Dedesi sancak beyiydi, kendisi kahveci!

“Peki,” diyorum “Dedelerin seni burada görseydi ne düşünürdü acaba?” Derviş Amca: “Ne diyecekler? Deveoğlu deve! Biz 1700'lerde sancak beyiydik, sen 2017'de hâlâ Samatya'da kahvecilik yapıyorsun!”

Google Haberlere Abone ol

Derviş Ayan, Mardin Merkez doğumlu. 43 yıldır Samatya meydanının en güzel yerinde baba yadigarı kahvehaneyi işletiyor. Etrafının meyhaneler tarafından sarıldığı kahvehanesi, meyhane olmamak için direniyor. Derviş Amca ile konuşmaya gittiğimizde önlüğünü çıkarıp takım elbisesiyle geliyor karşımıza. Bu kibarlığının nereden geldiği ise soyadı olan “Ayan”da saklı. “Ayan demek, valilik demek. 1700'lü yıllarda dedelerimin dedeleri Bağdat'tan göçüp Mardin’e yerleşmişler” diye başlıyor anlatmaya “Ali Paşa, Hasan Paşa, Mehmet Paşa. Biz Mehmet Paşa'nın torunlarıyız. Ali ve Hasan Paşa'nın soyu devam etmemiş. Bir tek Mehmet Paşa. Ve tek bir kişiden, bugüne kadar tam 10 bin kişi türemişiz.”

Derviş Amca’nın paşa dedesi Osmanlı döneminde Mardin bölgesinin sancak beyliğini yapmış. Yani, Ayan soyadı işte buradan geliyor. Derviş Amca’nın çocukluğu dedelerinin zamanında yaptırdığı devasa bir kasırda geçmiş. “Kasır demek, Osmanlı döneminde yapılan köşk demek. Bir adayı andıran dört kapılı çok büyük bir evdi burası,” diyor Derviş Amca “Aksaray, Vatan caddesi, Yenikapı, Zeytinburnu arasında kalan bir bölge kadardı büyüklüğü. Dağ eteğinden gelen bir kaynak suyumuz vardı.”

'GELECEĞİMİZİ ÇALDILAR'

Ancak o kaynak suyunu terk edip İstanbul’a göç etmek zorunda kalmışlar. “Babam emsalsiz bir Osmanlı adamıydı. 1930'larda Mardin'de yanında 43 tane bakır ustası çalıştıran bir adamdı. 6 tane dükkanı, 12 tane ardiyesi vardı. O zaman işlerde senet sepet kullanılmazdı. Üç tane köylü babamı piyasadan kaldırdı. Malına el koydular anlayacağın. Fabrikalardan aldığı ham bakırın parasını ödemek varını yoğunu sattı. Köşk de o dönem elimizden çıktı. Ekmek parası için bir zamanlar yanında çalıştırdığı işçilerin yanına gidip bakır ustası olarak çalışmaya başladı. O üç kişinin yüzünden geleceğimiz çalındı. Belki de fabrikatör çocuğu olacaktık” diye anlatıyor Derviş Amca.

. .

ÜNİVERSİTEYİ BIRAKTI

Babasının niyeti elde kalan parayla bir kamyon alıp taşımacılık yapmakmış. “Ama bu kahveyi almak nasip oldu ona” diyor Derviş Amca “Ben de o zamanlar Nuruosmaniye'de at arabalarının beklediği alana bakan, barakadan bozma bir kahvehanede çalışıyordum. Babam burayı alınca ben de yanına geldim.” Derviş Amca babasının yanında çalışmak için İstanbul Üniversitesi Edebiyat bölümünü bırakmış. “Babam yaşlıydı, 67 yaşındaydı. Bir gün okuldan gelirken baktım bir eli belinde bir elinde askı dışarıya çay götürüyor. Vicdanen rahatsız oldum. O gün bugündür buradayım” diyor o günler için.

