Her kapı için anahtarı olduğuna inananlar!

İş bitiriciliğin meslek alanında bir ismi var aslında; ‘fixerlık’. Bunun için özel bir okulun belli bir bölümünde okumanız gerekmiyor. İnsanlarla ilişkileriniz iyiyse ve her tür kapıyı açabilecek bir azminiz de varsa, siz zaten ‘fixer’ doğmuşsunuz. Fixer kimdir ve ne yapar işin uzmanı Münir Akdoğan'a sorduk...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İngilizce bir kelime olan ‘fixer’, aslında argoda kullanılan bir terim. Her şeyi ayarlayan, halleden, yani iş bitirici demek! Siyaset, basın veya hayatın hemen hemen her alanında kullanılan iş bitiriciler çoğunlukla bir çevirmen ve rehber görevi görürler ve yabancıların normalde erişemeyecekleri unsurlara aracılık ederler. Özellikle gazetecilik adına, yasa dışı yapılar veya organizasyonlarla görüşme ayarlayan ‘fixer’lar, bu anlamda hayatlarını tehlikeye de atıyor.

Yıllarca İngiltere’de moda sektöründe çalışan Münir Akdoğan da uzun yıllardır ‘fixer’lık yapıyor. Ekonomi dalında eğitim yapan ve MA Productions’ın kurucularından olan Akdoğan ile ‘fixer’lığın inceliklerini konuştuk.

Fixer tam olarak ne demek?

Aslında ‘fixer’ çok tehlikeli bir kelime çünkü İngilizce’deki karşılığı, ‘resmi olmayan veya yasa dışı yollarla özellikle bir başkası için nüfuz kullanan veya düzenlemeler yapan kişi’ demek. Bizim yaptığımız iş bu değil tabii!

Peki, nereden geliyor bu terim o zaman?

70’lerde İngiltere’de ‘Jim Will Fix It’ diye bir televizyon program vardı. Jim’in saçları omuzuna kadar uzundu ve aynen Ringo Star’a benziyordu. Gözlükleri de John Lennon’ın gözlükleri… Değişik bir adamdı ve İngilizler bayılıyordu ona. Programında kim ondan yardım isterse, sorununu çözeceğini söylerdi. Özellikle hastaların, engellilerin veya hastalığı ölümcül olan küçük çocukların son arzularını yerine getirirdi. Hemen hemen bütün İngilizler ona mektup yazardı, onun cevabı da ‘Jim halleder’ idi. Kelimenin tam anlamıyla ‘fixing’ bu demek aslında. Yani ilk fixer Jim’di.

Biraz Barış Manço gibiymiş!

Aynen. O her şeyi halleden bir kahramandı. Biraz Manço gibiydi. Onun ruhunu taşıyordu zaten. Çok samimiydi ve çocukları mutlu etmeye bayılırdı. Mesela, lösemili bir çocuk Prenses Diana ile tanışmak istediğini söyleyen bir mektup gönderirdi. Jim de halledeceğiz derdi; ertesi hafta o çocuk Rolls Royce ile evinden alınır ve saraya götürülürdü. Diana onu karşılar, onunla birlikte kahvaltı eder, hediyeler verirdi. Hayali ve son arzusu gerçekleşmiş bir çocuğun mutluluğunu düşünsenize! Tüm ülke onunla beraber mutlu olurdu. Bu terim de Jim’den bize yadigar kaldı.

‘İNSANA HİZMET EN ZOR SEKTÖRLERDEN BİRİ’

Bu yaptığınız aslında çok eskiden beri var. Hani derler ya, ‘ bir iş varsa, şu kişi mutlaka halleder’ diye… Ya da ‘onun halledemeyeceği iş yoktur’ gibi…

Doğru ama o zamanlar bu meslek dalı değildi tabii. Bu yaptığımız gerçekten çok özen isteyen, çok önemli bir iş. İnsanları, ekipleri doğru kişilerle buluşturmak, onlara doğru yerleri bulmak, bunları yaparken zaman kaybettirmemek herkesin yapabileceği bir iş değil. Önce ruhunuzda bu olmalı!

munir

E, tabii hemen her şey hakkında bilgi sahibi olmanız gerekiyor.

