Mardin: Telkârinin baş şehri!

Mardin’in gümüş telkâri ile anılmasına itiraz eden telkâri ustası Metin Ezilmez, “Gümüş telkâri Midyat ilçemizde üretilirdi, Mardin altın şehridir” diyor. Telkâri tasarımlarını bölge mitolojisinden yararlanarak hazırlayan Ezilmez’in bir hayali de Mardin’den sürgün edilen Ermeni ve Süryanilerle ilgili bir belgesel film çekmek.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bir dağın tepesine kurulmuş Mardin şehri, özellikle ovadan bakılınca, bu görünümüyle büyüler insanı. Şehrin içine girildiğinde ise tek caddesi üzerindeki konakları, kiliseleri, camileriyle, sokaklarıyla sarsar insanı. Alelade değildir çünkü karşımıza çıkan binalar ve sokaklar. Mardin taşı özenle kesilmiş, işlenmiş, çeşitli figürlerle süslenmiştir ve bir rüya şehir yaratılmıştır.

Tek caddesinin üzerinde son yıllarda gümüş süs eşyaları satan dükkanlar çoğaldı. Mardin biraz da telkâri gümüşlerle anılır oldu. Dükkanların camekanlarında telkâri gümüşler ışıl ışıl, almak gibi bir niyetiniz yoksa bile, durup o her biri incelikle işlenmiş gümüşlere bakmadan geçemiyorsunuz.

Son yıllarda artan ilgi nedeniyle Mardin’de çeşitli kurumlar hem bu işin devamlılığını sağlamak hem de bu işle uğraşanların ekonomik refaha ulaşması için değişik atölyeler düzenleniyor şehirde. Yine aynı nedenlerle değişik illerde düzenlenen etkinliklerde Mardin’in gümüş işçiliği sergileniyor ve tanıtılıyor.

Metin Ezilmez

MARDİN ALTIN BİR ŞEHİRDİR

Tesadüfen tanıştığım Süryani telkâri ustası Metin Ezilmez’in itirazı da tam burada başlıyor. Ona göre Mardin, altın telkârinin merkezidir. “Mardin’in gümüşle tanıtılması yanlıştır” diyen Ezilmez, “Mardin altın değerinde bir şehirdir” değerlendirmesini yapıyor.

Ezilmez, itirazını şöyle dile getirdi: “Bir sanatkar olarak her metalin üzerinde çalışabiliriz. Bakır olur, gümüş olur, altın olur, fark etmez. Ama şehrin gümüş ile tanıtılması yanlıştır. Gümüş, daha çok Midyat’ta Süryanilerin yaptığı bir iştir. Mardin merkezinin telkâri sanatı altınla vardır. Romalılar, Bizanslılar yaşamış burada, bunlar gümüş mü takardı? Altın telkâri, altın kakmacılık çalıştık, değerli taşların üzerinde altınla çalıştık biz. Çatal kaşık gibi ev eşyaları üzerinde telkâri çalıştık ama kadınlarımız boyunlarında, ellerinde altın oldu her zaman. Ermeni, Süryani, Arap, Kürt, bütün kadınlar altın takılar kullandı. Mardin’in gümüşle tanıtılması yanlıştır bu yüzden.”

Bu işin ustalığını Ermeni ve Süryanilerin yaptığını belirten Ezilmez, “Bizim, Mardin’in altın tüccarları vardı, bunlar Antep’ten Şam'a kadar altın ihracatı yapardı. Şimdi de altın sektörü Mardinli Ermeni ve Süryani cemaatlerimizin elindedir. Altın sektörünün önde gelen şirketleri Mardinlidir. Burada yetişen ustalar İstanbul Kapalı Çarşı’da çalışıyorlar. Hem kuyumculuk yapıyorlar hem de bu işin sanatını icra ediyorlar.”

BÖLGE MİTOLOJİSİ VE ALTIN

Metin Ezilmez, son yıllarda altına olan ilginin yatırım amaçlı olduğundan şikayet ediyor. “Altını sadece yatırım amacıyla alındığını biliyoruz. Bu da sanatkarı tatmin eden bir durum değil. Biz sanatkar olarak emeğimizin hakkını alamıyoruz. Geleneksel el sanatlarına düşkün olan, bunların özel örneklerini arayan bilinçli kadınlar da var elbette. Bu kesim sanatkarın hakkını veriyor, sanatkâra moral veriyor. Ama genel olarak altın bir yatırım aracına dönüştü, ‘kaça aldım, kaça satarım’ diye düşünenler çoğunlukta maalesef.”

