YAZARLAR

Hukukun bedeni, ruhu ve ağzını burnunu kırmak

Bir ağır ceza mahkemesi Anayasa Mahkemesi’ni çöpe atmışken Adalet Bakanı sosyal medyadan bir aforizmayla tartışmaya dahil oldu. Peki bakan ne demek istedi? Ne olacak, anti-hukuk günlerinin bakanı olduğunu kanıtladı bütün terimlerin yerini değiştirerek. Yani hukukun ağzını burnunu dağıtma işlemine uygun bir laf buldu.

Adalet Bakanı sosyal medyadan paylaştığı bir aforizma ile güncel tartışmalara yaklaşır gibi yaptı: “Anayasa ve yasalar hukukun bedeni, uygulama da hukukun ruhudur.”

Bir ağır ceza mahkemesinin, bir anayasa kararını sinirle buruşturup çöpe atmasından sonra bizzat Adalet Bakanı’ndan gelen bu paylaşımı nasıl anlamalıyız? Bakan bey Anayasa Mahkemesi’ni dolayısıyla Anayasa’yı hiçe sayan ağır ceza mahkemesinin uygulamasını mı “ruh” olarak görüyor, o kararın diklendiği Anayasa Mahkemesi kararında mı “ruh”u buluyor? Yoksa “ruh”un “gövde”den bağımsızlaşmasını mı kutluyor, ruh “uygulama” ise ve ağır ceza mahkemesi son uygulayıcı olarak, yani “ruh” olarak Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’ne karşı bağımsızlık ilan etmiş ise? Bağımsızlık ne kelime, hükümranlık ilan etmiş ise? Ne diyor bakan bey?

KILIÇ ÇEKEN RUH GÖREN VAR MI?

Önce lafa biraz yakından bakalım: Bakan, bu antroposentrik benzetmeyi çok beğenmese, buna çok inanmasa paylaşmazdı. Biz de beğenmeyi deneyelim o halde, madem hukuk bürokrasisi ve siyasetinin en üst kişisi konuşuyor. Beden, diyor, Anayasa ve yasalar, ruh diyor uygulamadır. Lakin bu insan benzetmesinde bir küçük sorun var. Biz faniler biliyoruz ki uygulama denilen şey bedenin işidir. Siz hiç taş kıran ruh gördünüz mü? Ya da su taşıyan ruh? Ya da kılıç çeken ruh? Ya da kafa kesen ruh? Tersi de var: Hiç kalkıp duruşmaya gelen bir anayasa olmuş mudur? Yürüyen bir kanun? Ateş eden bir tüzük? Kelepçe takan bir yönetmelik? (Gerçi, yönetmeliklerin Anayasa'dan üstün olduğu, tüzüklerin kanunları boşa çıkardığı bir yerdeyiz tamam ama yine de) bir terslik yok mu? Uygulama “ruh” ise, yasalarda ve Anayasa’da bir “ruh” yok demektir. Anayasa ve yasaların ruhu yoksa, uygulama demek ruh demekse, en son “uygulama” neyse hukuk o mu olacak?
Hukukun ruhu ve bedeni bu aforizmada pek sağlıklı bir ilişki içinde değil özetle.

KANUNLARIN RUHU

Kanun, hukuk ve ruh denince akla “kanunların ruhu üzerine” yazan Fransız düşünürü Montesquieu gelir çaresiz. O da kanunlarla ruh arasında açıklanması gereken bir ilişki olduğu fikrindeydi. Nedir bu kanunların ruhu, diye sordu ve cevap verdi kendince; rahmetliye göre “kanunların ruhu”, o kanunun var olduğu toplumdaki nüfus, din, ekonomi, ahlak gibi alanlardaki ilişkilerin oluşturduğu dengenin toplamıydı. En özet haliyle, kanunların ruhu, toplumun ruhu neyse oydu. “Uygulama” üzerinde de etraflıca durmuştu elbette çünkü “uygulama” bize o ruhun ne olduğunu gösteriyordu. Kanun kötüyse zaten iyi uygulama hayal, kanun iyi ama uygulama kötüyse dönüp toplumun ruhuna bakarız: Despotik mi, özgürlükçü mü? Orada göreceğimiz şey hakim siyaset olacaktır, despotik bir yönetim yapısında kendi güzel ruhu güzel bir hukuk olmayacaktır.

