Daktilo tamircisi İsmail Hakkı Candar'ın 'evreni'

Makinelerin nasıl çalıştığını merak edip küçüklüğünde onların içini açan ve genelde de bozan İsmail Hakkı Candar, bambaşka bir alanda çalışırken tesadüf eseri ama severek başladığı daktilo tamirciliğine hâlâ devam eden birkaç ustadan biri. Candar “Ben bu işi severek yapıyorum. Maddi kazanç beklemedim, makinelerin çalışır hale gelmesi beni mutlu etti,” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Hiç daktiloyla bir şey yazdınız mı? Analog çağın bilgisayarı sayabileceğimiz daktilolarla en büyük edebi eserler yazıldı, en önemli anlaşmalar hazırlandı. Yaklaşık 150 yıllık bir dönemde, birincil belge üretim aracı olarak her alanda kullanıldı. Dünyaya şekil veren zihinsel üretimler kağıda aktarıldı. Ama elektronik devrim “ışık hızıyla” dünyayı değiştirdi. Hayatımıza girdikten sonra eski âdetlerimizi hızla terk ettik. 150 yıllık gelenek 20 yıl sonra hatırlanmaz oldu.

Üretimi bile yıllardır yapılmayan daktilolar, önce çalışma hayatındaki hakimiyetini, sonra da gündelik kullanımdaki yerini kaybetti. Bundan en çok etkilenenlerse daktilo tamir ve bakımı meslek edinmiş ustalar oldu. Bugün İstanbul'da bildiğimiz kadarıyla sadece üç usta bu işi sürdürüyor. Bu ustalardan her gün işiyle Eyüp Rami'deki küçük dükkânında ilgilenense sadece İsmail Hakkı Candar.

İsmail Hakkı Candar, 1962 yılında Kastamonu, Tosya'da dünyaya geldi. “Sekiz yaşıma kadar Tosya'da kaldık. Sonra ailecek İstanbul'a geldik,” diye anlatmaya başlıyor Candar: “Tosya'da babam telâcılık yapıyordu. Fabrika telâsı değil, elde dokunan ve ceketlerin yakasına konulan telâlardan. Zamanla meslek makineleşti ve fabrikasyon üretim başladı. O nedenle iş azaldı. İş azalınca babam gündelik işlere gitmeye başladı ama oradan da bir şey kazanamayınca İstanbul'a gelmeye karar verdi.”

İsmail Hakkı Candar

O zaman sekiz yaşında olan Candar İstanbul'un merkezine geleceklerini düşünmüş: “Bayramoğlu'nda bir çiftlik sahibinin yanına geldik. Babam bahçıvanlık yapmaya geldi. Çocuktum ve İstanbul'a geliyoruz diye büyük hayaller kurmuştum; ışıklı sokaklar, büyük apartmanlar. Fakat geldiğimiz yer henüz gelişmekte olan bir yerdi. Elektrik bile yoktu. İlkokulu orada bitirdim. Sonra Darıca ortaokuluna gittim ve babam başka bir bahçıvanlık işi bulunca da Üsküdar Çamlıca'ya geldik.”

“Ortaokuldan sonra liseye gitmeye çekindim. Çünkü o zamanlar ortam bozuktu, 70'lerin sonu ile 80 darbesi öncesi dönemdi,” diyen İsmail Hakkı Candar çalışmaya o yıllarda başlamış: “Babamın çalıştığı yerin sahibinin otomobil yedek parça satan dükkânında çalışmaya başladım. İlk işim buydu. Parçaların çoğu yurt dışından geliyordu. Benim görevim de depoda onları raflara dizmek ve Anadolu'dan gelen siparişleri ambara yönlendirmekti.”

İsmail Hakkı Candar'ın daktilo ustası olmasına dek sürecek yolculuğu ise tamamen bir tesadüfle başlıyor: “Çocukken bir radyonun, bir saatin nasıl çalıştığını çok merak ederdim. İçini açardım ve bozardım tabii ki. Bu yönümü gören arkadaşlarım beni bir daktilo tamir ustasına tavsiye etmişler; 'makinelere meraklı, gelsin burada çalışsın' diye. O zamanlar da ben anonim şirkette çalışıyordum ve maaşım çok iyiydi. 15 yaşındaydım ve yetişkin ücreti alıyordum; yemeğim ve sigortam da vardı. Ve orayı bırakıp daktilo tamir işine girdim. Tabii bütün imkânlar yok oldu, sadece boğaz tokluğuna, meslek öğrenmek için çalışmaya başladım. Bu işi sevdiğim ve bu işe meraklı olduğum için başladım.”

