Güldal Mumcu: Uğur 'Tahmin ettiklerimin hepsi çıkmış' derdi

Güldal Mumcu, eşi gazeteci-yazar Uğur Mumcu'yu anlattı. Mumcu, "Bir suikast ile öldürüldü Uğur. Yine de umudu yitirmemek lazım. Umut yitirildiğinde bu hayattaki mücadele gücümüz de yok olur. Mücadele gücünün yok olması bu bahsettiğimiz yapıdaki iktidarların işine gelir. Önce zihnen teslim alınır sonra mücadele gücü yok edilmeye çalışılır ve bunun için de “korku” kullanılır. Korkmamak, yılmamamak, susmamak lazım" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Ayşe Özlem İnci [email protected]

DUVAR - Uğur Mumcu… Araştırmacı-gazeteci, yazar. Yazılarında darbeler, mafya, terör, tarikatlar gibi konulara yer verdi. Bahsi geçen meselelerin peşini bırakmayıp halkın aydınlanması için cesaretli kalemiyle karanlığa karşı mücadele etmeye devam etti. 24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konulan bombayla düzenlenen suikastla öldürüldü.

Şükran Güldal Mumcu… Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu. 1975-1979 yılları arasında Devlet Yatırım Bankası’nda proje değerlendirme uzmanı olarak görev yaptı. Uğur Mumcu’nun ölümünden sonra “um:ag” diye de bilinen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nı kurdu ve başkanlık görevini yürüttü. 23. dönemde CHP İzmir milletvekili olarak mecliste bulundu. Aynı dönemde TBMM Başkan Vekili olarak görev yaptı. 24. dönemde yeniden başkan vekili seçildi. Uğur Mumcu’nun ölümün ardından yaşadıklarını anlattığı “İçimden Geçen Zaman” isimli kitabı ‘um:ag Vakfı Yayınları’ tarafından 2012’de yayımlandı.

Güldal Mumcu ile Uğur Mumcu’yu, aralarındaki ilişkiyi ve Mumcu’nun ardından memleketi konuştuk…

g1

1976’da evlendikten sonra Güldal Mumcu kendi hayatını Uğur Mumcu için değiştirdiğini anlatıyor…

“Ben Devlet Yatırım Bankasında çalışırken, bir arkadaşımız vesilesiyle tanıştık Uğur ile... 1977 yılı… Özgür doğdu. O yıllarda terör yoğundu. Biz işteyken onu kreşe götürüp getirirken sorun olmaya başladı. Aynı anda Uğur’la evden çıkmak, o dönem için büyük bir riskti. Bankada çalışıyordum, dört yıl çalıştıktan sonra işi bıraktım. O da buna çok üzülmüştü. Yakın arkadaşlarımıza, Güldal’ın çalışmamasına çok üzülüyorum, toplumun onun yeteneklerinden mahrum ettiğim için üzgünüm, derdi.”

Güldal Mumcu’nun muhabbet sırasında paylaştığı bazı konularda yüzünde yayılmasına izin verdiği bir tebessüm beliriyor. İşte cümlelerinin arasına cömert bir şekilde neşesini sığdırdığı konularla devam ediyoruz… Uğur Mumcu kendisiyle ilgili konularda sizi üzmekten çekinir miydi?

“Aman anlatmayayım, filan demezdi,” diye tebessüm ederek anlatmaya devam ediyor… “Kalbim açık bir kitap şeklindeydi. Bir şey yaptı veya sıradan bir olay oldu diyelim. Ben de günlük bir olaya çok kızdım… Olay olduğunda hiçbir şey söylemez, ancak sonra muhakkak -kendisi çok esprili bir insan olduğu için- ya bir not yazar ya da bir şey der ve beni güldürürdü. Gülünce rahatlardık zaten kızdığım olay nedir; yani olay ne kadar dramatize edilebilir ki… Durumu kurtarırdı kendisi. Ama benim için tabii düzgün bir şey olacak o söylediği, emek verilecek…”

Yoksa siz de kabul etmezsiniz aksini...

“Evet, zaten bir dergideki röportajda, akıllı bulduğunuz kadınlar kimdir, diye sorulmuş… Karım, demişti kendisi.”

Kendinizle ilgili bu tür cevapları görünce sonrasında Uğur bey ile konuşur muydunuz?

