Tangonun sıra dışı tarihi

Anlatacağımız hikayede mültecilerden seks işçilerine, kovboylardan burjuva sınıfına, şaibeli gece kulüplerinden yeraltı dünyasına, askeri cuntadan dünyanın en ünlü jigolosuna kadar pek çok ilginç detay var. Belki de bu yüzden tangonun hikayesi bu kadar büyüleyici…

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- "Tango stilleri adeta bir evliliğin aşamaları gibi... Amerikan tangosu, aşkın ilk başladığı, her iki tarafın da romantik olduğu ve en iyi taraflarını çıkardığı aşamadır. Arjantin tangosu ise, tutku, öfke, mizah gibi duyguların tavan yaptığı zamandır. Uluslararası tango da evliliğin sonudur; bitse bile çocuklarınız için birlikte kalma çabasıdır.’’ Böyle diyor ünlü tangocu Barbara Garvey

Tango, ‘Baille Con Carte’ yani ‘es’leri olan dans, dansların arasında en büyüleyici olanlardan. Tarihte doğaçlama olarak çiftlerle yapılan ilk dans tango; kadın ve erkeğin yüz yüze geldiği de 3’üncü dans… Buram buram maçoluk kokan dansta, erkek devamlı ‘ısrar’ eder, kadın da karşılık olarak ‘direnir’ ama tamamen değil tabii... Bu yüzden kadınla erkeğin birbirleriyle olan savaşıdır aslında... Adeta avcıyla avının tutkuyla yaptıkları, baştan çıkarıcı bir tiyatro oyunu gibidir.

Bir zamanlar burjuva sınıfının aşağıladığı, yasakladığı tangonun ortaya çıkış hikayesi, aynı dansın figürleri gibi çok teatral… Yazılı geçmişinde pek çok boşluklar olmasına ve kökeni hakkında net bilgiler bulunmamasına rağmen hikaye, 1800'lerde Uruguay'ın Montevideo ve Arjantin'in Buenos Aires liman şehirlerinden gelen milyonlarca Avrupalı göçmenin, Güney Amerika'daki Rio de la Plata kıyılarına varmasıyla başlar. Büyük çoğunluğu İtalyan ve İspanyol bekar ve genç delikanlılardan oluşan göçmenlerin en büyük hayali, yeni hayatlarında çok zengin olmaktır.

DANS DOĞUŞUYLA KÖTÜ YOLA DÜŞER

Tabii ki ülkeye geldiklerinde yanlarında sadece hayallerini değil, geleneklerini, müziklerini ve danslarını da getirirler. Kemanın o yumuşacık tınısını, flamenko gitarının tutkulu tıngırtılarını, bandoneonun (Güney Amerika’da kullanılan tangoya özgü ufak akordeon) o hüzünlü sesini beraberlerinde Rio de la Plata’ya taşırlar. Vals, mazurka, polka gibi dansları, Arjantin’in folk müziği ve danslarıyla; o karışımı da Küba’nın habanerosu ve milongası ile birleştirirler. Üstüne de Uruguaylı azat edilmiş Afrikalı kölelerin sokak partilerinde kullandığı candombe ritimlerini koyarlar; ortaya çıkan harmana Karayipler'den gelme calinda tarzını da ekleyince, ortaya burjuvazinin aşağıladığı, tamamen yerel halk dansları entegrasyonundan oluşan bir ürün çıkar. Yeni bir dans, müzik ve edebiyattan oluşan popüler bir yaratımın ürünü olan tango da, işte bu karışımdan doğar.

Lakin doğumu elbette öyle kolay ve birdenbire olmaz. Arjantin yüzyılın başında çok zengin olduğunda, Bordello bölgesinin etrafındaki yeni yeni gelişen liman şehirlerinde toplanan zengin ailelerin oğulları, o çalkantılı ama sıkıcı dönemde kendilerine bir macera, bir heyecan ararlar. Bu karmaşada ve karanlık rıhtımlarda ortaya çıkan tango dansı da, bu sayede Buenos Aires'teki gece hayatının kalitesiz bir fikstürü, şaibeli gece kulüplerinin bir parçası haline gelir.

SEKS İŞÇİLERİ VE KOVBOYLARIN RİTÜELİ

Tango tarihçilerinin kabul etmediği rivayete göre, ilk tango bu gece kulüplerinde çalışan seks işçileri ve onları pazarlayanlar arasında yapılmış. Madamlar, genelevlerin kapılarında sırada bekleyen erkekleri eğlendirmek için tango gösterileri yaparlarmış. Bunu asla onaylamayan tarihçiler ise dansın aslında Arjantin'in yoksul bölgelerinde yapıldığını, ancak zengin sınıfın bu dansla ilk kez genelevlerde tanıştığını söylüyor. Sonuçta genelevler zengin ve fakirlerin dirsek dirseğe olduğu nadir yerlerden biri olduğu için, tango zengin sınıfa böyle dahil olmuş. Bizim anlattığımız hikayede ise seks işçileri yerine kadın barmenler, kadın satıcıları yerine de gaucholar yani Latin Amerikalı kovboylar var. Zaten Arjantin’de tango da aslında bu kovboylar sayesinde başlar.

