Zafer Kıraç: Neden Avrupa'da en çok çocuk mahpus bizde?

İnsan hakları aktivisti Zafer Kıraç: Avrupa ülkelerine göre neden en yüksek çocuk mahpus sayısına sahibiz? Neden geriye dönüş oranı Hollanda’da yüzde 10 iken bizde 70? Çocuklara yaptıkları şeyin yanlış olduğunu onları örselemeden anlatabilecek bir mekanizma nasıl kurulabilir? Bakanlığın bütün bunları önüne koyması lazım.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - İnsan hakları aktivisti, İnsan Hakları Gündemi Derneği çalışanı Zafer Kıraç 25 yıldan beri özelikle hapishaneler ve ruh sağlığı hastaneleri başta olmak üzere insan hakları alanında yaptığı çalışmalarıyla tanınıyor.

Kıraç, 2016 yılı Ocak ayında mahpus çocukların ücretsiz mektup gönderebilmesi için Adalet Bakanlığı önünde barışçıl bir oturma eylemi yaptı. 24 gün boyunca Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde eylemine devam eden Kıraç’ın bu mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Çocuk mahpuslar artık ücretsiz mektuplaşabiliyor…

Zafer Kıraç, şimdilerde başka önemli bir sorunun çözümü için çaba sarf ediyor. Hapishanedeki çocuklar, tıpkı yetişkinlere uygulanan infaz rejiminde olduğu gibi yakınlarıyla ayda 3’ü kapalı 1’i açık olmak üzere, 4 kez görüş hakkına sahip. Cezaevindeki çocukların bütün görüşmelerinin açık görüş olmasını isteyen Kıraç’la çocuk mahpusların durumu üzerine konuştuk.

'DEVLETE GÖRE O BİR TERÖRİSTİN ÇOCUĞU'

Türkiye’de devletin çocuklara bakışıyla cezalandırma ve cezaevi koşulları arasında nasıl bir bağ var?

Şu anda ülkeyi yönetenlerde özellikle kendi politikalarına ters düşen her kişiyi, her derneği, kurumu, akademisyeni cezalandırmak gibi bir eğilim var. Dolayısıyla çocuklar da bundan payını alıyor diye düşünüyorum ben. Tabii ki ülkeyi yönetenlerin çocuk politikası da bu durumu belirliyor. Hapsetmeyi çok seviyor ve bundan bir yarar umuyorlar. Liselilerin tacize ya da okulla ilgili bir soruna karşı çıktıklarında nasıl cezalandırıldıklarını hatırlayın... Bugüne kadar Adalet Bakanlığı’na defalarca talepte bulunmamıza rağmen hiçbir pozitif karşılık verilmemesini de buna bağlıyorum. Dolayısıyla ülke idaresiyle çocuk politikasının paralel gittiğini ve genel anlamdaki baskıcı rejimin de çocukların günlük yaşamında etkili olduğunu düşünüyorum. Suçla ilişkilenen çocuklara karşı da iktidarın tavrı çok sert. Bunu hapishanedeki çocuk sayısındaki artıştan da görebiliyoruz.

Son dönemlerde içerideki çocuk sayısında bir artış mı söz konusu? Türkiye’de çocuk mahpusların, özellikle kız çocukların durumu nedir?

Evet, 10 yıl öncesi ile karşılaştırdığımızda neredeyse 5 katına varan bir artıştan söz edebiliriz. Mahpus çocukların sayısı genellikle 1500 civarında seyrederdi. Ama son yıllarda hızla arttı. Son olarak 3 bin 100 gibi bir rakam var elimizde. Bunların yaklaşık 150 kadarı kız çocuğu. Kız çocuklarında oran daha düşük. Toplam mahpus sayısındaki kadının oranı da böyledir. Mesela toplam mahpus sayımız 262 bin civarı, bunun 10 bini kadın. Tabii az olmaları iyi gibi görünürken bir taraftan da başka dezavantajları var. İçerideki infaz sırasında geçirdikleri süre içinde çeşitli uygulamalarda sayı azlığının negatif bir etkisi de oluşuyor. Mesela sosyal etkinliklerde kız çocuğu az olunca o etkinlik yapılmayabiliyor. Kız çocukları için özel yapılmış bir hapishane de yok. Bütün çocuk hapishaneleri erkekler için yapılmış durumda. Bu yüzden kız çocukları kadın hapishanelerinde yaşıyorlar.