“Yoo, ben okurdum sadece. Demek böyle düşünüyor, diye bakardım verdiği o cevabı görünce. Bana akıllı mı dedin, demezdim. Ben senin için röportajda akıllı dedim, demez. Dergi geliyor, ben de okuyorum orada. Bunun konuşması olmaz. Bazıları eline kalem alıp altını devamlı çizelim isteyebilirler evet, ama altını çizmeye bir başlarsan üstü de çizilir. Böyle olursa hayatı yaşayamazsın… Söyle öyle mi, söyle böyle mi diye diye ilişkileri bitiriyorlar… Ne demek istemişse istemiş işte,” diyor.

Peki siz romantik misiniz?

“Şimdi romantiklikten ne kastedildiğini hep merak ederim. Bir ritüel midir romantiklik… Bence gönlümü alması için espri yapması da romantik bir davranıştır. İlla masada mum olması söz konusu değildi, ama bana çiçek ya da hediye alırdı mesela. İncelikli davranıyorsa, zaten onunla birlikte davranışları da gelişir bir insanın. Romantizmin karşılığını ince ve kaba davranış olarak alıyorlar sanki bu aralar, öyle mi?” diye soruyor. Evet, yaygın bir algı bu, diye cevaplıyorum.

Devam ediyor…

“Ne yapacak yani kadın ya da adam romantik olmak için? Karşı tarafı mutlu etme çabası gösteriyorsa, hodbin davranmıyorsa güzel bir ilişki var demektir. Sevgisi için emek veriyor, onu kırmamak için özen gösteriyor, eğer kırdıysa gönlünü almak için elinden geleni yapıyorsa bunlar güzel şeyler. Uğur ile bizim keyifli bir ilişkimiz vardı. Çok eğlenirdik birlikte. Zaten birlikte zevk alınmayan şeyleri barındıran bir ilişkinin güzelliğinden bahsedemeyiz. Şimdi her şey çok başka oldu. Birlikte bir yere gidiliyor. Silah çıkartılır gibi telefonlar masalara konuluyor. Sonra karşılıklı susup telefonlara bakılıyor. Çıt çıt çıt… Aynı masada birbirlerine mesaj atıyorlar gibi…”

O tebessüm yeniden yayılıyor yüzüne… “O kadar çok böyle davranan insan var ki birbirlerinin gözlerine bakarak konuşmayı unutuyorlar… Şimdi birilerini görüyorum bazen dışarıda, Sevgililer herhâlde, diyorum. Bir bakıyorum tıkır tıkır tıkır yazıyorlar kendi telefonlarında… Bir araya gelmişler bari bir saat muhabbet etseler ne güzel olur… Sadece bunu sevgililer için demiyorum, dostluklar, arkadaşlıklarda da durum böyle, diyor.

Konu buralara gelmişken “aşk”tan da bahsedelim…

“Aşka gelince… Çeşitli aşk tanımları var tabii... Aşk, birbirini kırmamaktır. Kendini ilişki yaşadığı kişinin karşısında geriye çekmektir. Her iki tarafta kendilerini – yani egolarını- geriye çekerse esas benlikleri ortaya çıkar zaten. O zaman işte orada aşk vardır diyebilirim.”

g2

Ailece yapmaktan keyif aldıkları şeylerden bahsediyoruz…

“Pazar günleri balık yeme rutinimiz vardı. Dışarı fazla çıkmazdık. Genelde bir şeyleri kutlamak için dışarıda yerdik. O zaman da pizzacıya giderdik. O dönem arkadaşlar dışarda yemek yerine eve davet edilirdi. Eve davet etmezsen ayıp olurdu.

Okullar kapanır kapanmaz Ayvalık’a tatile giderdik. Uğur oradan yazardı. Bir de onun tabii bir aylık tatili vardı. Biz hep tatildeyiz, o bir ay,” deyip tebessüm ediyor. “Denize girer, yazı da yazar ama tabii görüşmelerini tatilde de olsa hep yapmak durumunda kalırdı.”

Heyecanlandığı zamanları gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz diye sorunca…

“Siyasi olarak Kurtuluş Savaşı sırasındaki ve sonrasındaki olağanüstü başarıyı anlatan filmler onu heyecanlandırırdı,” yanıtını veriyor.

Uğur Mumcu’nun müzikle ilişkisine varıyor muhabbet…

“Münir Nurettin Selçuk’u dinlemeyi severdi. Bir de Klasik Batı Müziği’ndeki bazı eserlerin piyano versiyonlarını dinlerdi. Evde müzik vardı. Özgür gitar dersi alırdı. Özge de piyano çalardı. Uğur’un çok hoşuna giderdi. Suikastten sonra çalmayı bıraktı Özge. Niye çalmıyorsun kızım, diye sorunca, En büyük dinleyicimi kaybettim, demişti.”