'MADDİ DEĞİL, MANEVİ DEĞERİ YÜKSEK'

Yıllar geçtikçe kahvenin bulunduğu meydanın yapısı çok değişmiş. Günümüzde kahvehanenin çevresi meyhanelerle çevrili. Ve meydanın en güzel yerinde bir başına kalmış burası. “Burayı bizden almak için çok uğraştılar” diyor Derviş Amca “Biz burada kiracıyız. Mülk sahiplerinin de dedelerinden kalma prensipleri var; mal alır mal satmazlar. Babam bize hep derdi; dürüst olun, samimi olun, kimseye bir yanlış yapmayın, size ait olmayan hiçbir şeyi kesinlikle almayın. Burası da bir baba yadigarıdır, alamaz kimse bizden. Onların serveti bu kahvenin kapısını almaya bile yetmez. Ben isterim ki torunumun torunu bile gelecekte bu dükkândan ekmek yesin. Maddi değil, manevi değeri yüksek.”

'İSTANBUL'UN PARİS'İ'

Derviş Amca, kahvecilik yapmaktan memnun. “Şu gördüğünüz apayrı bir iş. Belki halk arasında yapılacak en son işlerden biri olarak görülür. Bana sorarsan yapılacak en zevkli iştir bu iş. Bir sürü güzel insanı başka nasıl tanıyabilirdim?” diye anlatıyor. Samatya’nın çok kültürlü yapısı da bu insanları tanıması için ayrı bir sebep. “Samatya Rumların kurduğu bir semt. Eskilerin deyimiyle İstanbul’un Paris’i. Biz buraya geldiğimizde çocuk sayılırdık. Şu gördüğün ara sokaklarda Rum, Ermeni, Kürt, Laz, Çerkes, göçmen çocukları hep bir arada oynardık. Leyla Hanım börek yapmış, Fatma Hanım poğaça yapmış, Ayşe Hanım kek yapmış, kilimler sokağa atılmış, sabah dörtlere, beşlere kadar insanlar oturur, birbirlerinden kopmak istemezlerdi” diyerek anlatıyor semtin geçmişini.

Derviş Amca'nın 20'li, 30'lu ve 40'li yaşları... Derviş Amca'nın 20'li, 30'lu ve 40'li yaşları...

“Ben çocukluğumdan beri gayrimüslimlerin içinde yaşamış bir insanım” diye devam ediyor anlatmaya, “Hayatta din, dil, ırk ayrımı yapmadım, yapmam da. İnsanı insanı olarak severim her zaman. Böyle bir mekanı çalıştırıyoruz, türlü çeşit insanla karşılaşıyoruz. İnanamayacağın kadar beyefendi insan da geliyor buraya, tam tersi insanlar da. Kendi açımdan mutluyum, güzel bir iş.” Meydanın eski halini, istasyondan trenlerin geçtiği zamanları özlüyor Derviş Amca: “Merdivenlerden meydana indiğin zaman Samatya bir pazarı andırıyordu. Manav, bakkal, kasap, berber ve birkaç tane de Osmanlı zamanından kalma şaraphaneler vardı. Küçük küçük dükkanlardı. Fıçıların, yüksek iskemlelerin üstünde otururdun, kolunu dayayıp ayakta dururdun; hep böyleydi. Arıyoruz şu an o ortamı. Şimdi o dükkanların hiçbiri kalmadı.”

ÖNCE TÜRKAN ŞORAY... 

Samatya’yı insanlara tanıtan ise başrollerini Türkan Şoray ve Şener Şen’in paylaştığı “İkinci Bahar” dizisiydi. Derviş Amca dizi çekildiği yıllarda Türkan Şoray ve Şener Şen bol köpüklü çok kahve yapmış. Yine onlara kahve götürdüğü bir gün “Kahveyi ikram ederken ‘ablam’ dedim ‘bir dörtlük okuyabilir miyim?’ ‘Tabii, memnun olurum’ dedi. Başladım: Sen sinema dünyasının eşsiz güzeli, başımızın bir tacısın, hiç kimse ulaşamaz senin bu başarılarına, hiç kimse oturamaz senin oturduğun bu tahta. Sen, ölene kadar içimizde ‘Sultan Abla’ olarak yaşayacak, vallahi asla solmayacak bir bahar çiçeğimizsin. Bitince kalktı ayağa ve dedi ki ‘Gel, kardeşimi bir öpeyim.’”

