için değildir, susturulan-bastırılan herkes içindir) niçin ifşaya yöneliyor?", “Sosyal medya adaleti diye bir şey var mı?", "İfşaya başvuran kadınlar niçin suçlanıyorlar?", "Kadının beyanı esas mıdır?", "Tacizle flört arasındaki fark nedir?", "İfşalanan kişiler nasıl bir yol izlemelidir?", "Dilenen özürler niçin geri alınıyor?", "İfşa intihara teşvik mi ediyor, ölçüsüz bir yaptırım mı?" gibi sorular meşgul ediyor çoğu kişinin kafasını.

İfşa, TDK’daki anlamıyla da gizli kalan bir şeyi açığa çıkarma durumu ve son derece meşru bir yöntem. Me too hareketiyle gelen anlamında ifşanın meşruluğu, bir kişinin kendi başına gelen bir durumu anlatma hakkından ileri geliyor esasında. Pozitif hukukta henüz yeri yok. En azından Türkiye’de. Fakat, hayatın dijitalleşmesiyle birlikte ortaya çıkan dijital şiddetin önlenmesi bakımından sayılan öneriler/çareler arasında yer alıyor. Bazı ülkelerde ifşaya benzer yöntemler yasada yer bulmuş durumda. Örneğin, ABD’de “Megan Yasası” diye bir yasa var (Bu yasaya ilişkin bir değerlendirme yazım Gazete Duvar üzerinden okunabilir). Özetle şöyle: Megan isimli 6 yaşında bir kız çocuğu, ailenin yeni taşındığı bir mahallede komşulardan biri tarafından istismar ediliyor. İstismar failinin daha önce başkaca cinsel suçlar da işlediği öğreniliyor. Bunun üzerine aile “Eğer mahallede böyle bir suçlu olduğunu bilseydik buraya taşınmazdık. Kişiler, çevrelerinde bu tür suçlular olup olmadığını bilme hakkına sahip olmalı” diyerek bir imza kampanyası düzenliyor ve Megan Yasası yürürlüğe giriyor. Bugün ABD’de çevrenizde yaşayan cinsel suçlardan sabıkalı kişileri görebildiğiniz bir sistem var. Elbette, bu sistem tartışmalı. Zira, ceza hukukunun topluma kazandırma amacını aşan bir durum gündeme geliyor. Çünkü bu sistemle birlikte; kişiler iş bulamıyor veya yaşam haklarını tehlikeye sokan durumlarla karşı karşıya gelebiliyorlar. Unutulma hakkı da ayrı bir tartışma konusu tabii. Bu sebeple ifşanın sınırları var diyebiliriz. Örneğin ifşa ettiğiniz kişinin ev adresini veya telefon numarasını vermemelisiniz. İfşa edeceğim diye yeni bir suç işlememelisiniz. Bu yöntemler üzerine ayrıca ve detaylı konuşmak, tartışmak, bu yöntemleri geliştirmek ve yazmak gerekir.

Kişilerin ifşaya başvurmasının birçok sebebi var. Öncelikle zamanında bir sebepten cezasız kalmış olan suçları açığa çıkarmak ve bir nevi suçluyu cezalandırmak. Bu bireysel bir rahatlama olduğu kadar kolektif bir dayanışma aynı zamanda. Bir dertleşme, teselli bulma ve birlikte güçlenme hali. Bu arada, ifşanın kolay bir eylem olmadığını, ifşa eden mağdurların da bu esnada büyük bir korku, baskı ve kaygıyla karşı karşıya kaldıklarını, travmalarının tetiklendiğini de sık sık dile getiriyoruz. İfşa, bir “ihtar” ve önleme biçimi aynı zamanda. Yine me too hareketindeki anlamıyla, ifşa edilen faillerin mevki-makam sahibi, saygın ve sözüne güvenilir kişiler olduğu dikkate alındığında, bu kişilerin erkek egemen sistemde bu nitelikleri cinsel suçları işlemede kolaylaştırıcı birer unsur olarak kullandıklarını söylemek mümkün. “Sana mı inanacaklar? Bana mı?” cümlesi hiçbirimize yabancı değil. Çoğunlukla mağdurlar, ilk etapta yanlış anladıklarını düşünebiliyor. Veya bu duruma kendilerinin mahal verdiğini düşünerek kendilerini suçluyor. Veya korkuyor, itibar kaybı, işini kaybetme kaygısı, zaten bana inanmazlar rezil olduğumla kalırım kaygısı yaşıyorlar. İleri aşamalarda yargıya başvurduklarında, delilim yok, ispat edemem endişesi yaşıyorlar. Bu esnada, fail, her defasında korunduğunu daha kuvvetli hissediyor ve suç teşkil eden eylemlerine seri şekilde devam ediyor. Eğer 15 yaşından küçük değilseniz zaten 6 aylık bir şikayet süreniz var ve ola ki hukuka başvurmak isterseniz bu esnada bu süre de geçmiş oluyor. Mağdur yaşadığı travmayla kalıyor, fail de artan zafer duygusuyla hayatına ve tacizlerine devam ediyor. İşte ifşa, tam da bu noktada bir “dur ihtarı”. Üstelik yalnızca fail özelinde değil, toplumsal olarak da bir dur ihtarı. Zira, başkalarının ifşa olduğunu gören cinsel suç faillerinin, her an sıra bana da gelebilir tedirginliğiyle “uykuları kaçıyor” ve ister istemez davranışlarına çeki düzen vermek durumunda kalıyor. İfşa, erkek egemen sisteme toplumsal bir başkaldırı aynı zamanda yani. Bu bakımdan kadının insan hakları mücadelesini ileriye götüren bir anlam ve önem ifade ediyor.