Böyle bir aile ortamı içerisinde büyüyen çocukların hayatla nasıl temasa geçtiklerine geliyor konu… Çocuklar televizyonda babalarına ya da ona dair bir duruma denk geldiklerinde nasıl tepki verirlerdi?

“Bizde zaten hayatın kendisi tam olarak öyleydi. Her şey son derece hayatın kendisi olarak yaşanıyordu. Babaları televizyona çıkıyor, hep beraber oturup izliyoruz. Evde yemek daveti veriyoruz, insanlar geliyor. İşte Ali Sirmen, Turgut Kazan, Altan Öymen, Mehmet Ali Aybar gibi kişiler geliyor… Onlar sohbet ederken tabii çocuklar da hepsini duyuyor, dinliyor ve öğreniyorlardı zaten. Ne olduğunu tam olarak fark etmeseler de ne olup ne bittiğini anlayacak bir konuşma zincirinin içindeydiler. Zaten oradan duyduklarını, televizyonda da gördüklerinde olayları anlıyorlardı. Sohbetin sonuna kadar sofrada oturmazlardı elbette, belli bir yaşa geldikten sonra sonuna kadar eşlik ederlerdi,” diyor Güldal Mumcu.

Çocuklar birilerine benzetilirler genelde, sizde de oldu mu, diye sorunca…

“Özge tip olarak daha çok babasına benzerdi. Babaya benziyor, derlerdi görenler. Uğur da Özge’ye, Sen bana benziyorsun, dediğinde suratını asardı Özge. Sonra bir gün babası dedi ki Özge’ye, “Sen bana benzemekten niye hoşlanmıyorsun, kızıyor musun?” Özge de, “ama sen erkeksin”, demişti. Güldal hanım bunları anlatırken kızının mimiklerini ve ses tonlamasını yapıyor. “Çok hoştu. Babasına benzetilen bir kız çocuğu tabii ne yapsın, çocuk zihniyle son derece haklı, Sana benzemekten rahatsız değilim ama erkeksin, dedi gayet net bir şekilde. Çok akıllıca bir cevap Özgür de fiziksel olarak bana benzer.”

Uğur Mumcu herhangi bir durumda çıkmaza girdiğinde nasıl çözüm bulurdu?

“Çalışma mekânında çalışmaya devam eder, arada nefes almak için salona geçerdi. Eğer kilit bir durum varsa paylaşırdı benimle, ben de aklım yettiği kadar kendisine destek olurdum.”

Mumcu’yu ne öfkelendirirdi…

“Bize karşı son derece sevecen ve ılımlıydı. Mesela iş konusunda çalışma arkadaşlarının zamanında iş yetiştirmemeleri, sorumsuzca davranılması onu öfkelendirirdi. Bunu uygun bir şekilde söylerdi de kendilerine,” diye yanıtlıyor.

Eşinizin kendisini üzenlere karşı tepkisi ne olurdu?

“Konuşmazdı onlarla. Adlarını da bir daha hiç telaffuz etmezdi. Kırılmışsa, siyasi dostluktan ya da olmadık bir şeyle karşılaşmışsa eğer ve bunu yaşatan yakını bile olsa artık onunla konuşmazdı. Gerekli tepkisini zaten çeşitli şekillerde göstermiştir söz konusu kişiye. Sonrasında zaten ilişkisini keserdi.”

Ölümünün ardından Mumcu’nun ve sizin çevrenizdeki insanların sizi şaşırttıkları oldu mu?

“Uğur’u yaşarken hayal kırıklığına uğratanlar, hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyorlar,” diye gayet berrak bir cevap veriyor Güldal Mumcu.

Birbirinizin hayatına müdahale eder miydiniz, merak eder miydi sizi?

