YAZARLAR

Hodri meydan, liderlerle ortak yayın!

Demokrasi olgusu neye göre tanımlanırsa tanımlansın, hangi teorilerle açıklanırsa açıklansın, demos’u, yani yurttaş topluluğunu mutlu, huzurlu ve güvenli yapacak olan şeylerin başında diyalog kanallarının sağlıklı, münazara ortamlarının ise yapıcı olması geliyor. O yüzden ortak yayın için doğru zaman, doğru ortam...

Mutlak sıfır, bir maddenin sahip olabileceği en düşük sıcaklık. 0 Kelvin, –273,15 °Celsius, -459,67 °Fahrenhayt olarak ifade ediliyor.

Söz konusu mutlak sıfır sıcaklığına inen madde artık daha fazla soğumuyor. Tüm moleküler hareketliliği de duruyor.

Dolayısıyla, evrenin de maddenin de sınırları var. Tıpkı biz insanların olduğu gibi…

Özellikle seçimler öncesinde sabır ve beklenti düzeyimiz zaman zaman sıfır noktasına inerken, Yaşar Kemal’in sözünü ettiği o “ince yere”, kimliklere değen açıklamaların, ithamların ve ötekileştirmelerin ardı arkası kesilmezken, vatandaşların siyasetçilerden beklentileri aslında açık ve net: hesap verebilirlik, katılımcılık, ifade özgürlüğü ve elbette hak-hukuk-adalet.

Tüm bunları çerçeveleyen bir araç da “diyalog” mekanizması...

Altılı Masa ve ardından onlara Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın da kendi siyasi eğilimleri eşliğinde katılmasıyla birlikte, aslında yıllardır monologdan, kakofoniden, kutuplaşmadan, şeytanlaştırmadan yılmış olan toplumda farklı siyasi kesimlerin nasıl bir araya gelebileceğini, ortak metinler üretebileceğini, ortak hedefler doğrultusunda aynı platformlarda –kimilerine boş romantizm gibi görünse de- ellerini kalp şeklinde göğe kaldırabileceğini görüp bizler de onlarla birlikte umutlandık.  

Farklı kesimler arası diyalog elbette çok önemli. Ancak önemli olan bir siyasal iletişim aracı daha var: münazara... Yani, herhangi bir konuya dair zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulması / savunulabilmesi...

Üniversite amfilerinde siyaset bilimine giriş dersinde sık sık münazara yapardık ve kendi adıma çok da keyif aldığım bir yöntemdi. Tartışılacak konu belirlenir, sınıf ikiye bölünür, herkes kendi tarafına dair argümanları gerekli araştırmaları yaptıktan sonra geliştirir ve ardından tez ve anti-tez savunucuları bir jüri karşısında özgürlükçü, eşit ve adil bir ortamda savunularını yapardı.

Bizim devrede aramızdan siyasetçi çıkmadı ama bu münazaralar sonucunda zaman zaman sıkı sıkıya bağlı olduğumuz yaklaşımların, klişelerin, kültürel olarak beraberimizde sürüklediğimiz kabullerin farklı boyutlarını da gördük ve düşüncelerimiz ve bilgilerimizin bileşkesi üzerinden empatiye dayalı bir sentez yapma becerisi kazandık.

Üniversite koridorlarından siyaset kulislerine doğru süzüldüğümüzde ise, münazara yöntemleri benzer olup, burada da amaç, münazarayı dinleyen aktif yurttaşın “savunduğu parti ve lideri daha iyi ve etraflıca tanıması” haline geldi.  

Çocukların ve gençlerin iyi olma halinden ekonomik gidişata, üniversite özerkliğinden ekolojiye, gıda güvenliğinden afete hazırlıklı binalara dek birçok alanda siyasetçilerin vaatlerini öğrenmek ve rakip siyasetçilerin birbirlerine karşı pozisyon alırken gözettikleri kırmızı çizgileri ve argümanlarının gerçekçiliğini test etmek, seçmenin en doğal hakkı.

Günümüzde yaşadığımız açmazlar karşısında en azından benim jenerasyonumun ilk sığındığı dönem, 90’lı yıllar olur. “Doksanlarla Yaşıyorum” videoları hep yüzümüzde huzurlu, nostaljik bir gülümseme bırakır.

Hele 90’lardaki Liderler Açık Oturumları’nda Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Süleyman Demirel ve Doğu Perinçek’in bir masa etrafında siyasi nezaket çerçevesindeki münazaraları, sanki farklı bir çağdaymışız izlenimi verir.

Aslında seçim dönemlerinde ABD’de ve Avrupa ülkelerinde siyasi rekabetçiliği ve halka hesap verebilirliği güçlendirmek adına liderler açık oturumu sık sık olur.

Rakip adaylar televizyonlarda karşı karşıya gelir; vatandaşlara vaatlerini anlatır; rakiplerinin zayıf noktalarını yakalayıp üzerine gider; sesler yükselmez; hakaret edilmez.

