Kızıltepe Qada Azadiyê'de bir gün: Zabıta devlet olmuş başımıza!

Kızıltepe’deki Qada Azadiyê (Özgürlük Meydanı) baharın gelmesiyle birlikte, yaşlıların buluşup muhabbet ettikleri bir mekana dönüştü. Bu meydanda nafakasını çıkarmaya çalışan seyyar satıcılar ise zabıta ile karşı karşıya geliyorlar. Küçük bir masanın üstünde tespihlerini sergileyerek satmaya çalışan satıcıya zabıta “Yasak” diyor. Oturanlardan birisi bu duruma "Zabıta devlet olmuş başımıza” diyerek itiraz ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki Qada Azadiyê (Özgürlük Meydanı) eskiden trafiğe açıktı. Sonra şehir o kadar büyüdü ve trafik o kadar yoğunlaştı ki eski adıyla Cumhuriyet Meydanı şehre yetmez oldu. Meydandaki çay bahçesi ve Hükümet Konağı yıkıldı, Atatürk heykeli daha ileriye taşındı. Genişleyen ve trafiğe kapatılan meydana banklar yerleştirildi.

Kızıltepe’nin böyle bir meydana ihtiyaç vardı. Çevre düzenlemesi, ortalama bir beceriyle yapılmış olsa da meydanın çehresini olumlu yönde değiştirdi. Ama benim aklımdan meydandaki çay bahçesinin dev ağaçları bir türlü çıkmıyor. Meydanı güzelleştirelim diye kesilen ağaçların acısı bir yana, bu uygulama birçok anıyı da silip süpürdüğü için hüzün verici.

Meydanı kuşatan yüksek binalar da yoktu eskiden. Dükkanlar küçük ve hepsi tanıdıktı. Şimdi yüksek katlı iş merkezleri var. Daha çok elbiselerin, elbiselik kumaşların satıldığı eski pasajların duruyor olması bir teselli gibi.

Kış aylarını yaşamadan, sonbahardan erken bir ilkbahara girerken, bir kez daha meydana bakarken düşündüm bunları. Nostalji, bütün bu değişimlerin biz yaşarken olmasından mı kaynaklanıyor, bilemiyorum.

Qada Azadiyê'de (Özgürlük Meydanı) yakın zaman önce çevre düzenlemesi yapıldı.

GÜNEŞE YÜZÜNÜ DÖNMÜŞ ADAMLAR

Meydan, bir erkek kalabalığı. Hava güzel, güneşli, ılık. Banklar ve çay ocaklarının meydana attığı kursilerde daha çok yapacak bir işi olmayan yaşlı erkekler oturuyor. Yapacak bir işi olmayan gençler AVM’de, Hastane Caddesi’nde giderek çoğalan kafelerde vakit geçiriyor.

Bu meydanda kadınlar da oturuyor elbette ve yadırganmıyor, yanlış anlaşılmasın. Ama meydan yine de erkek egemenliğinde. Kadınlar sanki sadece bir yerden bir yere giderken, alışveriş yaparken görülüyor daha çok.

‘BENİM GÖNLÜM ZENGİN’

Niyetim Qada Azadiyê’den hatıralar eşliğinde bir uçtan bir uca geçmekti. Ama meydanın ortalarında bir tespih satıcısıyla karşılaştım. Bir-iki küçük masayı birleştirmiş, rengarenk tespihlerinin bu masaların üzerinde sergiliyordu. Etrafında başka adamlar vardı ama bunlar alıcı değildi, muhabbet için yanında oturuyorlardı. Hepsinin elinde tespih vardı.

Tespihlerden birini alıp baktım. “Kehribardır o” dedi. Bir başka tespihe baktım, bu sefer, “Kok’tur o” dedi. Gazeteci olduğumu öğrenince bir küçük kursi uzattı, “Hele otur” diyerek.

Oturdum. Kim bilir belki tespih satma işinin inceliklerini öğrenirdim.

“Adın nedir?”

“Hasan Kanat.”

“Kaç yıldır tespih satıyorsun?”

“3-4 yıldır.”

“Daha önce ne iş yapıyordun?”

“Ne iş olsa yaptım.”

Kısa cevaplar veriyor ama olsun. Arada, onun yanında oturanlar onun yerine cevap veriyor, onun eksik bıraktığını tamamlıyor.

“Tespihler nereden geliyor sana?”

“Adana’dan, Antep’ten, İran’dan, Zaho’dan… Her yerden geliyor.”

Mardin’in köylerinden olduğunu söyleyince, “Kürt müsün Arap mısın?” diye soruyorum. Kürt olduğunu söylüyor. Yanındakiler de onaylıyor onu ve nedense aslını inkarın doğru olmadığını vurguluyorlar.

“Peki, müşterilerin kim?”

O, “Herkes” diyor yine ama yanında oturan adamlardan biri, “İzmir’den, İstanbul’dan da tespih almak için geliyorlar” diyerek bir kez daha tamamlıyor onu.

“Günde kaç tespih satıyorsun?”

