YAZARLAR

Hekimin eli, halkın dili, sizin alfabeniz!

Neden onca inanç ve iman iddiasıyla vardığınız “halk dili” aslında halkın önemli kısmının aklı, kalbi, vicdanı, sağduyusunun dili yerine, bazen bilge olan halk dilinden ziyade bu hiddet alfabesinde emekleyip duruyor?

Özür dilemek, düzeltmek… Bunlar kötü şeyler değil.
Hepimizin ağzından bir laf çıkabiliyor; elbette çıkmış oluyor, kayda geçiyor ama sonra düzeltiyor, utanıyor, özür diliyorsan, önemli tabii.

Cumhurbaşkanı camideki “Adem Havva- Sezen Aksu” sözlerini kendisi düzeltmişti. Onca linççi fiilen ya da sosyal medya üzerinden harekete geçtikten sonra, ama olsun!

Bu kez AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, artık kendi inisiyatifiyle mi yoksa arzu üzerine mi davrandı, bilmiyorum, bir “düzeltme” yaptı.
Daha doğrusu düzeltmedi de “halk dili”ne bağladı.

Ona göre, ya da onun öyle söylemesi istendiği üzre…
Cumhurbaşkanı doktorlar için “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” demişti ya, “Cumhurbaşkanımızın konuşması ve tavrı kendine hastır” idi.
“Kendine has olan konuşma ve tavrın” esasında sadece kendine has olmadığını da, “Halk diliyle konuşur” diyerek birden değiştirdi Özhaseki.

Çünkü “halk diliyle konuşmak” da “kendine has” olmaz; “halka has” olur!

Fakat mesele o değil ki!
Cumhurbaşkanı halk diliyle konuşsa da, halk Cumhurbaşkanı diliyle konuşamaz.
Öyle bir yetkisi yok.
Emir, talimat veremez. Halk, ayrımsız olarak halkın tamamını kapsamayı düşünemez tabii!
Öyle bir yetki ve sorumluluğu da yoktur halkın.
Ama Cumhurbaşkanı’nın var. “Halk dili”yle konuşurken de halkın bir kesimini rencide etmemek gibi.

Zaten halkın tamamı da birbirine benzemez.
Şimdi hangi dil halkın dili olabilir?
Lehçeleri kast etmiyorum. Küfür, argo, espri, deyimleri, atasözlerini de, şarkıları türküleri de kast etmiyorum.

“Halkın tamamının dili” belki kendisini, belki kanser tedavisi gören annesini, belki entübe olmuş babasını, belki nadir bir hastalığa yakalanmış evladını, belki beyninin, bedeninin sarasını, kalbinin yarasını, belki karnındaki bebeğini, belki herkesten sakladığı sırrını, doyamadığı hayatını, sonsuz umudunu, bazen ömrünü uzatan o tazelenmiş nefesini, bazen neden sonra son nefesini emanet ettiği hekimlere “Varsın gitsin” demez.

Nereden biliyorum?
Kore’de yaralıdan yaralıya travmadan travmaya koşan dayımdan, babamın son nefesinden, annemin parmağıma sıkı sıkı tutunmuş vedasından, çocuklarımın doğumundan, herkese derman vermek isterken kendi canlarını veren okul arkadaşlarımdan. Kendi hastalıklarımızdan, bir belgesel ve bir kitap yazarken öğrendiklerimle artan saygım ve hayranlığımdan…
Şükreden, teşekkür eden, bir hekimin ellerine sarılan, hasta yatağından gülümseyen, hastanede sabırla hayat veren bir dokunuşu bekleyen “halkın dili”nden, gönlünden, kalbinden, yüreğinden, sesinden, nefesinden biliyorum.

Elbette doktorların içinde de tıp etiğine aykırı davranmış olanlar, işkenceyi, istismarı, zulümleri, tacirliği onaylamış olanlar vardı, vardır…
Halkın içinde de doktora “Varsın, gitsin” demek bir yana; küfreden, tekme atan, yumruk sallayan, bıçak çeken, silahı ateşleyenler olduğu gibi.

Ama “hekimin dili ve eli” o istisnai kötüler olmadığı gibi, “halkın dili ve eli” de bu azınlıktaki hiddet-şiddet hastaları gibi değil!
İnsanlık ve tıp tarihi öyle baştan başa kirli değil.

Şimdi, kendisi “tercüman” olduğu için, tabii bir cevap beklentisiyle değil, ama vicdanına seslenerek Mehmet Özhaseki’ye soruyorum:
Size göre hangisi daha ziyade “halk dili”dir?
Size göre hangi “halkın dili” daha münasiptir?
Hangisi daha vicdanî, daha insanîdir?

Öyle ya, insan şaşırıyor;
Geçen Eylül ayında, annenizi kaybettiniz. Bir süredir hastanede tedavi görüyordu ve orada son nefesini verirken yanında doktorlar, hemşireler vardı. Siz mecburen sonradan gelebildiniz.
Ama geçen Ekim ayında, cami açılışı yaparken de…
“Adama envai çeşit bilim vermişsin. Doktor, mühendis, memur oluyor. Daha sonra dinden uzaklaşıp anarşistlik yapıyor” deyiverdiniz.

Bilmiyorum, neden böyle oluyor?
Neden bir zamanlar iç içe olduklarınız sonradan darbeci çıktığında bile, biraz özeleştiri neticesinde bu nefret dili bir türlü bitmiyor?
Neden onca inanç ve iman iddiasıyla vardığınız “halk dili” aslında halkın önemli kısmının aklı, kalbi, vicdanı, sağduyusunun dili yerine, bazen bilge olan halk dilinden ziyade bu hiddet alfabesinde emekleyip duruyor?

Yapmasanız, demeseniz daha iyiydi!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.