Her işi battı... Müzik tutkusu hariç!

Pavyonlar Sokağı’nda başlayan profesyonel müzik hayatını İstanbul Beyoğlu’nda sürdüren Nail Yürük, burada birçok ünlü sanatçı ile çalışma fırsatı bulmuştu. Sonra memleketine döndü. Müzik yapmayı bırakmadı ama iş hayatında da şansını denedi. Başarısızlıkla neticelenen bu girişimlerden sonra, bu alandaki şansızlığını Sanat Sokağı’nda açtığı Müzisyen Kahvesi ile yıkmaya çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Önce semaver dikkatimi çekti. Sanat Sokağı’ndaki bir kafenin önüne kurulmuştu semaver. Alışıldık bir şey değildi. Göbekli bir adam semaverin ateşini odun parçalarıyla besliyordu. Diyarbakır sıcaktı ve küçük de olsa bir ateşin karşısında durmak düşüncesi bile terlemek için yeterliydi. Semaverin yan tarafındaki masaların etrafında erkekler oturuyordu.

Semavere bakarken arkadaki Müzisyen Kahvesi yazısını gördüm. Sanat Sokağı epeydir Kafeler Sokağı olarak anılıyor ve buradaki kafeler sahiden de ilginç isimlere sahip. Yine de Müzisyen Kahvesi adlı bir kafeye ise ilk kez rastlıyordum. İsim Yeşilçam filmlerinden kalma gibiydi.

Hem ismin sıcaklığı hem de çay semaverinin kahvenin önüne kurulmuş olması, gençlik yıllarını Beyoğlu’nda müzisyenlik yaparak geçirmiş Nail Yürük ile tanıştırdı beni. Nail Yürük gibi kanınızın hemen kaynadığı güzel insanlar her zaman çıkmıyor karşınıza.

Nail yürük, Müzisyen Kahvesi’nin hikayesini anlatacaktı bana ama “Önce çay vereyim” dedi. Çayı hazırlamasını izledim. Çay bardağını bana uzattıktan sonra yanıma oturdu. “Müzisyen misin?” diye sordum, “Evet, eskiden” dedi. “O zaman Müzisyen Kahvesi’ne gelmeden eskilere gidelim” dedim. “Olur” dedi.

SESİ GÜZEL BABANIN DEMİRCİ OĞLU

Nail Yürük, Suriçi’nde, Mardin Kapı’da doğmuş. Çırak olacak yaşa geldiğinde, Dağkapı’daki eski otogarda simsarlık yapan babası, bir demircinin yanına çırak vermiş onu. Nail Yürük, bir yandan okula gitmiş bir yandan da artık çekiç seslerinin duyulmadığı Demirciler Çarşısı’nda yıllarca çalışmış.

“Sonra müzik ağır basınca bıraktım işi” dedi Yürük. Peki ama müzik hevesi öyle birden mi geldi? Değil tabii. Babası Celal Güzelses ile birlikte müzik yapmıştır zamanında. “Birlikte çok meşk etmişler. Babam ona hayrandı. Erkek kardeşlerimden birinin adı bu yüzden Celal’dir.” Babası gündüzleri eski otogarda simsarlık yapmış yıllarca ve her fırsatta Celal Güzelses ve Diyarbakır’ın diğer namlı müzisyenleriyle birlikte şarkılar, türküler söylemiş. “Bazen evde sofrayı kurardı, bizi de etrafına toplar, şarkılar söylerdi.”

Geçinmek için otogarda simsarlık yapan ama aslında bütün heyecanı müzik olan bir babanın oğlu olunca müziğe ilgi duymamak pek mümkün olmuyor elbette. Nail Yürük de çıraklık günleri biterken büsbütün bırakmış demircilik işini. Ortaokulla birlikte okul hayatı da bitmiştir. “Artık sadece müzik yapmaya başladım. Para da kazanınca annem babam da bana bir şey demedi.” Sesi güzel bir babanın oğlu olan Nail Yürük’ü demirci ustası olarak düşünmek pek mümkün olmuyor. Yol yakınken demircilik işini bırakmış olması ve destek görmüş olması, tuhaf bir şekilde sevindiriyor beni.

.