Düelloyu kaybeden siyasi liderler arasında belagati ve beden dili iyi olmadığı veya gaf potansiyeli yüksek olduğu için “karizması çizilenler” de hayli fazladır.

Siyasi tarihte liderler oturumunun geçmişi ise, 1920’lerde radyo üzerinden gerçekleştirilen “aday forumlarına” dek uzanıyor. Televizyon tartışmalarında en unutulmaz örnek ise, 1960’da ABD’de başkanlık için yarışan John F. Kennedy ile Richard Nixon’ın 70 milyon tarafından TV’de izlenen ve radyoda dinlenen tartışması.

Kennedy, başkanlığı kılpayı farkla kazanmıştı ve bu ortak yayın sırasında rakibi karşısında yaşının da verdiği dinamizm eşliğinde cesur ve güçlü tavrının da seçmen üzerinde etkisi olduğu daha sonraki yıllarda sık sık söylenmişti.  

2019 yılında Ukrayna’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, o dönemde komedyenliğiyle tanınan Vladimir Zelensky, ülkenin en büyük stadyumu olan Kiev Olimpik Stadyumu’nda halka açık bir tartışma düzenlenmesini önermiş ve o dönemde rakibi Petro Poroshenko ile seçimlerin ikinci turundan sadece iki gün önce yaklaşık 30.000 kişi önünde –zaman zaman hakarete dek varan- kıyasıya bir siyasi münazara gerçekleştirmişti.

Halihazırda Arjantin’den Ekvator’a, Fransa’dan Kanada’ya, Gürcistan’dan Portekiz’e onlarca ülkede liderler oturumu düzenleniyor. Hatta bazı ülkelerde yerel seçimler öncesinde de bölgesel düzeyde adayların projelerini anlattığı ortak açık oturumlar oluyor.

Her ne kadar seçime kısa süre kala yapılan bu tür açık oturumlar, zaten konsolide olmuş seçmenin oy verme davranışını pek etkilemese de, kararsız seçmenin endişelerini gidermede oldukça etkili olabiliyor.

Bu tür televizyon “düelloları”, Almanya ve daha nice ülkede neredeyse bir geleneğe dönüşmüş durumda. Anımsarsanız bundan beş yıl önce dönemin başbakanı Angela Merkel ile Sosyal Demokrat Parti genel başkanı ve başbakan adayı Martin Schulz’un kozlarını paylaştığı 97 dakikalık medeni düelloyu –zaman zaman Türkiye’nin AB üyeliği ve göçmen krizini de kapsayan konular sebebiyle- biz de buradan ne kadar büyük bir dikkat ve içten içe “imrenme” ile izlemiştik.

Türkiye’de ise on yıllardır bu kültür yok sayılarak nostaljik videolarda demokrasi kırıntıları aramamıza yol açılıyor. Parti liderleri arasındaki en son canlı yayın düellosu 2002 yılında Kanal D stüdyolarında CHP lideri Deniz Baykal ile AKP lideri Erdoğan arasında seçime bir hafta kala Seçim Arenası programında Uğur Dündar moderatörlüğünde olmuştu.

Bunun ardından, liderler düzeyinde olmasa da, 2009 yılında yerel seçimlerden hemen önce dönemin CHP grup başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile AKP genel başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat arasında, daha sonraki siyasi sonuçları oldukça belirleyici olan bir münazara da olmuştu.

Kılıçdaroğlu hız kesmemiş, hemen ardından, Hititler’den sonra Ankara’yı en uzun süre yöneten belediye başkanı Melih Gökçek ile canlı yayında “kılıçları kuşanmış”, bu siyasi münazaradaki “sakin güç performansı”, siyasi hayatında önemli bir güç sağlamıştı. 

En son olarak 2019 yılında İmamoğlu ile Binali Yıldırım da İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı ortak hedefleri doğrultusunda yerel seçimler öncesinde bir TV ortak yayını gerçekleştirmişti.

Peki şu anda siyasi tarihin en kritik seçimlerinden birine yaklaşırken benzer bir yayın neden olmasın?

Bu konuda Change.org üzerinden Denge ve Denetleme Ağı (DDA) yakın zamanda bir kampanya başlattı ve cumhurbaşkanı adaylarını ortak açık oturuma davet etti. Şu ana dek çağrıya sadece Sinan Oğan açık bir cevap verdi ve “istenilen yer ve zamanda olmaya hazırım, hodri meydan!” dedi.

Atlas Arslan

Denge ve Denetleme Ağı, ilk kez bu konuda bir kampanya yürütüyor ve iletişim koordinatörleri Atlas Arslan’ın tabiriyle “kuyuya bir taş attılar ve nasıl bir ses getireceğine bakıyorlar”.

Liderlerin ortak yayında münazara yapması doğrultusundaki kampanya, aslında, Denge ve Denetleme Ağı’nın “aktif vatandaşlık” odaklı yeni kampanyası “Gözümüz Demokraside” kapsamında yürütülüyor.