Bir de anneleriyle hapishanede yaşayan çocuklar var…

Evet, mahpus çocuklar için çok sevmesek de kullandığımız ‘suçla ilişkilenme’ kelimesini bu çocuklar için hiç kullanamayız. Çünkü bunlar anneleriyle yaşayan 0-6 yaş arasındaki bebek ve çocuklar. Bu yüzden onlara ‘masum mahpuslar’ diyoruz. Bir kısmı içeride doğuyor ve aslında bu büyük bir suç! Bu çocuk sayısında da çok büyük bir artış var. Geçmişte 150-200 arasında olan bu sayı bugün 743’e ulaştı. Bu inanılmaz bir rakam, Avrupa’daki bazı ülkelerin toplam mahpus sayısı neredeyse...

Avrupa’da 3 yaşından sonra çocuğu hapishanede tutmuyorlar. Ancak orada bu çocukların dışarıda kaldığı bir takım yurtlar bizdeki gibi değil. Bizde anne, çocuğunu bir yakını yoksa yetiştirme yurduna vermek istemiyor. Çünkü yurtlar da şaibeli, sorunlu kurumlar bu ülkede... Her ay bir intihar yaşanır yurtlarda. Aladağ’da 10’un üzerinde çocuğumuz yanarak öldü hatırlarsanız ve kimse ceza almadı. Bir anne nasıl verecek çocuğunu yurda? Dolayısıyla yanında tutmak istiyor. Bizim de bütün çabamız bu travmayı en aza indirecek formüller üreterek Türkiye’de çocukların en az 6 yaşına kadar anne yanında kalması. Bu konuda Avrupa’da çok iyi örnekler var. Koşullar iyileştiriliyor ve çocuklu anneler ayrı bir katta tutuluyor. İçine bir çocuk parkı kuruluyor. Ve en önemlisi sivil toplum örgütlerinin gelmesine izin verildiği için her gün gönüllüler gelerek çocuklar ve anneleriyle oyun oynuyorlar. Yani oradan en az yarayla çıkması için dışarıda ne eğitim alacaksa bunu içeride sağlamaya çalışıyorlar. Çocuğun demir parmaklıklar ardında gardiyanla en az karşılaşması için çaba sarf ediyorlar. Günlük yaşamlarında onlara yapılan aktiviteler hapishanedeki stresi azaltıyor.

Çocuk hikâyeyle büyür, ya dinler ya anlatır. Çocuğun hikaye anlatabilmesi için de bir takım renkler, desenler olaylar olmalı etrafında ki bunları hikâyeleştirsin... Türkiye’de bunların hiçbirisine izin verilmiyor. Bu çok incitici bir durum. Beni en çok inciten bu kısmıdır. Anneden dolayı bebeklerden alınan intikamdır. Devlet, çocuk ile annesinin suçu üzerinden ilişkileniyor. O çocuk bir teröristin çocuğu, bir orospunun, bir hırsızın çocuğu devlete göre. Halbuki o sadece çocuk!

'BU ÜLKEDE ÇOCUĞU ÇIPLAK ARAYAN BİR ZİHNİYETLE KARŞI KARŞIYAYIZ'

Çocuklar hapishanelerde, olmamaları gereken bir yerde. Sizin de içinde bulunduğunuz 34 sivil toplum örgütü olarak "çocuk hapishaneleri kapatılsın" diyorsunuz. Peki, çocuk hapishanelerinin yerine çözüm önerileriniz neler?