PAVYONLAR SOKAĞI’NDAN BEYOĞLU’NA

Diyarbakır Dağkapı’da bir sokak Pavyonlar Sokağı olarak bilinir. Bir iki pavyon hâlâ var bu muhitte. Ama elbette eski halinden eser kalmamıştır. Yürük, “Eskiden bu sokakta çok pavyon vardı” diyor. Perküsyon sanatçısı olan Yürük, profesyonel müzisyenliğe ilk adımlarını bu sokakta atmıştır. Yaşı genç de olsa bir süre sonra aranılan bir müzisyen olmuş. Aralarında Ermeni ustaların da olduğu hocalardan ders almışlığı da vardır.

Bir süre sonra Diyarbakır ve Pavyonlar Sokağı yetmez olmuş, İstanbul’un yolunu tutmuş. “1975’te İstanbul’a gittim. İstanbul’da müzik deyince insanın aklına ilk Beyoğlu geliyor. Orada yıllarca çalıştım. Müslüm Gürses dahil birçok sanatçıyla çalıştım İstanbul’da.”

Askerlik çağı geldiğinde yine İstanbul’dadır. Bir süre asker kaçağı olarak Beyoğlu gazinolarında müzisyenlik yapmaya devam eder. Yürük, “Kimliği atmıştım. Polis kimliğimi sorduğunda, müzisyenim diyordum. Bırakıyorlardı” diyor gülerek.

İstanbul günlerini anlatırken, Sami Hazinses ile tanıştıklarını da anlattı Nail Yürük. “Müzisyenler ile artistler kahvesi yan yanaydı. Bazen beni çağırırdı Sami abi ve ‘Hele Diyarbakır’ı anlat’ derdi. Anlatırdım, duygulanırdı. Çok seviyordu Diyarbakır’ı ama ekmek parası İstanbul’daydı, dönmedi bir daha. Sadece 70’li yıllarda bir iki defa Diyarbakır’a geldiğini hatırlıyorum. Bir daha da gelmedi herhalde.”

Bilen biliyordur ya, Sami Hazinses Diyarbakırlı bir Ermeni. Diyarbakır’da müzisyenlik yaparken sinema aşkına İstanbul’a gitmiş ve hep orada yaşamaya başlamıştı.

‘ALLAH’IN LÜTFU’ İLE GEÇEN YILLAR

Askerden sonra yine İstanbul çekiyordur Nail Yürük’ü ama babası yaşlanmıştır artık. Anne babasına yakın olmak için Diyarbakır’da yaşamaya karar verir. Tabi yine hayatında müzik vardır. Askerlik meselesini de hallettiği için annesi evlenmesi için ısrar. Sonunda annesinin ısrarlarına dayanamaz ve görücü usulü evlenir.

“Biliyor musun” diyor Yürük, “ben eşime hiç ‘Seni seviyorum’ demedim.” Şaka mı yapıyor diye bakıyorum Yürük’e. Çünkü eşinden söz ederken gözlerinin içi ışıldıyor. “Hiç mi söylemedin?” diyorum, “Müzisyensin, sanatçısın, sen böyle bir cümle kurmasan kim kurar yahu?”

Gülüyor Yürük, “Hiç ‘Seni seviyorum’ demedim. Ama bil bakalım ne diyorum?” Nerden bileyim? “Seni seviyorum”dan daha güçlü sevgi cümleleri düşünüyorum. Bulamadığımı görünce kendisi cevap veriyor: “Ona diyorum ki, ‘Sen benim için Allah’ın bir lütfusun. Bunu her zaman söylüyorum ona.”

Özellikle gençlik yıllarında birlikte şarkılar söylemişler, Allah’ın lütfu dediği eşiyle. “Ben çalardım, eşim söylerdi evde. Sesi çok güzeldir. ‘Evlendikten sonra senden heves ettim’ diyor ama demek içinde varmış şarkı söylemek.” Bu ev halini gözlerinin içi sevgiyle parıldayarak anlatıyor Yürük.

Çocukları olmuş ve oğullarından birini trafik kazasında kaybetmiş Yürük çifti. Kaybettiği oğlundan söz ederken sesi düşüyor, yüzü kararıyor sanki. “O zamandan beri kendimi bir daha toparlayamadım zaten” diyor. Bana öyle geliyor ki bu feci olayın sarsıntısını, birbirlerine duydukları sevgiye tutunarak atlatmışlar.

‘SEN ROMANTİK ADAMSIN’

1990’lı yıllarda inşaat işine girmiş kardeşiyle birlikte. Ülke krize girince dikiş tutturamamışlar. Dicle Üniversitesi tarafında bir mekan açıyor ancak oradan da borçlanarak ayrılıyor. “Hangi işe girdiysem olmadı” diyor, “Beceremiyorum, galiba bana göre değil bu işler. Ne dersin?”