"Erika" marka ve bizde "Ecevit'in daktilosu" diye bilinen model...

Günümüzde aile büyükleri ya da arkadaş çevresi maddi olarak iyi bir yeri bırakıp böyle bir işi seçmesini “delilik” olarak niteleyebilirdi. Ama o zamanlar hayat başka türlü algılanıyordu: “Ailem 'bir sanatın, altın bileziğin olsun' diye destekledi beni,” diyen Candar devam ediyor: “Zaman boldu ve bu işi yapan ustalar aranıyordu. Yüksek Kaldırım'da başladım, o zamanlar daktilo tamircilerinin en yoğun olduğu yerlerden biriydi. Yaklaşık 15 tane dükkân vardı. Benim ustam Arnavut'tu. Zaten bu işle uğraşanlar Ermeni, Yahudi ya da Yugoslavya göçmeniydiler. Türk ustaları da onlar yetiştirdi. Ben de bu işi öğrenmek adına en iyi ustanın yanında yetişeyim diye birçok iş yeri değiştirdim.”

Sevdiği ve merakını doyurduğu bu meslekte ilerlemeye devam ederken bir gün, İsmail Hakkı Candar yeniden okul hayatına dönme şansı bulmuş: “Çalıştığım bir yerde kalfam, akşam lisesine gidiyordu. Bana dedi ki, 'bizim okulda olaylar yok, istersen oraya kaydol.' Ben de kaydoldum, Beyoğlu Akşam Ticaret Lisesi. Ama ben yazıldıktan sonra orada da olaylar başladı! Akşam lisesi olduğu için dersler 10'u çeyrek geçe biterdi. Koşa koşa Eminönü'ne gelip 10 buçuk vapuruna yetişirdim. Ama Çamlıca'ya 11'e çeyrek kala kalkan son otobüse yetişemezdim. Sonra topluca belediyeye yazdık da saati değişince yetişebildik otobüse. Dört seneyi böyle geçirdikten sonra üniversite sınavına girdim. Mühendislik, makine ya da matematikle ilgili bir bölümde okumak istiyordum. Tercihlerimi de buna göre yaptım. Ama bilmiyordum ki, ticaret lisesi mezunu olduğum için o okullara girme şansım yoktu. O zaman öğrendim.

“Lisede daktilo ile yazı dersleri vardı. Ama ben o derslerde okulun bozulan daktilolarını tamir ederdim sınıfta. Bu yüzden ikmale kaldım hatta, daktilo yazı dersinden. Tabii not ortalamam da düştü. Sonuçta üniversiteye gidemedim.

“Açıköğretim de ilk kez o yıl hizmete girdi ama benim ondan da haberim olmadı. Son gün öğrendim ve kayıt için gerekli evrakları yetiştiremeyince oraya da gidememiş oldum. Ben de askere gittim. Dönünce de kendi dükkânımı açtım.”

İlk üretilen mekanik hesap makinelerinden biri...

Dükkânı açmasına açıyor ama tam da o yıllar bir şeyler değişmeye, dönüşmeye başlıyor: “Dükkânı açtığım 1986 yılında bilgisayarlar yoktu ama elektronik daktilolar çıkmıştı. Biz 'elektronik daktilolar, hesap makineleri çıktı' diyoruz ama bunlar yurt dışında 30-40 senedir zaten vardı, bize geç geldi ve eski teknoloji geldi. 80'lerin sonu, 90'ların başında elektronik kullanımı iyice yaygınlaştı ve bizim işler azaldı. Yazıcı ve fakslar çoğaldı. Onlar da büro malzemesi olduğu için onları da öğrendim. Elektonik kurslarına gittim. Mekanik daktilo ve hesap makinesi tamiri ile başladığım işim elektroniğe dönüştü. Hem daktilo, hem de yazıcı ve faks tamirine hâlâ devam ediyorum.”

Elektronik aygıtları tamir işinde ilerleyen İsmail Hakkı Candar, bir gün yeniden mekanik daktilo tamiri yapacağını hiç düşünmemiş: “Bir devir kapandı diye düşündüm. Bir süre bu işten kopmuştum, farklı farklı işlerde çalıştım. Nakliyecilik bile yaptım. Hatta o zamanlar elimde olan makinelerin hepsi kayboldu. Dükkânı taşırken olduğu yerde bıraktım. İleriye dönük düşünemedim. Bana parça lazım oluyor, şimdi o makineleri arıyorum. Aslında çoğu usta bu işi yapmayı bıraktığı için daktilo tamiri yapabiliyorum. Şu anda İstanbul'da benimle birlikte iki, üç tane usta kaldı.”

