En kahraman bakkal: Akın Gıda

1924 yılında kurulan Akın Gıda'yı İhsan Akın ve yeğeni Hüseyin Akın birlikte işletiyor. Dükkandan kazanılan gelirle geçinmek zor olmasına rağmen İhsan Akın, “İnsanlar elli kuruş, bir lira için marketlere gidiyorlar. Ama onları anlıyorum, hayat çok zor" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İhsan Akın’ın dedesi Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale cephesinde hayatını kaybetmiş ve geride öksüz dört çocuk bırakmış. Bu kardeşlerden Mustafa aileye bakmanın sorumluluğunu üstlenmiş ve 11 yaşında Kastamonu’dan İstanbul’a gelmiş. Hangi işlerde çalışmış, nerelerde kalmış bilinmiyor. Tek bilinen ailesine para gönderdiği. Zaman geçtikçe işler biraz yoluna girmiş Haseki’de bir bakkal dükkânı açmış. İsmi “bakkal” ama içinde yok yok. Hangi nedenledir bilinmez yolu Yedikule’ye düşmüş ve 1924 yılında küçük bir dükkân kiralamış.

Üst katında iki katlı küçük bir Ermeni yapısı bulunan bu dükkânda da bakkallık yapmış. “Dükkânın üstünde küçük bir bölme vardı” diye başlıyor anlatmaya İhsan Akın, “Buraya sadece uzanarak girebilirsin, içinde doğrulup oturamazsın bile. Babam tam 7 sene burada yatıp kalkmış. Ailesini sonra getirmiş. Ermeni sahibinden yukarıdaki evi satın aldıktan sonra. Bu arada evlenmiş de. Onun sayesinde kimseye baş eğmedik. Kendi yamalı elbiseler giyerdi bana takım elbise alırdı. Etrafa karşı mahcup olmayayım diye. Biz iki kardeşiz; bir abim, bir ben. Bize doğruluğu öğretti, hak yememeyi öğretti, fakir fukaraya yardım etmeyi öğretti. Nerede gariban, zavallı ya da okumaya ihtiyacı olan biri var, yardım ediyorum.”

bakkal-genel

KURBAN'DA BİZ, PASKALYA'DA ONLAR

1942’de doğan İhsan Akın, “Ömrüm, bu dükkânla üstündeki ev arasında geçti” diyor. O zamanlar Yedikule’de Rumlar ve Ermeniler azınlıkta değilmiş. “Komşuluklarının üstüne yoktu. Kapılarda asla kilit olmazdı. Kimin evinde yemek önce pişer, gidip oradan yerdik yemeğimizi. Akşamları kapıların önüne kilimler atılır herkes birlikte çayını içerdi. Kilit milit haşa! Dürüstlük o biçim, hak hukuk o biçim!” diye anlatıyor ve devam ediyor Akın:

“Rahmetli babam zamanında kurban keserdik. Derdi ki ‘Oğlum etin fazlasını gariban Rum var, Ermeni var; onlara verin. Hıristiyan diye onları ayırmayın. Onlar da yılbaşında pandispanya verirlerdi. Ama ne pandispanya! Şimdiki gibi değil. Paskalya’da yumurta dağıtırlardı. Öyle yetiştik biz.”

Bu birliktelik 6-7 Eylül olaylarıyla da etkilenmiş. “Olayların en büyük kaybı bize oldu. Her şeyden önce o nüfusu kaybettik. 100 kişiden 80’i bir yıl içerisinde terk ettiler burayı. Kalanlardansa durumunu düzelten kaçtı gitti. Burada benim çocukluğumdan beri kalan 10-15 kişi ya var, ya yok” diye anlatan İhsan Akın şöyle devam ediyor:

“Zamanında Yunanistan’da bir erkek evleneceği zaman İstanbul’da yetişmiş kız ararlardı. Niye? Burada dürüstlük, doğruluk, temizlik, iffet vardı. Yine de şanslıyım ki o güzel insanlarla yaşadım en azından. Keşke zamanı geri getirebilsek ama mümkün değil.”

‘BİZE HARAM GEREK DEĞİL' 

“6-7 Eylül’de çok kişi babam sayesinde kurtuldu” diyor İhsan Akın, “Ama öyle bir insan seli vardı ki karşı koyamazdın. Sen de arada ezilir giderdin. Öyle insanlar gelmişti ki pencere parmaklıklarını bile elleriyle çekip indiriyorlardı.”

