YAZARLAR

İçeride ve dışarıda masanın ıstırabı

Masayı dürüstçe kurabilmek lazım. Barış için. Halkların kardeşliği için. Türkiye’nin ellerine ve ayaklarına kendi elleriyle attığı gemici düğümlerinden kurtulması için...

Masa kurulacaksa ben kurarım, tekmelenecekse ben tekmelerim! Kurucu felsefe bu. Ülke yıllardır bunun ceremesini iç barışını kendi elleriyle dinamitlerken de çekiyor, sınırın dışındaki sorunlarla düşman çemberi oluştururken de...
Tek adamlık rejimini devirmeye kilitlenmiş muhalefetin masasında da iktidar katındakine benzer heyheylenmeler dönüyor. Masa meselesi kâbustur bu topraklarda.
Masa bir kültürdür; müzakere demektir, karşılıklı birbirini anlamadır, birbirinin sınırlarını görmektir, ortaklaşmak için bir adım ileri atmak ya da çekilmektir, uzlaşmanın kodlarını çözmektir. Ülke siyaseti nobranlaştıkça masayı kurma becerisini yitiriyor. Sofra kurma kültürünü yitirdiği gibi. İç yüzde de dış yüzde de masa olgunlaşmayı bekliyor.
İçerde seçime doğru ‘Cumhur’ terörize ediyor; “HDP, Millet’in masasına oturamaz!”
Eli çok uzun, muhalefetin masasını da dizayn ediyor.
"Cumhur"un meşrebinden Akşener’e göre de HDP zinhar Millet’in masasına oturamaz. Oturmadığı gibi talepleri masaya gelemez. Ancak isterse Kemal Bey kendi partisi adına görüşebilir. Selahattin Demirtaş’ın demir parmaklıkların ardından Akşener’e gönderdiği açık mektuptaki sorular çok yalın ve yerinde. HDP’nin milyonlarca oyuyla iktidar olmayı düşleyeceksin, muhtemel ki bu sayede cumhurbaşkanlığı yardımcılığı koltuğuna oturacaksın, birkaç bakanlığı işgal edeceksin ama masada onların taleplerini dinlemeyi zül sayacaksın.

Kibir kofluktan gelir.
Ülkenin hem içeride hem dışarıda dost masasına ihtiyacı var.
Tekmelediğiniz masaları yeri zamanı gelince koşullar size dayatıyor. Kıvrana kıvrana oturuyorsunuz. Masaya zamanında ve adabıyla oturmayı bilmek lazım.
Altılı Masa ile nefes alıp verdiğimiz bu günlerde yine Kürtlerle, iç siyasi çelişkilerle, iktidarın hesapsız Suriye siyasetiyle bağlantılı olarak Moskova’da da dörtlü masa kuruluyor.

İran, Türkiye, Rusya arasında Astana Platformu’nda başlayan ortaklığı Türkiye-Suriye barışına götürecek yola Tahran’ın üzerini çizerek girdiler. Şam’dan yana ikinci bir ağırlık istemediler. İran afra tafra yapıp Şam nezdindeki vazgeçilmezliğini hatırlatınca üçlü masaya bir sandalye daha ilave edildi. Aralıkta Rusya, Türkiye ve Suriye savunma bakanları arasındaki toplantının ikincisi dışişleri bakanları düzeyinde olacak. Bu kez İran da masaya oturacak. Bunun hazırlığı için haftaya dışişleri bakan yardımcıları Moskova’da buluşacak. Hedef seçimden önce Erdoğan’ı Beşşar el Esad’la kucaklaştırmak! Muhteşem U dönüşlerinde bir zirve olacak. Olursa...
O masanın arka fonu da dayatmalarla dolu.

2011 türbülansında Şam’ın efendisi olmayı düşlediklerinde Kürtlerin kanton sistemiyle üçüncü yolu tutturmaları Ankara’nın ters köşe olduğunun resmiydi. Kaosun mimarlarına göre mağdur ve mazlum bırakılmış Kürtlerin Suriye devletine anında cephe almaları ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) katılmaları gerekiyordu. İmralı’da kurulan barış masasında üç dayatma vardı:
YPG rejimle bağını kesmeli, muhalefetle birlikte hareket etmeli ve fiili özerkliğe son verilmeli. Öcalan "Rojava benim kırmızı çizgimdir" dediği için masa tekmelendi. Kanaatimce gerisi teferruata girer.
Bu arada Süleyman Şah Türbesi’ndeki üç kuburu taşımak için YPG komutanları ile Ankara’da kurulan bir masa daha oldu. O masanın hatırı, YPG’nin terör örgütü ilan edilmesini önlemedi. Önlemediği gibi önce ÖSO etiketli selefi-cihadi grupların, daha sonra azılılardan müteşekkil IŞİD’in Kürtlerin bulunduğu bölgelere tasallutu desteklendi. Yetmedi Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile Kürtlerin nefes borularına vuruldu. Hepsi birer külliyatlık hikâye.

Bu süreçte NATO’daki büyük ortakla da masa kurmak istediler: Amerikan güçleri, TSK ve ÖSO olsun bu masada; IŞİD ise mesele birlikte yapalım bu işi. YPG olmasın. Sonra Şam’a kadar da gideriz nasipse! Mantık buydu. Ters tepti.

Sıra geldi dağıtılan ne varsa toparlamaya. Ankara’nın vetoları konuşmaya devam etti: Kürtler Cenevre’ye gidemez! Sadece İstanbul, Riyad ve Moskova’da toplanan muhalifler gidebilir. Astana Platformu’nda zaten patron. Oraya Kürtler asla yanaşamaz. Kürtlerin ABD’den destek alması da tehlikeli. Kürtler Şam’a da gitmesin. O kapıyı kapatmak için Rusya’nın Şam üzerindeki etkisine bakıyor.
Hasılı kelam;

Kürtler Millet’in masasında olamaz.
Kürtler Cenevre’de anayasa yazım heyetlerinin masasına oturamaz.
Kürtler Astana’daki masanın etrafında tabure bile bulamaz.
Kürtler Şam’da Esad’ın kuracağı masaya da oturamaz.

Ama Erdoğan, ülkesini yıktığı Esad’la masaya bir şekilde oturacak.
O masanın büyük pazarlık konusu yine Kürtler olacak. Dayatma kendini tekrarlayacak: Kürtlere statü verilemez! Verdirtmem! Adana Mutabakatı’nın ikincisi yazılacaksa maddeler fiili özerkliği dağıtan bir çerçeveye göre yazılacak. Hedeflenen bu.

Masayı dürüstçe kurabilmek lazım. Barış için. Halkların kardeşliği için. Türkiye’nin ellerine ve ayaklarına kendi elleriyle attığı gemici düğümlerinden kurtulması için. Sınırların altında komşuluk ve kardeşlik hukukunun tesisi için. Diğer türlü evin içi de dışı da müdahalelere açık hale geliyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.