“Müdahale denemez ama merak ederdi. O zaman cep telefonu da yok. Ben bir yere gidiyorum… Tabii doğal olarak merak ediyor. Çünkü şöyle bir şey, hayatında alt metin olarak, zihinsel olarak devamlı tehdit altında yaşayan birini düşünün, hele ki onun eşi ya da yakını, çocukları bir yere gittiler. Biraz geciktik mi çok endişe ederdi. Söylediği saatte kararlaştırdığımız yer neresiyse orada olmaya gayret ederdik. Muhakkak nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı birbirimizle paylaşırdık. Nerede olduğumuz bilgisinin karşılıklı paylaşılması gerekirdi. Çocuklar için de böyle… Uğur daha endişeliydi bu konuda, ben daha rahattım. Çünkü tehdit durumu doğrudan kendisine yansıdığı için o daha kaygılıydı bu durumlarda. Bu yüzden o da böyle hissetmesin ve çocuklara yansımasın istediğim için hep özen ve gayret göstermişimdir bu tür paylaşımlar konusunda. Hatta o kadar ki suikast gerçekleştiğinde çocuklar, Biz böyle bir şey olabileceğini hiç düşünmemiş, hissetmemiştik, demişlerdi o zaman.”

Kapıdan içeri girse Uğur Mumcu sizce ne sorar, ne yapardı?

“O bize ne olduğunu sorardı herhâlde. “Tahmin ettiklerimin hepsi çıkmış”, derdi. Derhâl tekrar o medeniyetin, adaletin, herkesin laik bir eğitim sistemi içerisinde olduğu, haksızlıkların olmadığı çağdaş bir toplum olma idealini nasıl sağlayabiliriz, diye kaldığı yerden mücadeleye devam ederdi. Elbette haksızlık edenlerin iplerini pazara çıkarmak isterdi,“ diye fikir yürütüyor Mumcu.

Uğur Mumcu nasıl gazeteci oldu?

“Araştırma duygusu ve okuma isteği çok yüksek olduğu için akademisyen oldu. Fakat 12 Mart 1971 darbesinde içeri alındı Uğur ve “Sakıncalı Piyade”lik dönemini yaşadı. Her ne kadar beraat etse de içeride kalmış olması nedeniyle tekrar üniversiteye girmek istemedi ve gazetecilikte devam etmek istedi. Araştırmacı-gazetecilik o dönem ülkemizde pek yapılmayan bir işti. Bir olayı anlatıyor, geçmişini araştırıyor, o andaki etkilerine bakıyor, daha sonra haber yapılsa bile işi bitmiyor ve o haberin fikri takip ile peşinden gidiyordu. Akademisyenlik ile gazeteciliği birleştirince araştırmacı-gazetecilik ortaya çıkıyor. Fikri takip ile ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz,’ diyerek olayları öyle araştırıyor. Bu yüzden sohbet ederken bile çok detaylı soru sorardı.

Gazetecilik tanımlaması vardı Uğur’un. Gazeteci, güç odaklarına karşı gerektiğinde mücadele eden kişidir, derdi. Halkın bilgilenip doğru bilgiyle aydınlanıp kendisinin bu kadar hakkını yemeyecek yönetimler seçebilme becerisini elde etmesini sağlamaya çalışıyordu,” diye anlatıyor Güldal Mumcu.

İnsanların kendisine güvenmesini sizce nasıl sağladı?

“İktidarların ipliğini pazara çıkarırdı. Hepsini tek tek araştırır açığa çıkarırdı. Bu iktidar döneminde yaşasaydı da, hayatta kalır mıydı bilemiyorum. Hapse muhakkak atarlardı. İnsanlar ona güven duyarlardı çünkü… Sağcısı solcusu, kişi hangi siyasi görüşte olursa olsun kendisine verdiği bir belgeyi, bilgiyi ya da anlattığı şeyi kendisi de elbette doğruluğunu kontrol ettikten sonra yazmamazlık yapmayacağını ve kaynağını ele vermeyeceğini bilirlerdi. Bir gazeteciye her kaynaktan bilgi gelir. Geniş bir iletişim ağı vardı. Bunu “Uğur Mumcu yazar,” diye gelirlerdi. Nereye gitseler yazılamayacağını, çeşitli korkular yüzünden açığa çıkarılamayacağını düşünürlerdi. Düşmanın da saygı gösterdiği birisi olarak da vardı Uğur. Yani yazdığının yalan olmadığını, kendisinin onun doğruluğunu kanıtlamadan yazmayacağını bildikleri için kendisine gelirlerdi,” diye anlatıyor Güldal Mumcu, gazeteci eşi Uğur Mumcu’yu.

g33

Siyasetçi yönüyle de bilinen Güldal Mumcu memleketteki yakın geçmişle ilgili de yorumlar yapıyor…

“Referandum sonrasında “Atı alan Üsküdar’ı geçti”, lafı her şeyi özetleyen bir cümle zaten. Hem kendisinin karakter yapısını, hem de yönetim anlayışını gösteriyor. Atı çaldı mı, atın daha önceki sahibini mi itt, at, kimin atı… Adalet diye bir şey yok. Atı aldım, bastım, gittim,” diyor. Aile anlayışından tutun çocuklara söz hakkı tanımamaya, empati diye bir kavramın, hele hele demokrasinin hiç olmadığı, gücünün yettiğine göre bir yönetim tarzı içinde olduğumuzu gösteriyor.

