Hukukçu Günal Kurşun: İktidar KHK'lileri yok olmaya davet etti

Hukukçu Dr. Günal Kurşun, iktidarın KHK’lileri yok olmaya davet ettiğini söyledi ve "İşinden ettiği insanlara sağlık hizmeti vermedi, çalışma, eğitim ve seyahat hakkını kısıtladı" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Kıraç* [email protected] 

Toplumun büyük bir kısmı 15 Temmuz sonrası ‘Kanun Hükmünde Kararnameler' ile oluşan haksızlıkları, işlerinden edilenlerin ve ailelerinin yaşadıkları sorunları bilmiyor, bir kısmı ise oluşan bu mağduriyetleri neredeyse memnuniyetle izliyor. Oysa bu yaşananlar bir insan hakları meselesi ve hukuksuz bir süreç devam ediyor. KHK’lilerin neler yaşadığını KHK mağduru, hukukçu ve insan hakları savunucusu Günal Kurşun ile konuştuk.

Dr. Günal Kurşun, Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ceza hukuku öğretim üyesiyken 29 Ekim 2016 tarihli ve 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. Aynı zamanda bir insan hakları savunucusu olan Kurşun, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, İnsan Hakları Ortak Platformu gibi yapıların kurucuları arasında yer aldı. 2017 yazında İstanbul Büyükada’da gözaltına alınıp tutuklanan insan hakları aktivistleri arasında yer alan Kurşun, 100 gün Silivri Cezaevi'nde kaldı. İnsan hakları hukuku ve ceza hukuku alanlarında çok sayıda kitabı ve makalesi bulunan Kurşun’un Anayasa Mahkemesi kararına rağmen avukatlık yapmasına izin verilmiyor.

‘YÜZBİNLERCE KİŞİ TERÖRİST İLAN EDİLDİ’

Son altı yıldır KHK'liler neler yaşıyor?

Aslında duyulmayan, bilinmeyen alanda KHK’liler pek çok şey yaşadı ve hala yaşıyor. 15 Temmuz sonrasında OHAL dönemi boyunca toplamda 152 bin kamu çalışanının KHK’ler ile ihraç edildiklerini öğrendik. Bu sayıyı bir AB ziyareti sırasında AB’den aldık. Çünkü devlet kurumları bugüne değin tüm çabalara karşın toplam bir sayı vermekten hep kaçındı. Mesela en son bu sene temmuz ayında kaç kişinin ihraç edildiğini tam olarak bilemiyoruz. Çünkü Resmî Gazete ’de listeler yayınlanmıyor. Toplamda tam olarak sayısını bilemediğimiz binlerce insan son altı yılda temel vatandaşlık haklarından mahrum bırakıldılar. Bu süreçte çalışma hakkı başta olmak üzere hukuksuz tutuklamalar yoluyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlal edildi; hukuka aykırı yargılamalar yoluyla adil yargılama hakkı görmezden gelindi. İfade özgürlüğünden mülkiyet hakkı ihlallerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’nın ihlal edilmeyen maddesi kalmadı.

Bugün KHK’lilerin özel sektör de dahil olmak üzere çalışmalarına izin verilmiyor, özel sektörde zorlukla iş bulabilenlerin işverenlerine İl SGK Müdürlüklerinden telefon açılarak işten çıkarılmaları talep ediliyor, yeni pasaport verilmediği için de başka yere de gidemiyorlar. Bir AK Parti yetkilisinin 2016’da söylediği “ağaç kökü yesinler” sözünü şiar edinen iktidar 2 milyona yakın ceza soruşturmasıyla yüz binlerce kişiyi terörist ilan etti. Aralarında Barış Akademisyenleri, sendikalılar ve insan hakları savunucularının olduğu binlerce insan hukuksuz şekilde, savunmaları dahi alınmadan mağdur edildi. Aileler bölündü, eşler boşandı, en büyük zararı da çocuklar gördü. Özellikle kamuoyunun dikkatini çekmeyen küçük şehirlerde vicdan kanatan çok acı hikayeler var; anne ayrı baba ayrı cezaevinde, çocuklara anneanne-dede bakıyor, sokağa düşenler oldu. 110’dan fazla KHK’li ise yaşadığı baskıya daha fazla direnemeyerek intihar etti. Normal bir ülkede tüm bunların kan dondurması gerekir.