Bizler çocuk hapishaneleri kapatılsın derken gidelim kapıları açalım, çocukları çıkaralım diye bir şeyden bahsetmiyoruz. Peki, neden bahsediyoruz? Elimizdeki bütün veriler çocukların içeriye geri dönüş oranının yüzde 70’lerde olduğunu gösteriyor. Yani içeride bir rehabilitasyon söz konusu değil. Dolayısıyla çocuk gidiyor ve daha ağır bir suç ile ilişkilenerek yeniden yeniden geliyor. Öncelikle Adalet Bakanlığı’nın mevcut sistemin yürümediğini, iflas ettiğini, hatta çocuklara zarar verdiğini kabul etmesi lazım. Biz bir sivil toplum örgütü olarak bir insanın hapishaneye girmesine karşıyken bir hapishane modeli tarif edemeyiz. Ama Avrupa ülkelerine göre neden en yüksek çocuk mahpus sayısına sahibiz? Neden geriye dönüş oranı Hollanda’da yüzde 10 iken bizde 70? Çocuklara yaptıkları şeyin yanlış olduğunu onları örselemeden anlatabilecek bir mekanizma nasıl kurulabilir? Bakanlığın bütün bunları önüne koyması lazım. Yoksa ideal yöntemi ben de bilmiyorum. Ama problemi biliyorum. Bu alanda çalışan herkes deneyimlerini sunmaya hazır. Ama biz bu problemi tartışamıyoruz bile...

Avrupa Birliği Cezaevi kuralları ‘kişi cezaevine girdiğinden daha gerilemiş olarak çıkmamalı’ diyor. Bu durumda Türkiye’deki hapishanelerde bu anlamda bir rehabiliteden söz etmek mümkün değil mi?

Bu kural çok önemlidir. Bu kuralın devamında der ki kişinin bir takım özellikleri yoksa da edinmelidir. Kitap okumuyorsa kitap okumalı, resim yapmayı öğrenmeli, vücuduna bakamıyorsa bakmayı öğrenmeli; yani eksikse eksiği tamamlanmalıdır. Ama var olanlar asla yok olmamalı. Bizde tam tersine, içeriye giren kişi kimliksizleştiriliyor. İnsanlar F tipi cezaevlerinde 10 yıl boyunca sadece 2-3 kişi ile görüşerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bunun yarattığı inanılmaz travmalar var.

Mesela Almanya Adalet Bakanlığı hapishaneleri kapatma kararı aldı. Dedi ki, biz hapishanenin yararını görmedik. Suçu önlemek için başka bir şey yapmak lazım. İşte, o bizi romantik bulan Adalet Bakanlığı’na anlatamadığımız şey de bu. Siz dünyanın neresinde olursanız olun hapishane yapmaya, açmaya, bu yöntemi doğru bulmaya devam ettiğiniz sürece yaptığınız her hapishane doluyor. Ama o hapishaneleri kapatmaya yönelik romantik kararı aldığınızda hapishaneler kapanmaya başlıyor. Çünkü siz parayı, emeği suçun önlenmesine harcamaya başlıyorsunuz.

.

Almanya’da gerçekten de hapishanelerin yerine son birkaç yıldır kültür merkezleri yapılıyor. Çocukları adalet sisteminin tamamen dışına çıkarttılar. Onlara suça bulaşmış çocuk falan demiyor artık. ‘Adalet sistemi ile ilişkilenmiş çocuk’ diyorlar. Çocuklara yararlı olabilecek uzmanlarla, eğitimli personel ile çalışıyorlar. Çocukları gardiyanla, eli silahlı insanlarla, eli coplu insanlarla karşılaştırmamaya çalışıyorlar. Biz bu ülkede çocuğu çıplak arayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Onun bedenine dokunamazsınız! Dünyada böyle bir şey yok. Bunlar korkunç şeyler. Çocuğu rehabilite etmek istiyorsanız önce onu bir birey olarak göreceksiniz. Dolayısıyla Türkiye’de bir rehabiliteden söz etmek mümkün değil. Dışarıyla olan duvar kalınlaştıkça rehabilitasyonu yok eder, inceldikçe rehabilitasyon gerçekleşir. Yani izolasyon insana iyi gelen bir şey değil.