Bu işte yüklü paralar olduğu için, pek çok kişi ‘fixer’ olarak ortaya çıkmış durumda. Halbuki gerçek bir fixer’ın öncelikle insanları ve hayatı sevmesi gerekiyor. Çünkü insana hizmet en zor sektörlerden biridir, eğer insan sevmezseniz bunu yapamazsınız. Sonra her şeyden az da olsa bir bilgi sahibi olması gerekiyor ki, istenilen her şeyi halledebilecek gücü olsun. Bu işte gerçekten her tür ayarlamayı yapıyorsunuz; lojistiğinden, bürokratik izinlere kadar.

Benim bildiğim bu işler birkaç alana ayrılıyor. Mesela Banu Avar basın ve siyaset alanında önemli bir fixer’dır. Belki de aracı demek daha doğru.

Evet. Ama benim için bu anlamda siyaset alanında aracı olmak ve işleri halletmek biraz tehlikeli tabii. Yani bir kere o alana girdiğin zaman her türlü işe bulaşmış oluyorsun. Bir sürü ayarlama yapıyorsun ve bazen istemediğin ayarlamaları da yapmak zorunda kalıyorsun çünkü işin bu. Genel anlamda konuşuyorum; siyasette bu işi yapmak gerçekten çok zor, dolayısıyla ben hep uzak durdum. Çünkü sonuçta olaylara şahit ve o olayların bir parçası oluyorsun.

İlle de şahit olmanız gerekiyor mu?

Eğer aracı sensen, konuşmacıları sen ayarlıyorsan, insanları sen buluşturuyorsan, onlarla aynı masaya da oturmak zorundasın.

‘Yolun bundan sonrasına katırlarla devam edeceksiniz’ olmuyor yani.

Olur ama bu işin minimum kısmıdır. Yani sadece bununla kalması çok az bir olasılık.

Siz neden film sektöründe ‘fixer’lık etmeyi seçtiniz?

Film sektörü derseniz sadece film şirketine hizmet etmiş olursunuz, oysa biz bu anlamda her türlü aracıya hizmet ediyoruz. TV kanallarına, film şirketlerine ya da her tür belgesel yapımcılarına ihtiyacı olan lokal bütün hizmetleri sağlıyoruz. Keşif turları yapıyorsunuz. Lojistik, kalacak yerden daha fazla nitelik isteyen şeyler var. Öyle birini istiyorlar ki senden, mesela filmde kullanılması gereken bir bilirkişi, bir profesör ya da alanında uzman bir insan… Sizin de o profile ulaşmanız gerekiyor. Hatta doğru kişi olması için onun araştırmasını yapacak kişi de sensin.

Bu anlamda herkese ulaşabilir misiniz?

Herkese ulaşabiliriz dersek, abartmış oluruz ama genelde herkesin ulaşamayacağı insanlara ulaşabiliyoruz diyelim. Piyasada ‘herkese ulaşabilirim veya her şeyi halledebilirim’ diyen ve havalara giren bir sürü insan var ama gerçekler önünde sonunda ortaya çıkıyor zaten.

‘FİXER DEDİĞİNİZ sırf BİR KİŞİDİR’

Fixer kelimesinin Türkçede tam bir karşılığı yok sanırım, yani iş bitirici ya da aracı denilmiyor?

Bu yüzden biz de kendimize lokal prodüksiyon hizmetleri diyoruz.

Böyle düşünülürse, herhangi bir reklam şirketinde de prodüksiyon yapıyorlar, sizin ne farkınız var, daha mı sofistike?

