Hüseyin Gazi Cemevi ziyareti ve soruna farklı bir boyuttan bakmak

Hüseyin Gazi Cemevi ziyareti ve mekânda yapılan düzenleme hiç de şaşırtıcı değil. Böylece Öteki, kabul görmüş, değiştirilmesi mümkün olmayan bir aşağıda olma hali içinde dayatılanı kabul etmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Hasan Hayri Ateş

Rea Hak/Alevi itikadının inkâr edilerek Türk Sünni Hanefilikten müteşekkil hâkim yapı içinde eritilmesi, 8 Eylül 1925’te hazırlanan, Cumhuriyet’in gizli belgesi Şark Islahat Planı’nın temel önceliğiydi. Bu planın hayata geçirilmesinin en önemli adımı ise 30 Kasım 1925’te Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun çıkarılması oldu. Bu kapsamda tüm Alevi dergâhları gibi Hacı Bektaş-ı Velî Dergâhı da kapatıldı ve Numune Ziraat Mektebi’ne dönüştürüldü. Yüzlerce yıl korunan ve dergâhın hafızasını oluşturan eşyaları müsadere edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilen dergâh, 16 Ağustos 1964 tarihinden Etnografya Müzesi'ne dönüştürüldü.

Hazırlanan Şark Islahat Planı ile birlikte Alevi itikadının asimile edilerek sonuca ulaştırılmasında en can yakıcı adımlar her dönem Dersim’de atıldı. 1937-38’de yaşanan soykırımın ardından 1980’de darbecilerin atadığı Emekli General Vali Kenan Güven döneminde köylerden beldelere kadar Dersim’de onlarca cami yapıldı. Bununla da kalınmadı binlerce çocuk, ailelerinin rızası olmaksızın batı illerindeki yatılı imam hatip okullarına gönderildi.

Bu konuda araştırmalar yapan Mesut Özcan elde ettiği bulgular sonucunda, İmam Hatip Okulları’na gönderilen çocukların sayının beş bin dolayında olduğunu ileri sürdü. Bu, Dersimlilerin hem Kürt hem de Alevi kimliğine yönelen bir etnositti ve Dersim’in öncelikli uygulama alanı seçilmesi nedensiz değildi. Çünkü Dersim, Ocak Merkezli Rea Hak/Alevilik inancının serçeşmesi olup, bir kültürel havzadır. Ocak-rayber-pir-mürşit ilişkisi üzerinden Kürt ve Türkmen Alevilerin yaşadığı bütün yerleşkeler üzerinde etkisi olmuştur. Bu öneminden ötürü yapılmak istenen suyu kaynağında kurutmaktır.

1924’ten itibaren hayata geçirilen politikaların 1980’lerin sonlarına doğru amacına ulaştığı ve Alevilerin büyük oranda asimile edildiklerine inanılıyordu. Zaten tekçi, inkârcı asimilasyonist politikalara karşı yaşanan sessizlik, bunun teyidi gibiydi.

Ancak 1990’lı yıllardan itibaren Kürt sorunundan kaynaklı yaşanan siyasal gelişmeler, inkâr edilen kimlikler bakımından beklenmedik gelişmelere yol açtı. Hiç şüphesiz bunlardan biri de Alevilerin farklılıklarını ortaya koyarak örgütlenmeleri oldu.

Bunlar bilinen hususlar olsa da sorunun uzun erimli arka planına kısaca dikkat çekme adına vurgulamak gerekiyor. Çünkü kırıma uğratılan Alevi hafızası dikkate alındığında, sorunun arka planına dair ciddi bir kafa karışıklığı olduğu biliniyor. Bunun en önemli göstergesi ise Aleviliğin inkâr edilerek yok sayılmasından birinci dereceden sorumlu olan siyasal figürlerin, itikadın temel sembolü haline getirilmeleridir. Gene günümüzde Sünni inancın söylem ve ritüellerinin, Alevi itikadına yoğun biçimde ikame edilmesi de, sorunun önem arz eden bir başka yanıdır.

SİYASAL FİGÜRLERİN İNANCIN SEMBOLÜ HALİNE GETİRİLMELERİ

Bu bağlamda Alevi Vakıfları Genel Başkanlığınca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Hüseyin Gazi Cemevi’ne yaptığı ziyaret sonucu yaşananlara dair yapılan açıklama, sorunun bir başka boyutunu ortaya koydu.

Açıklamada, “Alevilik inancımız son derece yozlaşmış bir şekilde, örneğin her Cemevimizde Hz. Ali, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ve Atatürk’ün resimleri vardır. Baş köşemizde durur. Bu resimlerin olmadığı bir Cemevi mümkün değildir.” [1] deniliyordu.

