Referanduma giderken ahvalimiz: Bilinç dışı duygusallık

Sosyal hizmet uzmanı Süleyman İleri, referanduma sayılı günler kala Türkiye’nin sosyal psikolojisini şöyle tarif ediyor: “Kitleler, bilinç dışı bir duygusallık içerisinde. Her an bir saldırı gelecek gibi kendi kendini tehdit altında hissediyor, ortak değerlerden kopuk ve birbirini aşağılıyor.”

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Referanduma sayılı günler kala Türkiye’nin sosyal psikolojisi ne durumda? Toplum kendini nasıl hissediyor? Referandum sürecinde kitlelerin sosyal psikolojisini ele alan sosyal hizmet uzmanı Süleyman İleri, Türkiye toplumunda önemli bir duygusal kopma olduğunu ve kutuplaştırıcı söylemlerin, bu kopmayı derinleştirdiğini ifade ediyor. İleri, Türkiye’nin gerçeklikten kopmuş, saldırgan bir iktidarla karşı karşıya olduğunu belirtiyor ve “Sürekli bir saldırı bekleyen, o yüzden saldırı gelmeden 'ben engellemeliyim' diye düşünen bir yapı var” diyor.

İleri’ye göre; bu tip iktidarlarda mağduriyet ve güç iç içe geçiyor. Önce bir mağduriyet yaratılıyor ve bu mağduriyetin sadece mevcut iktidar sayesinde giderilebileceği inancı ortaya atılıyor. İktidar, kendini toplumun kurtarıcısı olarak görüyor. Mağduriyet oluşturmak için özellikle de dış mihraklar kullanılıyor ve toplumda “Biz bir olmazsak, diri olmazsak başımıza neler gelir?” düşüncesi gelişiyor. Kitleler, liderin peşinden neden-sonuç ilişkisi kurmaksızın tamamen duygularıyla ilerliyor. Böyle bir tabloda tek fener liderin elinde oluyor. Bu ilerleyişin özelliği bilincin ve rasyonel düşünmenin ortadan kaybolması olarak açıklanıyor. Çünkü sürekli bir korku ve anksiyete oluşturuluyor. Duygu, düşünceden önde gidiyor.

SÜREKLİ BİR SALDIRI BEKLEME HALİ VAR

İleri, “Bütün kitlelerin ortak durumu, kendini tehdit altında hissetmek” diyor. Bu ortaklıktan kitlelerin farklı sonuçlar çıkardığını belirtiyor ve şöyle konuşuyor: “İktidara yakın olan kitle, 'referandumdan ‘evet’ çıkarsa, bizi can korkusundan ve yoksulluktan kurtarır' diyor. Kendisini çok riskte ve köşeye sıkışmış hissediyor bu yüzden daha da saldırganlaşıyor. Sürekli dış mihraklardan saldırı bekledikleri için çok saldırgan bir durumda.”

Kendini tehdit altında hissetme hali muhalifler için de geçerli. İleri’ye göre muhalifler, depresyonda. Bu depresyon halinde özellikle Gezi’yle paralellik kuran, sanata ve hayatın diğer alanlarına dokunan bir yaratıcılık söz konusu… Bilinç dışılık yok ve kolektif hafıza güçlü; fakat bir bütünlük kaybı söz konusu. İleri, “Hemen toparlanalım ve bir şeyler yapalım duygusuna kapılıyoruz. Hemen elimizin altındaki malzemeye sarılıyoruz. Bunu yaptığımız için de dar kamplaşmış oluyoruz. Karşımızdaki kitleyi daha da kemikleştiriyoruz ve onlarla bağ kurmuyoruz.” diyor.

Popüler söylemle ele aldığımız meselelerde, kendimizi imajlar dünyasından bahsederken buluyoruz. Kitleler de birbirini bu imaja göre değerlendiriyor. En basitinden kişinin görüntüsü üzerinden, "onlar entel, bunlar arabesk, şunlar modern" diyebiliyoruz. Kutuplaşma sebebiyle gözden kaçırılan ve aslında tüm kitlelerin temel gerçekliği olan ortaklıkları şöyle anlatıyor, İleri: “Görüntüsüne bakıp 'benden çok başka' diyoruz. Çok başka yerlere gidiyor, başka müzikler dinliyor. Farklıkları saydık, peki ya ortaklıklar ne olacak? Gelir düzeyi benden farklı mıdır, sağlık, eğitim, barınma ve sosyal hizmet imkânlarından ne kadar faydalanıyor? Sonuç olarak ikimiz de aynı enflasyonda yaşıyoruz. İmaja saygı duyup kitlelerin yaşadıkları zorlukları görmek durumundayız.”