Barmenler ve müşterileri arasından adeta bir ‘çiftleşme dansı’ olarak başlayan bu dans, Arjantin'deki burjuvazi ve orta sınıf tarafından müstehcen kabul edildiği için negatif tepkilerle karşılaşır. Buenos Aires'in sadece yoksul kısmında kabul gören dans için kadınlar uzun etekler, gaucholar da mahmuz takılı yüksek çizmeler giyerlermiş. Tüm gün at üstünde gezen, atların bedenindeki terlerden sertleşmiş kovboy pantolonları giyen ve dolayısıyla dizleri bükülü ve bacakları hafif ayrık yürüyen kovboylar, kalabalık gece kulüplerine gider ve yerel kızları dansa kaldırırlarmış. Kovboylar duş almadıkları için, dans ederken kadınlar başlarını mümkün olduğu kadar arkaya atar, sol ellerini de dansın karşılığını verebilecek parası olup olmadığını anlamak için erkeğin kalçasındaki sol cebine yakın tutarlarmış. Dans pisti de küçük ve yuvarlak masalarla çevrili olduğu için, masa aralarında dans ederlermiş.

DÜNYANIN EN ÜNLÜ JİGOLOSU 

1900’lerin başlarında tango tüm Avrupa’ya yayılmış. İmtiyazlı gençlerin bir kısmı, dünyanın dört bir yanından kültür başkenti Paris'e okumaya giden arkadaşları için tango gösterileri düzenlerlermiş. Tangonun Paris’teki hikayesi de aslında Ricardo Guiraldes ile başlıyor. Ricardo çok iyi bir şair, yazar, bohem arkadaşlarıyla birlikte bu tango gösterilerine giden çapkın bir mirasyedidir. Dansa ithafen ‘Tango’ isimli bir şiir yazarak, Paris’te ünlü bir kulüpte yazdığı şiiri okuyarak, dans eder. Parisliler de bu çılgın ve duygusal dansla büyük bir şok yaşar ve tangoyu olağanüstü bir heyecanla karşılar.

Bu sayede tüm Avrupa'ya yayılan ve Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önceki yıllarda Amerika'ya ulaşan bu heyecan da tam anlamıyla bir ‘tango çılgınlığına’ yol açar. 1916'da New York’taki gazetelerde, 700’den fazla tango kulüplerinin reklamları yayınlanır. O yıllarda New York’ta iyice popülerleşen dans, ünlü İtalyan aktör, jigolo ve seks sembolü ‘Latin aşık’ Rudolf Valentino sayesinde de tüm dünyada bir hit olur.

Zaman geçtikçe ve müzik daha da güçlendiğinde, tango Arjantin'de burjuvazinin de ilgi gösterdiği saygın bir dans haline gelir. Parisli tango delilerinin dansı bu şekilde kutsamaları, toplumun tüm sınıflarında bu müstehcen dansın kabul edilmesine yol açar. Tango müzisyenleri kendilerini bir anda virane kulüplerde çalan sokak sanatçılarından, saygı duyulan ve sevilen bestecilere dönüşmüş halde bulur ve tango orta sınıfta bir kur yapma ritüeli haline gelir. 40'lı yıllarda tango altın çağını yaşamaya başlar artık. Her gece gece yarısından sabah 4’e -5’e kadar dans eden insan sayısı yarım milyonu geçer. En iyi tango orkestraları da bir yıl önceden rezerve edilir. Bu gidişatla her mahalle kendi tango varyasyonuna sahip olur ancak yoğun rekabetlerden oluşan dans yarışmaları, polis tarafından basılan isyanlara dönüşür.

KÜLLERİNDEN DOĞAN DANS

II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Arjantin'de General Peron’la başlayan baskıcı askeri diktatörlüklerin ortaya çıkmasından etkilenen tango, sokağa çıkma yasağı ve halka açık toplantılarda yaşanan sıkıntılar yüzünden yavaş yavaş azalır, danstan giderek uzaklaşılır ve tango kulüpleri kapılarını kapatarak yer altına iner.

Falkland Savaşı'ndan sonra, 1983’te askeri cunta düşünce, demokrasinin geri getirilmesine eşlik eden tango tekrar dirilir. Baskıcı rejimden çıkan halk, artık özgürce hareket etmek ister fakat önlerinde ciddi bir problem vardır; ortada tango öğrenebilecekleri hiçbir hoca kalmamıştır. Tango öğrenmeye aç olan genç nesil dansçılar ve eğitmenler, hiçbir şey bilmemelerine rağmen miras aldıkları bu dansın yapısal temellerini tekrar gözden geçirirler ve dansı küllerinden yeniden doğururlar.

Orijinal tango her ne kadar gerçek haliyle tam olarak yapılmasa da, dansın sterilize edilmiş versiyonları, bugün Avrupa'da ve Amerika'daki dans akademilerine girerken, balo yarışmalarına bir fikstür olarak eklendi. Belki de bu gösterişli dirilişi yüzünden, tango daha da güçlenerek tekrar bir fenomen haline geldi. Buenos Aires kenti de bu harikulade dansın merkezi olmaya devam ediyor.

(Tango müziğinin en ünlü sanatçısı Gardel’in müziği ile yapılan bir sahne)