Elbette Hz. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Bektaşi toplumunun hafızasında temel semboller olarak yer etmiştir. Ancak bir siyasal figür olan Mustafa Kemal’in içeriden müdahalelerle toplumsal hafızaya ikame edilmesi, sorunludur. İçeriden geliştirilen böyle bir dayatma, Alevi toplumunun inkâr edilerek yok sayılmasının kaynağını muğlaklaştırmış, sorunun çözümü için karşı çıkılması gereken zihniyeti perdelemiştir. Bunu yapanlara göre cumhuriyetin Alevilerle, Alevilerin de cumhuriyetle sorunu olmamıştır. Bununla da kalınmayıp Mustafa Kemal adeta Alevi toplumunun ruhani lideri ilan edilmiştir.

Oysa yukarıda da vurgulandığı üzere 1924’te Diyanet'in kurulması, ardından hazırlanan Şark Islahat Planı, Tekke ve Zaviyeler Kanunu'nun çıkartılması sonrasında yaşananlara bakıldığında, Cumhuriyet'in daha başından Alevileri bir sorun olarak gördüğü çok açıktır.

AYNI ZİHNİYETİN İKİ FARKLI TEZAHÜRÜ: İNKÂR EDEREK YA DA TANIYARAK ASİMİLE ETMEK

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hüseyin Gazi Cemevi’ni ziyaretinde ortaya çıkan sorunlu durum, daha ziyade biçimsel boyutlarıyla ele alındı. Oysa kamuoyuna da yansıyan tablo, yüzyıllık zihniyetin farklı tezahüründen başka bir şey değildi.

Erdoğan’ın şu güne kadarki yaklaşımı, kurucu devlet aklının farklı tezahürüdür. Kemalist paradigmaya dayalı kurucu akıl, Sünni İslam’ı daha başından ülkenin resmi dini haline getirdi. Diğer inanışlara reva görülen ise asimilasyon oldu.

AKP iktidara gelinceye kadar devlet aklı, farklı olanı inkâr ederek asimile etmek, şeklinde işliyordu. AKP ise daha başından tanıyarak, ama aynı zamanda kendine göre tanımlayarak asimile etmeyi, temel bir politika olarak benimsedi. 2007 yılında başlatılan, “Alevi Açılımı” bu yaklaşım sonucu kısa sürede akamete uğradı. Elbette önemli bir adımdı ve o güne kadar en kapsamlı hamleydi. Necdet Subaşı tarafından hazırlanan Nihai Rapor’da da önemli tespitler yapılmıştı:

“I. Aleviliğin çerçevelendirilmesi ve tanımlanması bütünüyle Alevilerin uhdesinde olmalıdır. (...) Devlet herhangi bir inanç alanının içeriğine müdahale edemez ve onu düzenleyemez. Ancak bu alanın güvence altına alınabilmesi için gerekli adımların atılmasında koruyucu roller üstlenebilir.”

“VI. Alevi sorunu İnkılâp Kanunları ve ulus devlet yaklaşımının üzerine oturduğu siyasal ve kültürel zemin dikkate alınmadan çözümlenemez. Problemin giderilmesi için başta devletin homojenleştirici kimlik politikaları olmak üzere anayasal düzeyde teminat altına alınmış hususların gerçeklikle buluşturulması gerekir.”[2]

Oldukça uzun olan Nihai Rapor’da ortaya konulan bu tespitler, çözüme ulaşmada oldukça önemliydi. Fakat AKP ve Diyanet’in rapordaki önerilerin aksine kendilerine göre tasnif ederek tanımlamada sergiledikleri ısrar, sürecin tıkanmasına ve başarısız kalmasına neden oldu.

Alevi inancı söz konusu olduğunda her dönem yaşanan dayatma, hem Türk hem de Sünni olarak hâkim olanın üstenci yaklaşımıdır. AKP ve lideri Erdoğan’ın tutumunda belirleyici olan da her zaman bu oldu. Evet, Alevileri tanıyor, varlığını kabul ediyor. Ne var ki bu tanıma meselesinde bir hiyerarşi oluşturuyor, karşısındakini daha aşağıda bir yere konumlandırarak ilişkileniyor. Açıkça dile getirilmese de, adeta şöyle söyleniyor: “Seni tanıyorum ve kabul ediyorum, ancak bunu kendi kültürümün, inancımın ölçülerine göre yapıyorum. Sen de bunu kabul edeceksin.”

Bu bağlamda Erdoğan’ın, şu düşüncesini defaatle dile getirdiği biliniyor: "Alevilik Hz. Ali'yi sevmek değil mi? Alevi Müslüman değil mi? Sünni de Müslüman. Eğer Alevilik Hz. Ali'yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim. Çünkü Hz. Ali efendimizi çok seviyorum. Ben onu nasıl sevmem. O nasıl yaşıyorsa, ben de onun gibi yaşamaya gayret ediyorum. Ama Aleviyim diye ortaya çıkıp, Hz Ali'nin yaşam şeklinden uzak olanlara da söyleyecek hiçbir şeyim yok."