BEDENE GALEBE ÇALAN RUH

Bakanların hukuk filozofu pozu kesmesi öyle bir yerde bir işe yaramaz, zaten sonuç da ortada: Bir derece mahkemesi (Enis Berberoğlu davasını yürüten 14. Ağır Ceza) Anayasa Mahkemesi’nin hükmünü, yasada ve Anayasa'da yazılanları hiç umursamadan hiç edebiliyor. Ağır Ceza Mahkemesi, bir hukuk uygulayıcısı olarak, yani bakanın deyimiyle “hukukun ruhu” olarak, hukukun bedenini yani Anayasa’nın açık hükümlerini ve yasaları yok saydı. Ruh, bedene galebe çaldı yani.

ANTİ-HUKUK TAM GAZ

Bu ruh, “anti-hukuk” ruhudur: İdare hukukunun özgün bir terimini (yerindelik denetimi) alıp, ceza hukuku-anayasal yargı ilişkisine monte etti, montaj haklı ve doğruymuş gibi Anayasa Mahkemesi’ni devre dışı bıraktı; bırakırken de fırçalamayı ihmal etmedi. Yani, bir hukuki kurumu ilişkili olduğu ve koruduğu yararın tam aksi bir sonucu elde etmek için kullandı.
Yerindelik denetimi yasağı, idari yargıda mahkemelerin “idare” yani siyasal irade yerine geçerek karar vermelerini engelleyen bir hukuki düzenleme; düzenlemenin amacı “yargı” ile “yürütme-idare” arasındaki güç dengesini (ve ilişkisini) korumak. Ceza mahkemesi bir “idari” birim değil, ama son kararı ile kendisini (Tolga Şirin’in herkesin okuması gereken değerlendirmesinde incelikle ifade ettiği gibi) “idare” ya da “siyasal irade” yerine koydu, Anayasa Mahkemesi’ni de bir idare mahkemesiymiş gibi değerlendirdi. Yani ruh bedeni cansız bıraktı.
Adalet Bakanı da aslında bunu söylüyor: Uygulamada ne yaptıysak, ruh odur. Montesquieu merhumun rehberliğine başvurarak bakanın sözünü değerlendirecek olursak, kanunlarımızın ruhu despotiktir, demiş oluyor. O nedenle bir derece mahkemesi Anayasa Mahkemesi’ni azarlayıp, hukukun ağzını burnunu dağıtabiliyor.


NOTLAR...

1
Anti-hukuk için basit bir tanım kullanıyorum: Hukuki bir kurumu, kavramı, fikri ve düzenlemeyi, koruduğu yararın tam tersini elde etmek için kullanmak. Ağır ceza mahkemesi kararından sonra yeni bir tanım daha çıktı ortaya: Hukukun ağzını burnunu dağıtmak.

2
Ağır ceza mahkemesi kararı ile Anayasa Mahkemesi kararı arasındaki ilişkinin incelikli ve sarih bir analizi-eleştirisi için Tolga Şirin’in iki yazılık serisine bakmanızı hararetle tavsiye ederim. İkinci yazının linki burada... 

3
Aforizma yazmanın başarısız versiyonlarına eskiler “inci yumurtlamak” derdi. Malumatfuruşluk olsun diye yazıyorum bunu, yoksa Adalet Bakanı ile inci arasında ne bağ olacak?

4
Bakan “uygulama” derken, aslında Cumhurbaşkanı’nı kast ediyor. Aslında Montesquieu da bakana hak verirdi, sadece kendisinin “kanunların ruhu”na ilişkin araştırmasında bakanı ve tabi olduğu ruhu “hukuk”la ilintilendirmezdi.

5
Bu yazıyı fakültede dersini dinlerken neşesine hayran olduğum ve yakında göçünü toplayan hocam İl Han Özay’a ithaf ediyorum. Kötü bir öğrenciydim ama o müthiş bir hocaydı. “Yerindelik denetimi”ni anlatırken bile şahane şakalar yapıyordu; hiçbir zaman ağır ceza mahkemesi kadar ileri gitmese de.