Bu vahşi dalga geçince başka bir hareketlenme başlamış. Akın, şu şekilde ifade ediyor: “Bu kez de yağma başladı. Tanıdığım, bildiğim insanları da gördüm. Hiç unutmam, o akşam ben de dışarıya çıktım. Şu kadarcık bir sigara tabakası gördüm yerde. Gümüşten. Aldım, koynuma soktum. Cahillik var ya. Eve geldim ama tedirginim. Babam ‘Hayrola, nereye gittin?’ dedi. Gözü sürekli üzerimde. Göğsümde de biraz kabarıklık belli oluyor. Ben de biraz belli ettim ki ‘O ne öyle?’ diye sordu. Dedim ‘Bir şey değil.’ ‘Çıkart bakayım’ dedi. Gösterdim. ‘Nereden aldın bunu?’ dedi. ‘Böyle böyle’ diye anlattım. ‘Git bunu aldığın yere geri götür’ dedi. ‘Ya baba’ dedim ‘Millet gibi kasaları, paraları götürmedim ki. Alt tarafı bir sigara tabakası.’ Bir tane çaktı bana. ‘Bana haram lazım değil. Buldum, değil. Onun sahibi var’ dedi. Aldığım yere gittim bıraktım. Bırakır bırakmaz bir başkası kaptı.”

KÜRKÇÜ DÜKKANI

Memleketin başına geldiği gibi İhsan Akın’ın başına da onlarca şey gelmiş. Bakkalda babası ve abisi varken inşaat demiri işine girmiş. İyi bildiği bir alan değil ve çok küçük bir sermaye ile yapmaya kalkınca, başarılı olmamış ve o işi bırakmış. Peynir işine girmek istemiş; fakat İran-Irak Savaşı patlayınca piyasa alt üst olmuş. Şansını yine inşaatta denemek istemiş. Ortaklıkla sürdüğü bir iki işin ardından Yeşilköy tarafında harabe halde iki ev almış. Bunları onarıp yeni bina dikmek isterken, 1999 depreminde binası hasar görmüş. Konut fiyatları da düşünce büyük zararla işi kapatmış.

En sonunda Kazlıçeşme’de tanıdığı bir deri fabrikasını ziyarete gitmiş. Orada önerdikleri şekilde deri boyama işine başlamış. “Kar kışta eski bir ayakkabıyla deri balyalarını sırtlanarak çalıştım” diyor o günler için. Yine zorlu günler yaşamış. İşleri iyi giderken yine bir ortaklık kurmuş ve sonuç hüsran. “Her zamanki gibi kürkçü dükkânına döndüm” diyen İhsan Akın’ın en büyük kaybı abisi olmuş. “O ölünce yıkıldım” diyor.

‘50 KURUŞU HESAP EDECEK DURUMDA OLANLARA BEN BASIL KIZARIM?’

“Ben anadan doğma bekarım” diyen İhsan Akın’ın rahmetli annesi dermiş ki “Bu keranacıyı evlendiremeyeceğim. Gözüm açık gidecek.” “Nasip olmadı” diyor Akın, birkaç kez çok yaklaştığı evlilik için. Sonunda bakkal dükkânını sırtlanması gerekmiş.

Abisinden miras yeğeni Hüseyin ile birlikte bakıyorlar işe. “Bakıyorlar” dedim çünkü temel gıdaların bulunduğu bu dükkândan gelen gelirle geçinmek çok zor artık. İhsan Akın diyor ki “İnsanlar elli kuruş, bir lira için marketlere gidiyorlar. Ama onları anlıyorum, hayat çok zor. Benim elimden bir şey gelmiyor. Bir malın bana geliş fiyatının altında satış fiyatları var marketlerde. Çevremde birkaç tane var bunlardan. İnsanlar çekinerek geçiyorlar buradan ama gerek yok. Bir selam versinler yeter.”

İhsan Akın ve yeğeni Hüseyin İhsan Akın ve yeğeni Hüseyin

Ufak tefek alışverişe gelerek destek olan insanlar da var elbette. Ama Akın’ın elinde çok sayıda anahtar mevcut. Sadece ev anahtarları değil, dükkân komşuları bile çalışanlarına değil ona bırakıyorlarmış anahtarlarını. İhsan Akın “Abim ‘Nasıl yaşarsan öyle ölürsün. Doğru yaşa, doğru öl’ derdi. Fazlasında gözüm yok. Biz yokluğu da yaşadık. Bir ayakkabıyı beş yıl giymişliğim vardır” diyor.