“Belli olmuyor” diyor, “Bazen hiç satmıyorum, bazen dört-beş tane. Kısmet işte.”

Bu arada çay ocağının garsonuna ilişiyor gözü. “Bize çay getir” diye sesleniyor garsona. Etrafındaki kalabalığa şöyle bir bakıp sayıyor, “On tane getir. Bak misafirimiz de var” diyor beni kastederek.

Yanında oturan adamlardan biri, “Kazandığını da böyle çay parasına veriyor” diyor gülerek. Hasan Kanat da gülüyor, “Olsun, benim gönlüm zengin” diyor.

ZABITANIN DEVLET DİLİ

Çaylar gelmeden bir düdük sesi duyuluyor. “İşte, bu da zabıtamız” diyor Hasan Kanat. Kalabalığın içinden bize doğru gelen zabıtayı görüyorum. Açık tenli bir adam. Hasan Kanat’a tezgahı toplaması için işaret ediyor ama çok oyalanmadan çekip gidiyor.

Seydo, diye tanıttıkları bir tespih satıcısı daha gelip oturuyor masaya. Zihinsel engelli Seydo’nun elinde tespih görünmüyor. Ben sorunca montunun ceplerinden tespihler çıkarıyor. Pantolonun, montun bütün ceplerinde çeşit çeşit tespih var. Konuşmakta güçlük çekse de gösterdiği tespihleri tanıtmaya çalışıyor.

Seydo cebinde taşıdığı tespihleri, dolaşarak satmaya çalışıyor.

Bu arada yine bir düdük sesi geliyor. Az önceki zabıtanın yanında başka bir zabıta daha var. Esmer, asık suratlı, asabi birine benziyor. Hiç vakit kaybetmeden, “Topla bunları” diyor Hasan Kanat’a.

Deminden beri Kürtçe konuşuyor, arada şakalaşıyorduk masada. Bu üstten sesleniş Türkçe olunca şaşırıyor insan.

Hasan Kanat, “Ne var ki, masada duruyor tespihler” diye karşılık veriyor zabıtaya. Zabıta, aldığı karşılık üzerine sinirlenmiş olmalı ki, daha sert çıkıyor sesi: “Sana topla diyorum. Burası dükkan mı? Burada satamazsın.”

Hasan Kanat söylenerek topluyor tespihleri, büyük bir torbanın içine atıyor. Zabıta, bu sefer boşları toplayan çay ocağının garsonuna laf söylüyor: “Sana kaç defa dedim burada oturmasınlar diye. Kapatırım çay ocağını o zaman aklın başına gelecek.”

Garson, boş çay bardaklarını tuttuğu ellerini yana açıyor, “Nasıl diyeyim gelmeyin?” Başka şeyler de söylüyor, kendini savunuyor ama ne dediğini kalabalıkta duyamıyorum.

Biraz meraktan elbette ama daha çok öfkeden zabıtaya, “Bu insanların ne zararı var? Neden karışıyorsun onlara?” diye soruyorum. Önce, kim ki bu, diye bakıyor, tanımaya çalışıyor. Sonra, yine devletin dili ve üslubuyla, “Yasak” diyor. Israr edince, “Gitsinler dükkanda satsınlar, burada kalabalık yapmasınlar” karşılığını veriyor.

Yanındaki zabıta biraz mahcup görünüyor sanki, sesini çıkarmadan asık suratlı olanın yanında duruyor. Asık suratlı amir olmalı. Masada oturanlara da “Toplanmayın, kalabalık yapmayın” diyor ve meydanın kalabalığına karışıyor.

‘KARIŞMADIĞI BİR BU KALMIŞTI'

Masadaki herkesin yüzü düşüyor, az önce şakalaşanlar onlar değildi sanki. Hasan Kanat’ın keyfi iyice kaçmış. “Dükkan dediği nedir” diye soruyorum. Eliyle meydanın öbür ucunu gösteriyor, “Orada birkaç dükkan açmışlar, oraya gidin diyorlar” dedi. Dediğine göre o dükkanlar da tadilattaymış.

Ama anladığım kadarıyla Hasan Kanat iki nedenle dükkanda tespih satmayı tercih etmiyor. Birincisi, dükkan kira ödemek anlamına geliyor. Birkaç tespih satarak dükkanın kirasını çıkarmak mümkün değil. İkincisi, Hasan Kanat bu meydanın insanı. Bu meydandaki herkesi tanıyor, bu meydandaki insanların etrafında toplanmasından, onlarla çay içip muhabbet etmekten hoşlanıyor. Dükkana sığmayacak bir duygudur bu.

“Karışmadığı bir bu kalmıştı” diyor yaşlı adamlardan biri ve ekliyor: “Zabıta devlet olmuş başımıza.”

Bu sözün üstüne başka bir söz koymak mümkün olmuyor benim için. Kürdün devletle imtihanı hiç bitmiyor. Zabıtanın keyfini kaçırdığı masadan vedalaşarak kalktım, meydanın kalabalığına karıştım.