“Sosyal medya adaleti”, “Sosyal medya faşizmi” ibareleri çok kullanılır oldu. Öncelikle üstüne basa basa söylemek lazım; sosyal medya adaleti diye bir şey yoktur. Sosyal medyada adalet arayışı diye bir şey vardır. Eğer ilahi adaletten bahsetmiyorsak, adalet yargı sonucu tesis edilen kararlara ilişkindir. Bu çizgiden çıkmamamız gerekir; aksi halde herkesin kendi adaletini tesis etmesi gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da hukuk devletinde değil kabile devletinde olur. İfşa, herkesin kendi adaletini tesis etmesi demek değildir; aksine bulunduğu konumu kullanarak “cezadan yırtan” kişilerin açık edilmesidir. Bu ikisi karıştırılmamalı. Bizler, olmayan sosyal medya adaletini savunmuyoruz. Bizler, hukuku savunuyoruz. Fakat, erkek egemen sistemde, bilhassa siyasi iklimden etkilenen yargı, kadının insan haklarına yönelik davalarda yeterince adil olmayabiliyor. Her gün bunun örneğini yaşıyoruz. Veya siyasi iktidar, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik hiçbir politika üretmediği gibi bu kavramı bile reddediyor ve “toplumsal cinsiyet adaleti” olarak değiştirmek suretiyle erkeklerin garanti altına alan kendi adaletini benimsetmeye çalışıyor, eşitliği sağlamaya yönelik sözleşmelere ve yasalara saldırıyor. Böyle bir ortamda ifşanın meşruiyeti de artıyor.

İfşaya başvuran kadın arkadaşlarımızdan birini intihara teşvikle suçladılar. Sahte hesap, Fetöcü diyerek ilgisiz şekilde sözlerine itibar edilemez hale getirmeye çalıştılar. Oysa, İbrahim Çolak adlı kişinin intihar etmesi tamamen kendi seçimiydi. Kabulüyle sabit, yapmış olduklarının sorumluluğunu almak istememesi kimsenin suçu olamaz. Kaldı ki, bu kişinin taciz fiillerinin vicdan azabıyla mı yoksa kendi çevresinin yüzüne bakamama utancıyla mı intihar etmiş olduğu da sorgulanıyor. Atmış olduğu tweetlere bakılırsa ikincisi. Bu da intiharı daha da kişiselleştiriyor. İbrahim Çolak’ın atmış olduğu tweet'i sorgulayan kadın arkadaşımızın eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 84. Maddesi'yle hüküm altına alınmış olan “İntihara Yönlendirme” suçunun unsurlarını hiçbir şekilde taşımadığını söylemeye gerek bile görmüyoruz.

İfşa hakkını kullanan kadınların suçlanması, eril sistemin devamının destekçisi olmaktır. İfşa hakkını kullanan kadınların suçlanması; kadın hareketinin gelişmesini önleyen, ifşa hakkını kullanan ve/veya kullanacak olan kişileri susturup sindiren, bir çeşit “Erkimizi kaybediyoruz!” paniği olan erkeklik krizini ve dolayısıyla ataerkil atakları palazlandıran, şiddet faillerinin suç işlemeye devam etmesini sağlayan ve suç potansiyeli taşıyan kişileri cesaretlendiren, kadın hareketini güvenilmez kılan, bir çeşit cadı avına mahal veren bir tutumdur. Görünmez olduğunu sanan öyle çok tacizci yaşıyor ki aramızda, uykuları kaçan bu kişiler, fazlasıyla korkmuş durumdalar ve deyim yerindeyse “yılanın başını küçükken ezmeye” (bu kişilere göre ifşaya başvuranlar yılandır, cadıdır) çalışıyorlar, kadınları şeytanlaştırarak kendilerini aklamak için zemin hazırlıyorlar.