Alevi inancının anlam dünyasını dikkate almadan, kendi kültür dünyasının normlarına göre sergilenen bu dayatmacı tutum, aynı zamanda Alevi inanç mensuplarını eksik görme halidir. Daha doğrusu Müslüman olarak Aleviler, Erdoğan’ın Müslüman tamlığının eksik halidir. Eksik olanların eksikliklerini aşmaları için, O’nun gibi düşünmeleri, inanmaları ve yaşamaları gerekir.

Ortaya konulan ölçü budur.

YA SONU GELMEZ GAZAP YA BENZEŞME 

Bu ölçüye göre gerçekleşen Hüseyin Gazi Cemevi ziyareti ve mekânda yapılan düzenleme hiç de şaşırtıcı değil. Öyle anlaşılıyor ki, Öteki ancak böyle kabul görmüştür. Böylece Öteki, değiştirilmesi mümkün olmayan bir aşağıda olma hali içinde dayatılanı kabul etmiştir. Kamuoyuna yansıyan görüntüden çıkaracağımız sonuç budur.

Dolayısıyla kabul ederek inkâr etme biçimi, Hüseyin Gazi Cemevi’nde Öteki’nin reddini önceleyen özgün bir biçimde ortaya çıktı. Farklı olanın dışlanması, hâkim olanın kültürel normlarına uydurulması ise en açık şekilde mekânsal düzenlemeye yansıdı. Ortaya çıkan tablo, ziyareti kabul edenlerin işgüzarlığı değilse eğer, hâkim olanın, karşısındakine, “benim gibi olmak zorundasın,” dayatmasıdır.

Kaldı ki, mevcut tablo mekân sahiplerinin gönüllü davranışından kaynaklı olsa bile, müsebbip, hâkim olandır. Gücü ellerinde tutanların Öteki’ni farklılığıyla kabul etmeyerek kural koyan, ölçü belirleyen tutumlarıdır. Belirlenen kalıplara dökülmeye rıza göstermeyenlerin yaşayacakları ise, gazaplardan gazap seçmek olacaktır. Gazaptan kurtulmanın yolu, gücü elinde tutanlara benzemek, onlardan görünmektir.

Bir inanç merkezinde Mustafa Kemal gibi bir siyasal figürün posterinin, inancın temel sembolü haline getirilmesi de bundan kaynaklıdır. Dün Mustafa Kemal’in posteri gazaptan kurtulmanın kalkanı görülürken, bugün AKP’nin kuşatıcı İslami hegemonyasına karşı Sünni inanışın ritüel ve söylemlerinin Alevi itikadına ikame edildiğini görüyoruz. 

“Burada söz konusu olan Öteki’ni dışlamak değil, kendine benzetebildiği ölçüde onu inkâr ederek içine almaktır. Onlar, kuşkulu gördüklerini soğurmayı, onları etkisizleştirmenin ve hatta yararlı hale getirmenin tek yolu olarak görürler.”[3]

Dışarıdan da gerçekleşen ziyarette ortaya çıkan tabloya öfkelenenler oldu. Fakat, öfke duymak yerine herkes bu noktaya gelinmesinde kendi payını görmelidir. Hüseyin Gazi Cemevi’nde ziyareti organize edenler, dayatmacı zihniyetin üzerlerindeki etkilerini yansıttılar. Nedenleri oluşturanlar aynı zamanda asimilasyoncu politikalara karşı Alevilerle yeterince dayanışmayanlardır.

SONUÇ OLARAK

Hüseyin Gazi Cemevi ziyareti ile birlikte yaşanan sorunlu durumun nedenlerini yalnızca dışarı da aramak, ya da sorumlu olarak yalnızca AKP lideri Erdoğan’ı görmek, kanımca eksik bir yaklaşımdır. Osmanlı’dan itibaren bir arka planı olsa da, özellikle homojen bir ulus inşa etme süreci ile birlikte Alevi inancının inkâr edilerek son yüz yılda sorun haline getirildiği bir realitedir.

Dolayısıyla Alevi inanç kurumları bugün objektif bir yaklaşımla dünden bugüne nasıl bir seyir içinde olduklarını sorgulama zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Kendini ortak hafızası olan bir toplum olarak geleceğe taşıyıp taşıyamamada, özellikle de itikadın kendine özgülük ve süreklilik bağlamında korunmasında önemli sorunlar yaşanmaktadır. Bu konuda kadim inanıştan önemli kırılma, kopma ve başkalaşımın yaşandığı daha fazla görmezden gelinmemelidir.

Hüseyin Gazi Cemevi ziyareti cesur bir yüzleşmeye vesile yapılabildiği oranda, gittikçe ağırlaşan sorunların üstesinden gelinebilir. Salt ziyareti organize edenlerin ihraç edilmesi, sorunu bütünlüğünden kopartarak öteleme yaklaşımıdır.

[1] www.gercekgundem.com 11 Ağustos 2022

[2] Alevi Öalıştayları-Nihai Rapor

[3] Dominicque Schnapper-Öteki İle İlişki Bilgi Üni. Yay.