'KONSERVE GİBİ İNSANLARIN KAPATILDIĞI BİR YERDEN BAHSEDİYORUZ'

İzolasyondan bahsetmişken son dönemlerde kampüs hapishane projeleri gündemde. Sizin bu konudaki ‘depo’ tanımlamanızdan da yola çıkarak insan hakları açısından bu projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa ülkeleri kampüs hapishaneleri uygulamasından vazgeçiyor çünkü bunun bir işe yaramadığını gördüler. Ama Türkiye’de iktidar inşaat sektörüyle ayakta kaldığı için bu sektör bol bol kampüs hapishaneleri yapıyor. Buralarda kalan insanların sayısı arttıkça izolasyon da artıyor. Bu hapishaneler tamamen izole edilmiş durumda. Yeniden şehir hapishanelerine dönülmeli.

Şehrin dışında, insanlardan uzak, avukat ve aile erişiminin, sivil toplumun erişiminin zorlaştırıldığı yerler bu hapishane modelleri. Bunlara neden depo diyorum? Çünkü mekanlar izole bir yerde ve yarattığı his orada bir insanın yaşayamayacağı hissini veriyor insana. Peş peşe duvarlar, peş peşe kapıların olduğu bir beton yığını... Silivri’de 14 bin kişi, Şakran’da 11 bin kişi var. Yani insanların depo gibi yığıldığı yerler buralar. Depo kelimesini hem mimari açıdan hem de 250 psikoloğa karşılık 50 bin gardiyanın görev yapıyor olmasından dolayı söylüyorum. Yani bir konserve gibi insanların kapatıldığı, başlarına da birer bekçi konup sadece doymaları için yemek verildiği bir yerden bahsediyoruz. Gardiyan sayısında artış olmasında bir sorun yok, ama doğru orantılı artmalı. Yani toplam 262 bin mahpusun olduğu bir durumda ancak 10 bin psikolog çalışırsa doğru orantılı olur.

İnsan hakları açısından baktığımızda ise bir kere içerideki herkes siyasi mahpus değil. Siyasi mahpusların bir rehabilitasyona ihtiyaçları olmayabilir. Ama mahpusların yüzde 90’ı sorunları olan insanlar, dolayısıyla bir şeylere ihtiyaçları var. Bunu yapmadığınızda o insanlara da haksızlık etmiş oluyorsunuz. Konuşmacı olduğum bir panelde 10 yaşından sonra hayatının tamamını mahpusta geçirmiş bir insan ‘defalarca eline düştüm ben bu devletin, beni niye iyileştirmedi’ diyordu. İçerideki mahpusların büyük bir bölümünün uyuşturucu bağımlısı olduğunu, öfke kontrolü sorunu yaşadığını unutmamız gerekiyor. İşte bunları gardiyanla çözemezsiniz. Bunları psikologlarla, sosyal hizmet uzmanlarıyla çözersiniz. Kampüs hapishaneleriyle çözemezsiniz.

Kampüs tipi hapishanelerde maalesef sürekli bir uğultu var. Hepsinin kulakları, gözleri problemli bu hapishanelerde kalanların. Dar alanlardan gökyüzüne bakmaya çalışıyorlar. Ufuk yetenekleri kayboluyor. Dolayısıyla hem ruhsal hem fiziksel olarak insanları bırakın eksiklerini tamamlamalarını sağlamayı, var olan özelliklerini yitirmeye, mutsuz kılmaya ve dışarı çıktıklarında yeniden suçla ilişkilenmeyi kolaylaştırmaya terk eden bir yöntem bu. Ben o yüzden buna intikamcı yöntem diyorum. Sorunu onarmak ve çözmek için çaba sarf eden bir yöntem değil kullanılan. Adalet sistemine -her ne sebeple olursa olsun- giren çocuğun toplumdan izole edilerek cezalandırılmasının değil, eğitici ve onarıcı bir yaklaşım sergilenerek toplum içinde toplumla bütünleşmesinin sağlanması hedeflenmelidir.