Muhalefette olan milletvekilleri çok gayret gösteriyorlar ama bizde çoğulculuk yok “çoğunlukçuluk” var. “Madem çoğunluk bende, istediğimi yaparım, siz de kim oluyorsunuz?” bizim sistemin özeti bu. Demokrasi. Pardon? O ne demek?! Senin haklı taleplerin olabilir evet ama benim dediğim olacak. Bu algı o kadar yıldırmış ki, kürsüde oturumu yönettiğim bir gün bir milletvekili konuşurken, arkadaşlar bu makul bir şey söylüyoruz, bakın bunu düzeltmek zorundayız. Anlatmaya devam ederken artık dayanamayıp, Allah bir diye önerge versek muhalefetten geldi diye reddedeceksiniz,’ dedi. Bu kadar vahim ve sıkıntılı bir durumdan geçtik.

Son referandumla meclis kendini feshetme hâline onay vermiş durumda. Kendi kendini yok eden bir karara onay verdi üstelik mühürsüz ve geçerli olmayan bir seçim sonucuyla. Çünkü Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı geçerli değil. Geçerli olmadığını bildiği için “Atı alan Üsküdar’ı geçti,” sözü ediliyor. Gerçekten kaybettiğinin itirafıdır bu söz.

Yüksek Seçim Kurulunun bu kararıyla demokrasi, hukuk büyük yara almıştır. Yara almaktan öte bu kararlarla katledilmiştir. O katledilen hukuk üstüne at gasp edilebilmiştir. Çünkü siyaset “seyis” kelimesinden gelir. Atı yöneten kişi seyis, siyaset de onun üstüne binip yöneten demektir. Bir de at sahibine göre kişner. Atı alıp Üsküdar’ı geçmek her zaman iyi bir şey değildir. Kendisinin attan da düşmüşlüğü de vardır.

Umut var mı, tabii var. Dünya dönüyor. Gün yirmi dört saat. Güneş batıyor ama doğuyor da. Bu coğrafyada umutsuzluk ve umut hep at başı gider. Halkın gücü herkesin üstündedir. Eninde sonunda adalet mekanizması kendini düzeltmek zorundadır. Yoksa bu adalet kendilerini de yok edecek. Çünkü gasp ettikleri adalet herkese lazım. Gün geçer insan olan herkesin adalete ihtiyacı olur. İnsanlar biriciktirler. O biricik yapılarını, kendilerini ifade edebilmek için bu dünyadalar.

Onların önünü kapanmanın vebali çok büyüktür. Bu nedenlerle, halen üyesi olduğum CHP’nin başlattığı Adalet Yürüyüşü’ne çok önem veriyorum. İnsanlar, haklarını aramak için 40 derece sıcak asfaltta yürüdüler; haklılar siyaset meclis dışında artık. İnsanların, KHK eliyle kaybettikleri haklarına sahip çıkmaları gerekir. Bu insanları terörist olarak yaftalayanların da bu dünyada vebali ağırdır.”

Güldal Mumcu büyük acının ardından mücadele sürecini ve hayata karşı tavrını yorumluyor…

“O kadar çok şey yaşadım ki… Yaşadıklarımı tarihe not düşmek için İçimden Geçen Zaman kitabını yazdım. Bir suikast ile öldürüldü Uğur. Yine de umudu yitirmemek lazım. Umut yitirildiğinde bu hayattaki mücadele gücümüz de yok olur. Mücadele gücünün yok olması bu bahsettiğimiz yapıdaki iktidarların işine gelir. Önce zihnen teslim alınır sonra mücadele gücü yok edilmeye çalışılır ve bunun için de “korku” kullanılır. Korkmamak, yılmamamak, susmamak lazım. Ve elbette isyanını dirence, öfkesini sorgulamaya dönüştürmeli insan. İnsan olmak denilince bunu söylerim.”

Güldal Mumcu bir söz ile bitiriyor muhabbeti. “Ne işlersen elinle o gelir seninle.”