‘SEN DE BİR ŞEY ANLAMIYORSUN’CULUKTAN AZADE

Özellikle son süreçlerde Türkiye toplumunun korkudan ve karşıtlıktan beslendiğini bir sır değil. İleri, İçinde bulunduğumuz dönemde duyguların, gerçeklik ve bilginin önüne geçtiğini söylüyor ve bu durumdan kurtulmak için yapılması gerekeni şöyle özetliyor: “Gerçekleri söylerken bunu duyguyu yakalayarak yapacağız. ‘Ya sen de bir şey anlamıyorsun’ gibi söylemlerle yola çıkılırsa insanlar çok tuhaf şeyler yapabilir. Çünkü agresif bir dil, yıkıcı eylem var ve bir karanlık söz konusu.”

KUTSALLAR FARKLI KORTEJ AYNI

Herkesin birbirinin kutsalına saldırdığı bir atmosfer olduğundan söz eden İleri, kutuplaşmanın önüne geçmek için “Kutsallara saygı duymak ve dokunmamak çok önemli” diyor. Birleşik Metal-İş Sendikası’nda uzman olarak çalışan İleri, kişisel bir deneyimini paylaşıyor: “Farklı kutsal değerlere sahip kişiler, sendika kortejinde aynı kıdem tazminatı için mücadele ediyorlar. Farklılığı değil benzerliğinizi düşünün. Nüansları görmek zorundayız. Çok ortak yönümüz var.”

Sosyal hizmet uzmanı Süleyman İleri, Türkiye toplumunda önemli bir duygusal kopma olduğunu ve kutuplaştırıcı söylemlerin, bu kopmayı derinleştirdiğini ifade ediyor. Sosyal hizmet uzmanı Süleyman İleri, Türkiye toplumunda önemli bir duygusal kopma olduğunu ve kutuplaştırıcı söylemlerin, bu kopmayı derinleştirdiğini ifade ediyor.

'HÜLOĞ' BİZE NE ANLATIYOR?

Şizoparanoid iktidarların hâkim olduğu coğrafyada yaşayan halklar, neden-sonuç ilişkisini göz ardı ediyor ve rasyonel düşünemiyor. Hayatta kalma dürtüsü ile kitleler ‘tuhaf’ sayabileceğimiz şeyler yapabiliyor. İleri, bugün Türkiye’nin sosyopsikolojik durumunu analiz ederken, bu hayatta kalma dürtüsünü ve her an saldırı gelebilir paranoyasını mutlaka görmek gerektiğini söylüyor. Ayrıca, bu duyguyla empati kurmanın hayati olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “'Hüloğ' diye bağıran kadını hatırlarsınız. 'Hüloğ' ne demek ya da bize anlatıyor? Burada çok yoğun bir duygu var ve bilinç dışarıda tutuluyor. 'Ben buradayım' diyor ve tek başına bir duygudan bahsediyoruz. Bunu analiz etmek durumundayız.”

İleri, rasyonellikten uzaklaşan kitlelerin "karşı görüş ne söylerse yanlıştır" gibi bilgiyle hareket ettiğini ifade ediyor. Söylem, kimin ağzından çıktıysa ona göre muamele görüyor ve içeriği sorgulanmıyor. İyi bir şey de olsa karşı çıkılıyor. Bu hem "evet", hem de "hayır" diyenler kitleler için geçerli.

'UNUTTUĞU KARDEŞİNİ DIŞLAYAN BİR DİL'

Kitlelerin bir kibir içinde olduğunu belirten İleri, “Zekâ, hele ki eğitimli zekâ harika bir şey. Ama bu zekâ 'ben karşımdakinden ne kadar zekiyim' gibi bir şekilde kullanılırsa bu kötü bir şeydir. Bundan hızlıca arınmamız gerekiyor. Unuttuğu kardeşini dışlayan bir dil var. Bu dil gerçekliğini yeniden kurmak durumunda” diye konuşuyor.

Öğrenilmiş çaresizlik sendromuna kapılmamak gerektiğini dile getiriyor, İleri. Bu sendromun insanların kendisini edilgen ve hiçbir şeyi değiştiremeyecek bir hale soktuğunu söylüyor. Gelinen noktada umutlu olduğunu belirtiyor ve “Bu toplum kazanılmış çok temel değerlerini vermeyecek” diyor.

Etiketler Türkiye psikoloji dil