'12 YAŞINDA BİR ÇOCUĞU AİLESİNDEN 20 SAAT UZAĞA GÖNDERİYORSUNUZ'

Türkiye’de 6 tane çocuk cezaevi var. Bu durum ailelerin çocuklarına erişimi konusunda ne tür sorunlara yol açıyor?

Tutuklu çocuklar bulunduğu yerde kalıyor. Ama hüküm aldığında toplamda bu 6 hapishaneden birisine gönderiliyor. Dolayısıyla ailesinden uzaklaşmaması imkansız. Mesela şöyle bir örnek vereyim. Ceza infaz derneğindeyken bir aile gelmişti bize. Demişti ki bizim çocuğumuz Maltepe Çocuk Hapishanesi’nde kalıyor. Bize sürekli mektuplarında benim cezam var görüşe gelmeyin diyor. Bu çocuk ne cezası alıyor böyle diye sormamızı rica ettiler. Hapishaneyi aradık ve aslında çocuğun ceza almadığını öğrendik. Ama çocuk ailesinin o dramı yaşamasını istemiyor. Adıyaman’dan ya da Diyarbakır’dan bir sürü para vererek oraya gelmesini, hakarete uğramasını, kampüse gelirken kötü şeyler yaşamalarını istemiyor.

Çocuğu ailesinin, avukatının olduğu kendi coğrafyasında tutmakta yarar var. Ama bunun koşulu tabii ki büyüklerle aynı hapishanede kalması değil, ona uygun yerlerin yapılması. Coğrafyasından koparılan bir sürü çocuk ayrımcılığa uğruyor. Gittiği yerde bir takım sosyal faaliyetlerden yararlanması hak olarak görülmüyor. 12 yaşında bir çocuğu ailesinden 20 saat uzağa gönderiyorsunuz... Düşünebiliyor musunuz bu yalnızlık hissini! Daha çok katmerleniyor.

Zaman zaman cezaevlerinde işkence ve darp iddialarıyla karşılaşıyoruz. Böyle bir durumla karşılaştığınızda sivil toplum örgütleri olarak bir yaptırımda bulunabiliyor musunuz?

Maalesef hiçbir yaptırımda bulunamıyoruz. Eskiden Başbakanlığa bağlı Türkiye İnsan Hakları Kurumu vardı. En azından onlarla küçük de olsa bir iletişim kurabiliyorduk. Yerine Eşitlik Kurumu diye bir yapı kuruldu. Şimdi onlar da kapı duvar... Yani bir sivil toplum örgütüyle, insan hakları çalışanlarıyla hiçbir iletişim yok. Düşünün Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu üyesi Hıdır Yıldırım Eskişehir’deki bir panelde bize ‘bildiğiniz insan hakları sözleşmelerini unutun, biz yenisini yazıyoruz’ dedi. Dolayısıyla biz aileden ya da avukattan herhangi bir ihbar aldığımızda yapabildiğimiz tek şey TTB, Baro, İHD, TİHV gibi kurumları harekete geçirmek; medyayı biraz hareketli kılmaya çalışmak ya da dönem dönem bir takım eylemler yapmaya çalışmak. Yani herhangi bir yaptırımdan bahsetmek mümkün değil.