Günal Kurşun

‘YETERİNCE ÖRGÜTLÜ BİR MÜCADELEDEN SÖZ EDEMİYORUM’

Mağdurların çabaları yeterli mi? Yeterince örgütlü bir hak arama mücadelesi veriliyor mu?

Mağdur olanlar elbette direnebildikleri ölçüde direnmeye devam ediyorlar ama iş bir noktadan sonra var olma çabasına dönüştü. Devlet aygıtını bütünüyle elinde tutan iktidar, tüm eylem ve işlemleriyle KHK’lileri yok olmaya, buharlaşmaya davet etti. İşinden ekmeğinden ettiği insanların ailelerini böldü, sağlık hizmeti vermedi, çalışma ve eğitim hakkını kısıtladı, seyahat etmelerine izin vermedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin deyimiyle insanları yaşayan ölülere çevirerek medeni ölüme layık gördü. Özellikle 2016’dan sonra hukuk devletinden söz edilemediği için yargı organları da bu çılgınlığa eşlik etti. Mağdurlar ise hala bu şartlara direnmeye çalışıyorlar. Bu çerçevede, hemen her ilde KHK platformları oluşturuldu. Özellikle İHD şubeleri ev sahipliği yaptılar. Bugün itibariyle KHK Platformları Birliği çalışıyor ve haklarımızı talep ediyor, ancak insanların hala büyük bir korku içinde olduklarını söyleyebilirim. Hala insanlar ceza soruşturması tehdidi altında oldukları için, temel haklarını savunurken dahi tereddüt yaşıyorlar. Bu süreçte, bir müddet sonra KHK’lilik olgusu kanıksandığı için hak temelli örgütlerin de yeterli bir destek sağladığını söyleyemiyorum. Mesela KESK, bu sene sürekli eylemde bulunma kararı aldı, ancak 2017 yılında yapılması gerekenler 2022’de yapılınca maalesef bir etki doğurmuyor. Yine de geç olması hiç olmamasından iyidir diyoruz. Sonuçta iktidar ve propaganda aygıtları tarafından toplumda terörist ilan edilme konusunda korku yaratılmış olmasının büyük bir etkisi var. Diğer taraftan, neticede aileleriyle birlikte değerlendirildiğinde en az bir milyon oyu olan bir kitleden söz ediyoruz. Muhalefet partileri git gide daha çok KHK sorununu dile getirmeye başladı, ki bu durum örgütlü bir KHK mücadelesinin sonucu. Kimi muhalefet partileri son derece iyi çalışılmış yol haritaları açıklayarak KHK sorununu nasıl çözecekleri konusunu gündeme taşıdılar ama sonuç olarak yeterince örgütlü bir mücadeleden söz edemiyorum, daha yapacak çok iş var.

‘SORUNUN KAYNAĞI OLANLAR ÇÖZÜMÜ OLAMAZLAR’

Peki sizce insan hakları örgütlerinin çalışmaları yeterli mi?

Özellikle gündem oluşturma konusunda çok yardımı olan yapılar var. Hazırladıkları raporlarla KHK’lilerin yaşadığı insan hakları ihlallerini kamuoyunun dikkatine taşıdılar. Ancak sorun o kadar büyük ki KHK konusu insan hakları örgütlerinin kapasitesini çok aşıyor. OHAL döneminde ilk raporu İnsan Hakları Ortak Platformu açıkladı. Daha sonra başka insan hakları örgütlerinden de tematik raporlar geldi. Fakat Türkiye’nin insan hakları gündemi o kadar yoğun ki KHK sorunu bir süre sonra gündemden kalktı. Şu anda KHK’liler dışında bu konuyu birinci gündem maddesi olarak tutan başka bir kitle maalesef yok. Ülke yavaş yavaş seçim atmosferine girdikçe bu yakıcı meselenin daha fazla gündem yaratabileceğini umuyorum. Bu iktidar döneminde ben bir çözüm beklemiyorum, sorunun kaynağı olanlar çözümü olamazlar. İşleyen bir bağımsız hukuk mekanizması da olmadığı için, sorunun bugün için hukuki çözümü de mümkün değil. Zaten siyasi bir sorun, gelecekte siyaseten çözüleceğini umuyorum. Bence hepimiz bir gün işlerimize geri döneceğiz, ancak zaman geçiyor, bizde de ömür geçti. Mesela benim için, OHAL Komisyonu ihracımdan altı yıl sonra geçen hafta ret kararı verdi; böylelikle idare mahkemesine iptal davası açabilme hakkını kazanmış oldum. Altı yıl sonra bu hakkı elde edebildiğim için sevinmem mi gerekiyor? Böyle bir ülkede insan hakları örgütlerinin çabaları da elbette yetersiz kalıyor. Mesela Uluslararası Af Örgütü gibi yapılar başta çok iyi raporlar hazırlasalar da şu anda sanki sorun çözülmüş gibi, KHK’liler konusunu en ufak gündemlerine almıyorlar. Halbuki bu kurumlar, özellikle konunun uluslararası boyutu açısından çok etkili yerler.