Ezilmez, altın ticareti yapanların özellikle Uzakdoğu’dan ve Hindistan’dan işlenmiş altın ithal ettiklerinden de söz ediyor. İthalat nedeniyle burada çalışan sanatkarların zor durumda kaldığını belirten Ezilmez, “Buralardan ithal edilen gümüş ve altını piyasaya sürüyorlar. Bölge kendi yerli malıyla kavrulmuyor. Tüccarlar kendi ilindeki sanatkarla, esnafla çalışsa, hem bölge kalkınır hem de sanatkarlar daha çok üretir ve yeni sanatkarların yetişmesine yardım eder. Bunlar olmadığı için ilerleme gösteremiyoruz. Açıkçası biz son nesil gibi görünüyoruz, bizden sonra kimse telkâri işi yapmayacak gibi görünüyor.”

Metin Ezilmez kendi tasarımlarını gösteriyor bana ama fotoğraflarını çekmemi istemiyor. “Bunlar bana ait tasarımlar” diyen Ezilmez, yayınlaşıp kullanılmasından çekiniyor.

Bölge mitolojisine duyduğu ilgiyi anlatan Ezilmez, son yıllarda bölge mitolojisinden esinlenerek birçok tasarıma imza attığına dikkat çekiyor. Ezilmez, “Mardin medeniyetler açısından zengin bir şehir. Birçok halk yaşamış burada. Bu medeniyetlerin izleri vardır bizim yaptığımız işlerde. Ayrıca Suriye’den Mısır’a kadar birçok yerden motifler de eklenmiştir bizim işlere” diyerek Mardin telkârisindeki zengin motiflere dikkat çekiyor.

KAYIP ANAHTAR BELGESELİ

İlkokuldan sonra telkâri işi yapmaya başlayan Metin Ezilmez, Mardin’deki kültürel ortamın canlılığını koruması için bir aktivist gibi çalışıyor. Birçok kurumun kuruculuğunu üstlenmiş. Sinema derneğinin kurucuları arasında da yer alan Ezilmez’in hayali, bir gün bir belgesel film çekmek.

Hayalini kurduğu belgeselin konusunu anlatırken kederleniyor Ezilmez. Çünkü belgeselde anlatmak istediği 1914-1915’te Mardin’den göç etmek zorunda kalan Ermeni ve Süryaniler. “Geri dönmek üzere evlerinden çıktılar. Ateşte yemekleri vardı, dönüp yemek hazırlayacaklardı. Ama bir daha dönmediler, toplayıp götürdüler onları. Yanlarında sadece anahtarları vardı. Bu sürgünden sağ kalanların yanlarında hâlâ duruyor anahtarları. Buradan bir hatıra gibi saklıyorlar.”

Metin Ezilmez, bir Şam seyahatinde, Mardin’deki evinin anahtarını hâlâ saklayan bir Süryani kadınla tanıştığını anlatıyor. Ezilmez, “Bunun gibi binlerce Ermeni ve Süryani var. Onların sürgün yolunu takip eden bir belgesel yapmak istiyorum” diyor.

“Çözüm sürecinin” barış için umut verdiği birkaç yıl içinde çok sayıda Ermeni ve Süryani doğdukları topraklara geri döndüler. Köylerini ve şehirlerini bir kez daha görmek niyetiyle gelen birçok insanın aklından “yerleşebilir miyim” düşüncesi geçiyordu. Şimdi durum nedir, diye sorduğum Metin Ezilmez, “Avrupa’da bir Süryani’ye sordum, “Ne zaman döneceksiniz?’ diye. Bana dedi ki, ‘Tabutta gelebiliriz, toprağımızda gömülmek için. Boşanırsam gelirim. Bir de delirirsem gelirim.’ Bir şekilde buradan gitmiş insanlar böyle düşünüyor işte. Burada yaşamak için uygun koşulların olmadığını düşünüyorlar ve başlarını yeniden bir felaketin gelmesinden korkuyorlar. Çünkü acıları hâlâ çok tazedir.”