Gördüğümüz kadarıyla son dönemde epeyce geriledik. Kötü muamelede artış var. İşkenceye varan bir takım uygulamalar söz konusu. Özellikle genç askerler çok ciddi sorunlar yaşadılar. Kürt ve Roman çocukları gibi özel gruplar daha fazla aşağılanma yaşıyorlar. Bayrak ve din üzerinden giden bir anlayışla orada rehabilite edildiklerini görüyoruz son dönemde. Çocukların kullanabileceği birçok sanat atölyesinin kapatılarak rafa kaldırıldığını öğreniyoruz. Eskiden haftada bir imam giderken artık kadrolu imamların çalışmaya başladığını biliyoruz. Resim atölyesini kapatıp ben burayı mescit yapacağım diyorsanız, orada bir sıkıntı var. Bu açıdan gidişat hiç iyi değil çocuk hapishanelerinde. Rehabilitasyon zaten pek mümkün görünmüyordu bu şartlarda; şimdi ayrıca çocukların kin duygularını artıran, onları mutsuz kılan aşağılayan yöntemler kullanılarak çocuklara ve aslında bu ülkeye haksızlık edildiğini düşünüyorum.

'DONU PARAYLA SATAMAZSINIZ ÇOCUĞA

Son olarak özetleyerek söylerseniz sizce neler yapılmalı?

Çocukların uzun tutukluluk haline son verilmeli. İlk mahkemesine çıkması neredeyse 30 ay süren insanlar var! Çocuklara baktığımızda da bunun en az 9 ay olduğunu görüyoruz. Böyle olunca suçsuz bir çocuğu bu şekilde suçla ilişkilendiriyorsunuz. Şöyle cümleler vardır hapishanelerde: Ben buraya kapı hırsızı olarak girdim, kasa hırsızı olarak çıkıyorum; tek başıma girdim bir çete olarak çıkıyorum. Dışarıdaki mafyatik gruplar için buradaki çocuklar birer araç, malzeme. Onlara bir şekilde ulaşıyorlar. Mesela şiddetle hiç ilişkilenmemiş çocuk tutuklanmak yerine soruşturması dışarıda yürütülebilir. Bu uzun tutukluluk hali çocuklarda çok sorun yaratıyor.

Sevklerinde çocuklar ring araçları ile seyahat ettirilmemeli. Ring araçları çocuklar için birer işkence aracıdır. 1 Metrekarelik bir yerde 14 yaşındaki bir çocuğu 8 saat tutarsanız çocuk orada delirir.

Son dönemlerde bir yeni eşya dayatması başladı. Çamaşır vs her şeyini kantinden almak zorundalar. Çocuklar annelerinin gönderdiği malzemelere kavuşmalılar. Bu hem yoksulluk açısından kötü hem de çocuğun anneyle kurduğu ilişki biçimine engel oluyor. Annesinin ördüğü kazağı giymek başka bir ilişki biçimidir. Kaldı ki kantinler çok pahalı. Yani ailesinden parası gelmeyen çocuğa iç çamaşırını parayla satamazsınız. Bu ayıptır, suçtur ve günahtır. Donu parayla satamazsınız çocuğa.

Karanlık bir dönem geçiriyoruz. Son dönemde yaşananlar ülkedeki her meslek alanını çok etkiliyor olabilir, ama insan hakları alanında yaptığım çalışmalar açısından beni ve bu alanda çalışanları daha çok etkiliyor. Çünkü benim ve arkadaşlarımın insan hakları alanında verdiğimiz emekler bir bir yıkılıyor. Yani bendeki acısı iki katı... Şimdi birisi çıkıp diyor ki unutun onları, unutun uluslararası insan hakları sözleşmelerini, biz yenisini yazacağız diyor. Bu korkunç bir acı…

Son sözüm şu olsun; insan hakları alanında çalışmak emek vermeyi ve cesareti gerektirir. Emek vermeye ve cesaretle kötülüğün üzerine gitmeye devam edeceğiz. Haksızlıklara karşı inatla itiraz edeceğiz, yoksa hasta oluruz. Umutsuzluğa yer yok!