‘ESAS UTANMASI GEREKENLER HİÇ UTANMIYORLAR’

Anayasa Mahkemesi Pasaport Kanunu’nun 7. Maddesi'nin ilgili hükümlerini iptal edilerek KHK'lilerin pasaport almasının önündeki engel kaldırıldı. Ancak İçişleri Bakanlığı’nın pasaportlara 'tahdit' koyması hukuki açıdan ne anlama geliyor?

OHAL döneminde başlatılan uygulama ile seyahat yasağı, mahkemelerin yanı sıra doğrudan idare tarafından da uygulanmaya başlandı. Aslında Anayasa’nın 23. Maddesi'ne göre ceza soruşturması veya kovuşturması nedeniyle sınırlanabilen seyahat özgürlüğü, bizatihi idare tarafından pasaport verilmeme suretiyle alabildiğine ihlal edilmiş oldu ve bu durum hala devam ediyor. Aslında temmuz ayında güzel bir gelişme oldu ve Anayasa Mahkemesi altı yıl sonra Pasaport Kanunu’na eklenen ek 7. Madde'yi iptal etti, idarenin kişilerin seyahat özgürlüğünü kısıtlayamayacağına, bunun yalnızca mahkeme kararına dayanarak yapılabileceğine hükmetti. Temmuz ve ağustos ayları boyunca pek çok KHK’linin pasaport tahditleri kaldırıldı, ancak 1 Eylül’den itibaren İçişleri Bakanlığı herkes hakkında Anayasa Mahkemesi kararına rağmen yeniden tahdit koydu ve şu anda tahditler devam ediyor. Bence bütünüyle Anayasa'nın bilerek ve isteyerek ihlali anlamına geliyor, ancak bunu dile getirmek dışında bir şey yapamıyoruz. Herkesin tek tek idare mahkemesine dava açarak tahdidini iptal ettirmesi gerekiyor, böylelikle bakanlık masumiyet karinesini tersine çevirerek KHK’lilerden suçlu olmadıklarını kanıtlamasını bekliyor.

Türkiye’nin uygulaması baştan sona hukuka aykırıdır ve bu hukuka aykırılığın Avrupa tarafından tespit edilmesi de iktidarı rahatsız etmektedir. Yani deyim yerindeyse “ben kendi vatandaşıma her türlü hukuka aykırılığı yaparım ve bundan hiç gocunmam, ama bu durum Avrupa kurumlarınca tespit edilirse çok utanıyorum ve tazminat ödüyorum, o yüzden ayıbımı olabildiğince gizliyorum” gibi bir durum var. KHK’liler hukuk alanında hiç vazgeçmeden, yılmadan her türlü haklarını sonuna kadar kullanmalılar; dosyalarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve Birleşmiş Milletler kurumlarına götürmeliler. Haklarımızı ne yazık ki yalnızca uluslararası mercilerde arayabiliyoruz ve bu durum bir hukukçu olarak beni çok utandırıyor. Tabii esas utanması gerekenler hiç utanmıyorlar, o ayrı. Diliyorum kısa bir sürede hepimiz bütün haklarımızı sonuna kadar alırız. Tüm KHK’liler işlerine iade edilinceye kadar mücadeleye devam etmemiz gerekiyor. Hep söylediğimiz gibi, KHK’ler gidecek biz kalacağız.

* İnsan Hakları Çalışanı