Sabah namazından sonra açıyormuş bakkalı Akın, “Ama kimse var mı, yok. Temizliğe başlıyorum ufaktan. Huyumuz kurusun, akşam yeğenim Hüseyin, sabah ben mutlaka temizlik yaparız. Sanki akşamdan sabaha toz birikecek. Sonra Kuran okurum, herkes için duamı ederim. Öğlene doğru Hüseyin gelir, ben de yukarıya, eve çıkarım” diye devam ediyor.

PARA HIRSI = VİCDANSIZLIK 

Bakkaldaki ahşap dolaplara yapıldıkları günden bu yana hiç dokunmamışlar. “Babamın Sirkeci’de marangozluk yapan bir arkadaşı yaptı” diyor İhsan Akın, “Meşe ağacı. El işidir. Sadece bir cilayla kaç yıldır duruyor böyle. Burası yığma bina. Usta da destek olsun diye altlarına demir koyuyor. Ustaya sordum ‘Nasıl taşıyacak?’ Şöyle baktı, güldü. Sonra babama dedi ki 'Kusura bakma Mustafa Efendi, bu seni de gömer, oğlunu da.'"

Akın, o dönemin insanının sağlamlığının işlere de yansıdığını söylüyor bunu anlatarak. “Para hırsı insanları ne hale getirdi” diyor ve “Geçen televizyonda gördüm. Fırınlarda, pastanelerde arta kalan ekmekleri, poğaçaları una dönüştüren makineler varmış. Neler atıyorlar içine, küflenmiş ekmekler falan. İnsanları zehirleyerek nasıl para beklersin?” diye soruyor.

İnsan ömründen daha uzun süre dayanan el yapımı dolaplar. İnsan ömründen daha uzun süre dayanan el yapımı dolaplar.

BAKKALDA BAKLAVA!

Her zaman temizliğe ve dürüstlüğe dikkat edilen Akın Gıda’nın vitrininde bir bakkal dükkânında görmeye çok alışık olmadığımız tatlı çeşitleri var. Sorduğumda şöyle anlatıyor İhsan Akın:

“Bu baklavalar 40 yıldır aynı yerden, Levent’ten gelir bize. Çok temiz iş yapan ve Levent çevresine dağıtan birinden alıyoruz. Zamanında yardımımız dokunmuş, onun üzerine aksatmadan gelir bu tatlı. Amaç para değil. 19 liraya geliyor bana. 20 liraya satıyorum. Getiren çocuk ‘Bizim orada 40 liraya satılıyor’ diyor. 1 lira için Levent’ten geldiğine değmez. Ama her şey para değil. Bir hatır ilişkisi var aramızda.”

Günümüzde insanların sadece paradan bahsettiğini anlatan Akın, şöyle devam ediyor: “Diyelim kız istemeye gittin. Hemen ne iş yaptığını, ne kadar para kazandığını, evinin, arabanın olup olmadığını sorarlar. Varsa tamam, kız senin. Ama demezler hiç, bu parayı nasıl kazanıyorsun? Bizim bir kilo gelen tatlımızı alan kutuya diğer baklavaları koy; çoğu 300-400 gram fazla gelir. Şerbeti çektirirler ki ağırlık yapsın. Biz az kazanalım ama helalinden kazanalım.”

baklava İhsan Akın, "Bu baklavalar 40 yıldır aynı yerden, Levent’ten gelir bize" diyor.

Rumlarla Ermenilerin çok olduğu dönemlerde bakkala gelen müşteriler, İhsan Akın'ın babasına derlermiş ki, “Mustafa Efendi, bize malın iyisini getir. Pahalı olursa olsun, fark etmez.” “Ben o zamanlar çocuğum” diyen Akın, sözlerini şu şekilde sürdürüyor: “Sorardım onlara ‘Niye öyle diyorsunuz?’ Derlerdi ki ‘Bizim midemiz çöp tenekesi değil. Bir kilo yiyeceğime çeyreğini yerim; ama özünü, temizini yerim.”

İhsan Akın'a önce babasından, sonra da abisinden kalan bu küçük bakkalın geçmişi böyle. Geleceği nasıl olacak bilinmez; ama onlar var oldukları sürece tertemiz ve namuslu olmaya kararlılar. Akın, “Allah der ki ‘Yanıma bir insan hakkı yediğinizde, bir de hayvan hakkı yediğinizde gelmeyin.’ Biz bunun için uğraşıyoruz, buna göre yaşıyoruz. Bu yaşta elim ayağım tutuyor, kimseye muhtaç değilim. Daha ne olsun!” diyor. Umarım İhsan Akın'ın ömrü bakkalı kadar uzun olur...

Kitap okuyana bu bakkalda her şey bedava!Kitap okuyana bu bakkalda her şey bedava!