Öyle tabii. Sonuçta fixer dediğin sırf bir kişi oluyor. Bizler koca bir ekipten oluşuyoruz. Yani bir kişinin yapabileceğinden daha fazla hizmet sağlayabiliyoruz. Finans işleriyle bile biz ilgileniyoruz. Mesela BBC kanalı için bir lale belgeseli çektik; Emirgan Parkı'nda bir çekim yapılacak, orası için 6000 lira para ödemeniz lazım. Bunun için belediyeyle ilişkilerinizin sağlam olması lazım. Eğer sizi tanımıyorlarsa, bürokratik işlemler gerçekten çok uzun sürüyor. Çünkü önce sizin, sonra karşınızdaki şirketin araştırılması bile kayda değer bir süre. Biz yıllardır bu sektörün içinde olduğumuz için bizleri tanıyorlar ve işlemler o kadar uzamıyor.

Bu para direkt cebinizden mi çıkıyor?

Hayır. Fixer para yatırmaz, onun parayla işi olmaz. Bağlantıları sağlar sadece.

Münir Bey, başa dönelim; aslında İngiltere'de yıllarca modacılık yaptınız. İkisi birbirinden çok farklı işler değil mi?

Hayır. Orada da tasarımcılarla birlikte çalışıyorduk ama ben gene aynı işi yapıyordum, yani moda ile ilgilileri bir araya getiriyordum. Broadway’de, Los Angeles’ta ve Londra’da mağazalarımız vardı. Bir sürü fuara katılıyorduk. Bunların hepsi aslında bu iş. Bunu aslında hayatın her yerinde kullanıyorsunuz, sadece ürün değişiyor, o kadar.

MODACILIKTAN FİXER’LIĞA…

Peki ama modacılıktan fixer’lığa nasıl geçtiniz?

Güzel bir teklif olduğu zaman kabul ediyor insan. Zaten arkadaşlarım için böyle ayarlamalar yapıyordum, sonrasında bu bir teklife dönüştü. Bir sürü yabancı arkadaşımın, Türkiye'deki işlerini hallediyordum ama ücret almadan yapıyordum bu işi. Sonra biri bana danışmanlık önerdi, tüm dünyadan başkaları da takip edince yavaş yavaş profesyonel olduk. Ama bunda kızım Melisa'nın da katkısı çok büyüktür.

Çalıştığınız ülkelerin insanlarını tanımak da çok önemli bu anlamda değil mi? Yani aynı dili konuşmak yetmiyor...

E, tabii! Her milletin ortak huyları var. Sadece dillerini bilmek yetmez; gelenekleri, göreneklerini, nasıl düşündüklerini, mantalitelerini, yaşam tarzlarını anlayarak davranmak çok önemli.

Hadi, İngilizlerden anlıyorsunuz ama size tüm dünyadan insanlar geliyor, bütün dünyayı tanıyor olamazsınız.

Hepsinin kilidi farklı tabii ve hepsinin kilidini başka türlü açıyorsun ama o kadar uzun zamandır bu işin içindeyiz ki kiminle nasıl konuşacağımızı biliyoruz artık.

Mesela?

Mesela, İngilizleri açmak için kesinlikle dominant ve fazla baskın olmayacaksın. Katiyen onlara ‘hadi böyle yapalım’ demeyeceksin. ‘Merak ediyorum da eğer küstahlık saymazsanız, bu işe bir de bu taraftan bakabilmek mümkün mü?’ diye konuşmak lazım!

Tavsiye veriyorsunuz yani.

Hayır, asla. Tavsiyeyi de sevmezler. O bile dominant bir cevaptır.

Aslında bayağı politik olmanız gerekiyor, yani siyasete girmeseniz de siyasetin dilini kullanıyorsunuz.

Evet, ama önce insan sonra gelenek diliyle konuşuyorsun. Mesela, Amerikalılarda bu kadar ince düşünmeniz gerekmiyor; ‘neden bu şekilde yapmıyoruz’ diye direkt söyleyebiliyorsun ya da ‘hadi şöyle yapalım’ diyorsun.

Aslında sizin yaptığınız işin tam karşılığı iş bitirici imiş. İyi bir fixer her kapıyı açabilir mi peki?

Açmak ister ve açacağına da inanır. Zaten açamayacağını düşünürsen, o kapıyı açamazsın!