Bu kampanyada medyanın rolü inceleniyor, adayların profili incelenip performansları takip ediliyor, seçim vaatleri değerlendiriliyor. 

Eğer ortak yayın konusunda şu anda 8 bine yakın imza toplayan çağrıya dair adaylardan güçlü bir talep gelirse, bunu çağrı metnine dönüştürüp kısa süre içerisinde herkesin izleyebileceği ortak bir yayın aracılığıyla gerçekleşmesi için güncel çağrı yapacaklar.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı, siyaset bilimci ve siyasal iletişimci Prof. Burak Özçetin, son dönemde Türkiye’de seçim kampanyalarının tarihi üzerine kapsamlı bir kitap üzerine çalışıyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Burak Özçetin

Halka açık münazaralar konusunda kendisiyle yaptığım görüşmede, siyasal iletişim ve siyasetin merkezinde müzakerenin önemli bir gelenek olduğuna dikkat çekiyor ve şunları kaydediyor:

Herkesin katılımına açık, rasyonel, kapsayıcı, eşitlikçi ve eleştirel bir müzakere kültürü siyasetin, kamusallığın ve demokrasinin olmazsa olmazı. Toplumun genelini ilgilendiren konularla ilgili yapılan siyasi tartışma ortak yaşam kültürünün tesisi için hayati önemde. Türkiye’de münazara kültürünün ortadan kalkması ile otoriteryanizmin yükselmesi, tek adam ya da reis kültünün hakimiyeti kol kola ilerler.

Özçetin’e göre bunun birkaç nedeni var: “Otoriter muhayyile siyaseti tartışma, müzakere ya da karşılıklı taviz değil, sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Sağ popülizmin siyasal arenayı biz/onlar, dost/düşman ayrımı üzerinden okuması ve siyasi muarızını yok edilmesi gereken düşman olarak kodlaması bundandır. Siyaset bir düşmanlık meselesi olarak ele alınırsa düşmanınızı münazaraya değil, olsa olsa düelloya çağırırsınız.”

Bir diğer neden ise, Özçetin’in, “otoriter lider kültünün paradoksal doğası” ile ilişkilendirdiği durum... Yani, liderin bir yandan “bizden”, “sıradan” olarak görülüp, diğer yandan “yüce” ve “ulaşılamaz” olarak kabul edilmesi.

Böylesi “hiyerarşik” bir ortam ise, eşit zeminde gerçekleşen münazaranın tabiatıyla örtüşmüyor. Zira, sert ve kemikleşmiş hiyerarşilerin varsayıldığı, iktidarın muhalefeti düşmanlaştırdığı, hatta “hain” saydığı, demokratik zeminde gerçekleşen seçimleri bile Batı’nın komplosu olarak gördüğü bir yerde müzakere olması zaten maddenin doğasına aykırı.

Dolayısıyla, dört cumhurbaşkanı adayı şayet ortak münazara için bir araya gelirlerse, bu da ülkede siyasi farklılıkların eşit ve ortak bir zeminde tartışılabileceğine dair çok büyük bir sıçrama olarak kabul edilecek – her ne kadar şu an için kulağa ve gözlere bir ütopya gibi gelse de...

Peki ortak münazaranın seçmen davranışları üzerinde belirleyici etkisi var mı?

Münazaralar elbette etkili. Tabii, tek bir tartışma programı, tek bir reklam, afiş ya da sloganla seçmen davranışının değişeceğini varsaymak mümkün değil. Araştırmalar zaten medya ve siyasal kampanya etkisinin kısıtlı ve karmaşık doğasına işaret ediyor. Münazaralar kadar onların medyada uzun süren yankıları, sosyal medyada dolaşımları, dijital medya kullanıcıları tarafından kesilip-biçilip yeniden dolaşıma sokulmaları da etkili,” diye açıklıyor Özçetin.

Ancak bu noktada münazaranın formatı da belirleyici. Özçetin, bu açıdan, sansasyon değil, rasyonel ve aklı başına bir tartışma hedefleyen bir formatın hedeflenmesi, güçlü bir moderasyonun sağlanması ve taraflara eşit yaklaşılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Bu tür programlarda sakinlik, kendinden ve savunduğu konudan emin olma, beden dili ve ses kullanımı, tonlama gibi içerik ve biçimle ilgili çok sayıda değişken başarıyı belirler. Özellikle ABD’de başkanlık münazaraları üzerine yazılmış ve bu boyutların her birini tek tek inceleyen devasa bir literatür dikkat çeker,” diye ekliyor.

Demokrasi olgusu neye göre tanımlanırsa tanımlansın, hangi teorilerle açıklanırsa açıklansın, demos’u, yani yurttaş topluluğunu mutlu, huzurlu ve güvenli yapacak olan şeylerin başında diyalog kanallarının sağlıklı, münazara ortamlarının ise yapıcı olması geliyor.

O yüzden ortak yayın için doğru zaman, doğru ortam...


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.