SONRA ŞENER ŞEN!

Bu olaydan yıllar sonra Samatya’da “Gönül Yarası” filmi çekilir. Derviş Amca’nın kahvesi filmde kullanılan mekânlardan biridir. Gerisini kendisinden dinleyelim: “Gece çekimi için kahveyi açmaya geldim. Dükkânı yıkayıp temizledim. Ekip yavaş yavaş gelmeye başladı. Ben de ocağa bardakları yıkamaya geçtim. O arada Şener Bey içeriye girdi. Sarhoş numarası yaparak geldi, Antep ağzıyla ‘Gardaş be, ben geldim. Ağbine bir az şekerli kahve, bir soğuk su, bir de hani ablana patlatmıştın ya bir dörtlük İkinci Bahar’ı çekerken, bir tane de ondan istiyorum’ dedi. ‘Tamam baba’ dedim, kahvesini yaptım. Kendime de bir çay koyup yanına oturdum.”

Oturunca devam etmiş Derviş Amca: “Dedim ‘baba, aşık ne diyor biliyor musun şiirinde? Bir hazan mevsiminde canımdan çok sevdiğimi vallahi unutmak istedim içimde, cebinde bulunan resmini yırttım attım sokakta bulunan bir çöp bidonuna, binlerce parçaya böldüm lise zamanındaki aşk mektuplarını, çıktım evimizin altıncı katındaki balkonuna, böyle savurdum poyraz rüzgarına, yıllarca yasak bölge ilan ettim yaşadığı semti kendime, sırt çevirdim engin denizlere, hiçbir zaman bakmadım o mavimsi göğe, onun o güzel mavimsi gözlerini unutayım diye, çok geceler yatmadım, çalarak avuttum gönlümü, bizim zamanımızda kırık plaklarla ki hiçbir gecede düşüme girmesin, hep boşunaymış bu yaptıklarım, anladım ki onun gibi bir dünya güzelini unutmak mümkün değil, artık taşan bir baraj gibi ağlayıp duruyor gözlerim şimdi, beni teselli edecek ne küçücük bir resim, ne de eski bir hatırası kaldı elimde, ama onun o sevgisi var ya, burada, kalbimin en derinliklerinde. Allah canımı alsın ki yalan söylüyorsam, 1970’te Florya’nın o yemyeşil bahçelerinde onunla tanıştığım ilk gün gibi onu hâlâ seviyorum tüm kalbimle! Bitince kalktı ayağa Şener Bey, ‘öldürdün ulan sen beni sabah sabah. Bir tane oku dediysek, demedik ki damardan bir tane patlat!’”

. .

'TÜRKÇE'Yİ İLKOKULDA ÖĞRENDİM'

Derviş Amca 34 yıldır Mardin’e hiç gitmemiş. “Ben Türkçe’yi ilkokulda öğrendim. Okula ilk başladığımızda tuvalet ihtiyacımızı arapça söylerdik ve giderdik. Eskiden Mardin merkez olduğu gibi Arap'tı. Arapçanın haricinde şehrin içinde başka bir dil konuşulmazdı. Sadece ve sadece memleketimize gelen bürokratlar Türkçe konuşurlardı. Biz bir araya geldiğimiz zaman hâlâ Arapça konuşuruz. Hayattaki en büyük ablam Türkçe bilmez” diye anlatıyor ve devam ediyor: “Ben duygusal yapıya sahip bir insanım. Şimdi gidip görsem o bahçemizden eser kalmadığını, evimizden bir tek taş, ayakta kalan tek bir duvar olmadığını görsem dayanamam.”

“Peki,” diyorum “Dedelerin seni burada görseydi ne düşünürdü acaba?” Derviş Amca noktayı koyuyor: “Ne diyecekler? Deveoğlu deve! Biz 1700'lerde sancak beyiydik, sen 2017'de hâlâ Samatya'da kahvecilik yapıyorsun!”