İsmail Hakkı Candar, her ne kadar etrafımız elektronik aletlerle sarılı olsa da daktiloların kendisine ve üretimlerine büyük saygı duyuyor: “Bilgisayar yokken, elektronik hesaplama aygıtları yokken mekanik olarak bu daktiloları, hesap makinelerini yapmak büyük bir marifet. Ben o insanları takdir ediyorum; milimetrik hassasiyetteki bu aletleri yapmalarına hayran kalıyorum. Şimdi mühendislik daha kolay, bir ürünü, hesaplamayı deneme şansı, 3D yazıcı ile prototip üretip çalışıp çalışmadığını kontrol etme şansı ve imkânı çok fazla.”

Tamiri devam eden bir daktilo...

İsmail Hakkı Candar'la konuşurken şunu düşünüyorum: O dönemin makineleri insanların düşünce üretmesine aracılık ediyordu. Şimdi ise bizim yerimize düşünen ve eyleyen makineler var. Belki herhangi bir dijital ekrana kolaylıkla yazabiliyoruz. Ama ona dokunmak istediğimizde varsa evdeki yazıcıyı, yoksa da kırtasiye tarzı bir yeri kullanıyoruz. Ama daktiloya kağıdı koyup anında somut sayfalar üretmek mümkün. “Günümüzde yazı yazmak çok zahmetli, çok masraflı. Laptopu yanında götürebilirsin ama yazıcıyı götüremezsin. Ama portatif bir daktiloyu kolaylıkla her yere taşıyabilirsin. Yazıcıların bozulmasını ve kartuş değişimini de hesaba katarsak farkı daha iyi anlarız.”

Artık sadece akşamları mekanik daktilo ya da hesap makinesi tamiri yapabiliyor Candar: “Benim evim buraya yakın, akşamları dükkânda oluyorum. Gündüz ise yerinde yazıcı ve faks tamiratı yapıyorum. Daktilo tamiri artık biraz da boş zaman hobisi gibi oldu. Ama gece 12'ye kadar dükkânda onlarla uğraşmayı, vakit harcamayı seviyorum. Hatta küçük de bir bahçem var, bahçe ile de ilgileniyorum. Babam bahçıvan olduğu ve çocukluğumu bahçelerde geçirdiğim için apartman hayatı beni sıkıyor. Üç metrekarelik bahçeyle ilgilenmek beni mutlu ediyor, daktilolarla ilgilenmek gibi.”

İsmail Hakkı Candar, tezgahında çalışırken...

İsmail Hakkı Candar, “Yazarlığa yeni başlayan ve daktilo kullanmak isteyenler var. Bilgisayar kullanmak istemeyen ya da kullanamayan yaşlı insanlar var. Daktilo kullanmaya hâlâ devam eden şirketler var. Hâlâ daktilo kullanan noterler var,” diyor. Onlar varoldukça Candar da bu işe devam edecek: “Ben bu işi severek yapıyorum ve hâlâ da devam ediyorum. Maddi olarak belki çok bir kazancım olmadı, belki benim de beceriksizliğim ama işimi hep sevdim. Maddi kazanç beklemedim, makinelerin çalışır hale gelmesi beni mutlu etti.”

1990'dan sonra hiç çırağının olmadığını söyleyen Candar, “Daktilo tamirciliği bizimle birlikte yok olacak. Antika sayılan bu makineler de artık oldukları gibi kalacak ve en fazla dekoratif bir eşya olarak kullanılacaklar,” diyor.

Teknolojinin gelişimini ergenlik dönemine benzetiyorum; kontrolsüz ve arsız bir sahip olma isteği. Fakat sorun şu ki, günümüzde ergenlik dönemi de teknolojinin sayesinde hiç bitmeyecek gibi uzuyor. İnsanlar da hayatın akış hızını ve yaşamın içinde gizli küçük güzellikleri duyumsayacak hislerini “mış gibi” yaşatan dijital oluşumlarda aramaya ve tatmin olamamaya devam edecekler...

Eşyaların 'sadece' parayla satılmadığı 2. el dükkânıEşyaların 'sadece' parayla satılmadığı 2. el dükkânı