Ciddi ciddi soruyor. Ne diyebilirim? Bilgiçlik yapıyorum ve “Sen sanatçısın” diyorum, “Para işleri farklı bir hırs ister, sen romantik adamsın, tabi ki yapamazsın.” Cevap verebilmek için anında uydurdum bu cümleleri. Hayat, hiç de öyle olmayabilir, hiç bilmiyorum.

Ama bu söylediklerim onu içini rahatlattı sanırım. “İş yapan yapıyor, ben yapamadım” diyor yeniden ama bu kez yapamamanın sıkıntısını duymadan.

“Tesisler durağı vardır, bilirsin. Eskiden orada da gazinolar vardı, adı bu yüzden Tesisler’dir. Bir süre orada bir gazinoda çalıştım. Ama aslında bu bana göre değildi. Beyoğlu’nda sabaha kadar mekanları gezerdik, her birinde yarım saat, 40 dakika çalardık, sonra diğer mekana geçerdik. Ben böyle çalışmayı seviyordum ama burada bir mekanda 4 saat çalmak bana göre değildi. Arkadaşlarım çok ısrar ettiler yoksa hiç çalışmazdım bu şekilde. İşte, müzisyenlik bir süre de böyle devam etti.”

İş kurma çabaları başarısızlıkla sonuçlansa da müzik tutkusu baki kalmış elbette. Sonunda Kasım ayında Sanat Sokağı’ndaki kafeyi devralmış Nail Yürük. Mekana da Müzisyen Kahvesi demeyi uygun görmüş. Müzisyen Kahvesi’nin müdavimleri Diyarbakırlı müzisyenler elbette. Daha çok müzisyenler geliyor kahveye ve burası bir adres gibi olmuş onlar için. Yürük, “Buranın adı Müzisyen Kahvesi ama herkes gelsin istiyorum” diyor.

SUR’DA GÖSTERECEK BİR YER KALMADI

Nail Yürük’ün çocukluğu ve ilk gençliği Suriçi’nde geçmiş. Mardin Kapı’dan sonra Suriçi’ndeki iki mahallede daha yaşamış ailesiyle birlikte. Nişanlandıktan sonra ayrılmış Suriçi’nden. Ama Suriçi’nde doğup büyüyenlerin oradan kopamadığını biliyorum. Bu nedenle, “Arada bir de olsa gidiyor musun Suriçi’ne” diye soruyorum. Haftada iki kez gidiyormuş. “Peynirciler Çarşısı’nın orada bir çorbacı var, sabahları kelle paça çorbası içmek oraya gidiyorum” diyor.

“Suriçi’nin yeni hali için ne düşünüyorsun?” Soruma soruyla karşılık veriyor: “Yeni hali mi var?” Alipaşa ve Lalebey’de TOKİ’nin yaptığı evleri görmemiş, görmek de istemiyor. Çatışmaların yaşandığı 6 mahalle hâlâ yasak bölge. Yürük, geçenlerde Dört Ayaklı Minare’nin oraya kadar gittim, hemen döndüm” diyor, yüzünü acıyla buruşturarak.

“Eskiden çocuklarımla giderdim Suriçi’ne” diyor Yürük, “Onlara burası doğduğum ev derdim, burası gittiğim okul, bu sokakta misket oynardık, diyordum. Şimdi gösterecek bir yer kalmadı ki. Ne ev ne okul, ne sokak… Niye gideyim o tarafa?”

Odun ateşinde demlenmiş çay sahiden de güzeldi. Yanımızdan geçip giden insan kalabalığına rağmen, Nail Yürük ile sohbet etmek de güzeldi. Yanından ayrılmadan önce, “Semaver neden dışarıda?” diye sordum. “Artık her şey görsel olmuş. İnsanlar semaveri görmeden nerden bilsin çayın odun ateşinde demlendiğini?”

Doğru söylüyordu Nail Yürük, sokaktaki mekanlar şatafatlı bir görsellikle birbirleriyle yarışırken, Müzisyen Kahvesi mütevazı bir semaverle yarışa katılmıştı. Ama bu romantik bir hamle miydi yoksa akıllıca mıydı? Elbette zaman gösterecek. Nail Yürük’ün başarısız iş teşebbüslerini düşünerek, “Umarım bu kez olur” diye içimden geçirdiğimi itiraf etmeliyim.