Örneğin Hasan Ali Toptaş, “Kadının beyanı esastır” ilkesine vurmayı seçti. Oysa, özrünü dileyip (geri çekmiş olduğu özür, maalesef her halükarda kabul içeren özürden kellice kibirli bir savuşturmaydı) geleceğe dair olumlu bir söz verse işler bu noktaya gelmeyecekti. Fakat sanıyoruz ki, kendisi Bakanlığın 12 bin liralık kredisini çekmesi dahil böyle bir yaptırımlar silsilesiyle karşılaşacağını düşünmemişti. Hal böyle olunca, kıvırma yoluna gitti ve kuvvetli ihtimalle ön almak için kaybedecek bir şeyim yok düşüncesiyle bari çamura yatayım dedi. Bu esnada, İstanbul Sözleşmesi’ne, 6284 Sayılı Yasa’ya ve kadınların kazanılmış haklarına “ayar olanları” da arkama alırım düşüncesiyle “Kadının beyanı esastır” ilkesinden bahis açtı. Zira bu ilke, TBMM’de kurulan Boşanma Komisyonu’nun 2016 tarihli raporunda da hedefteydi. Hasan Ali Toptaş, açıkça eril siyasete ve kadın düşmanlarına el uzattı. Oysa o el, geçmişte çok sayıda kadına suç teşkil edecek şekilde uzanmıştı.

Kadının beyanı esastır ilkesinin, kadının beyanı doğrudur demek olmadığını söylemekten dilimizde tüy bitti. Bu ilke, bir Yargıtay içtihadı olarak yasal bir ilkedir. Ataerkil yapıda, kadınların güç dengesinde aşağıda yer almalarından kaynaklı riskleri hukuken dengelemeye yöneliktir. Çoğunlukla gizli ortamda işlenen cinsel dokunulmazlığa yönelik suçların (veya kadına yönelik şiddet suçlarının), delilsiz ve ispatsız işleniyor olması sebebiyle, kadının beyanının dikkate alınması ve bu yönde soruşturma/araştırma yürütülmesi için getirilmiş bir ilkedir. Kadınların durduk yere böyle beyanlarda bulunmayacağı, kendini böyle bir yükün altına sokmayacağı hayatın olağan akışının gereğidir. Nitekim, bu iddialar bu sistemde, yine en çok kadınları yaralamaktadır. Kadınların beyanı karşısında, daima kendinizi aklamanız mümkündür, zaten bu suçu işlemediyseniz bu yönde bir savunma yapacaksınızdır ve maddi gerçek ortaya çıkacaktır. “Hem suçlanıp bir de üzerine kendimi aklamakla mı uğraşacağım?” diyenler oldu süreçte, biz de “Aynen öyle olacak” diye yanıtlıyoruz. İsterseniz, kadınların şikayet hakkını kullanmasını da engellesin hukuk, hepimiz rahat edelim(!). Ceza yargılaması zaten tam olarak budur. Biri suçlar, öteki aklanmaya çalışır. Kanunları kötüye kullanmak isteyenler yok mudur? Elbette vardır ve bu, tüm yasalar için geçerlidir.

İfşalar peş peşe gelirken, bir yandan da kafalar karıştı. Taciz olmayan durumlar taciz diye ifşa edildi veya benim bu yaptığım tacize girer mi, diye danışanlar oldu. Güler misin, ağlar mısın dedikleri bu. Taciz, “hayır” denilen veya hayır anlamına gelen davranışlardan sonra başlar. Örneğin birine ısrarla ne kadar güzel olduğunu, tanışmak istediğinizi yazıyorsunuz. Karşılığında cevap yok. Siz yazmaya devam ediyorsunuz. Tacizdir. Taciz illa ki erotik ifadelerle olmaz. Erotik olmayan ifadeleri öyle bir kullanırsınız ki, tacizdir. Fiziksel temas bakımından, örneğin birinin koluna öyle bir dokunursunuz ki, dokunduğunuz kişi donmuş kalmış ya da irkilmiştir, ama rahatsız olmuştur, tacizdir. Olay bazında değerlendirmek elbette gereklidir; fakat bir davranışın taciz olup olmadığını aklı başında her kişi rahatlıkla ayırt edebilir. “Ne münasebet! Benim öyle bir niyetim yoktu” sözleri sizi aldatmasın. Rahatsız olduysanız, uzaklaşın, uzaklaştırın, uzaklaşmıyorsa hukuki yollara başvurun. Cezasızlığı göze alın ama başvurun. Gidip ifade verme gerginliğini yaşasın. Müvekkillerime veya danışan kişilere verdiğim tavsiye hep bu yönde olmuştur. Çünkü kadınların artık susturulmaya değil, konuşturulmaya, cesaretlendirilmeye ihtiyacı var.

Bu konu oldukça detaylı ele alınması gereken, çok yönlü bir konu. Dolayısıyla sayfalarca yazsak da yetersiz kalır. İfşayı konuşmak, tüm baskılara rağmen ifşaya ve konuşmaya belirli sınırlar çerçevesinde devam etmek hem kadının insan haklarına ilişkin hukukun hem de kadın hareketinin gelişmesi bakımından önemlidir.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.