Hatay'da kırklar helvası etkinliği: 'Umut gelsin bütün gümbürtüsüyle'

Helva kavurma etkinliğinde gördük ki bölge halkı için en çok ihtiyaç duyulan şey yanlarında durulması. Yıkılan evlerin molozları yerde dururken yıkılan hayalleri ayağa kaldırmak için yan yana durmak.

Google Haberlere Abone ol

Ayşe Betül Çelik*

Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak

Unutma! Aynı gökyüzü altında bir direniştir

Yaşamak…

Küçük bir kadın grubu olarak depremin kırkıncı günü vesilesiyle kadınların acılarını paylaşmak üzere Gaziantep’ten Hatay’a doğru ilerlerken minibüs içerisinde kafamın içinde Ahmet Kaya’nın sesiyle aşina olduğum şu şarkının sözleri geçiyordu: “Dostum, dostum, güzel dostum! Bu ne beter çizgidir, bu ne çıldırtan denge! Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar, bahçe!” Yıkılan evler ve onlarla kaybolan yaşamlar, anılar, hayaller ve yarınlar arasında bu güzel coğrafyanın insanları ve onların acılarını paylaşmaya çalışan tüm insanlar için yaprak döken yanımızla birlikte baharı müjdeleyecek ufak kırıntılar aradı gözlerim. Depremin tüm acısı hâlâ havadayken umut etmek belki ayıp, belki tehditkâr, belki saygısızca gelebilir ama insan o kadar acıya sanki ancak güzel bir yarın hayal ederek dayanabilir gibi geliyor bana. Bunu oradaki insanların hayatını görünce çok derinden hissedebiliyorsunuz.

Girişte yazdığım dizeler ziyaret ettiğimiz Hatay’ın Aknehir köyünde ufak bir çadırın üstünden alınmış şiirlerden biri. Bir genç kız tüm çadırın üstüne sadece umuda dair dizeleri yazmış güzel el yazısıyla. “Umut gelsin bütün gümbürtüsüyle” diye de iliştirmiş umudunu bir köşeye. Asi nehrinin muhteşem güzelliğine sahip köyde kırklar helvasını paylaşırken sohbet ettiğimiz kadınlar, bir yandan kaybettiklerinin fotoğraflarını gösterip ne kadar yalnız bırakıldıklarını anlatırken bir yandan İstanbul’dan geldiğimizi bildiklerinden hüzünlü gözlerini gözlerimize değdirip “Allah İstanbul’da böyle bir depremden korusun sizleri!” dediler bize. İnsan, bunca acı bunca kayıptan sonra bu acıların kıyısından geçmemiş hiç tanımadıkları insanlar için bu dileği paylaştıklarını görünce bir yandan depremin büyüklüğünü bir kez daha yüreğinde bir yandan da insanlığın kenetleyen gücünü ruhunda hissediyor.

"Umut gelsin bütün gümbürtüsüyle" / Hatay, Aknehir, deprem çadırı.

UMUT: MİLİTANCA BİR İYİMSERLİK HALİ

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında birkaç önemli düşünür umudu ‘insanlık durumu’ (human condition) tanımının merkezine koyan yazılar üretti. Bu düşünürlere göre umut insanın kaderiyle derinden ilintiliydi fakat bu bağ aynı zamanda insanın anlık eylemlerini, geleceği yönlendirmek üzere harekete geçirecek eylemlerle birleştirecek şekilde kurulmalıydı. Yani umut, ancak anın karanlığı geleceğe yönelik iyileştirmelere yönlendirildiğinde bir ışık olarak belirebilecekti.

Ernst Bloch’a[1] göre umut, hem insanın sosyal varlığının kurucu bir boyutu hem de öğrenilmesi gereken bir yatkınlıktır. Korkudan üstün olan umut, korku gibi ne pasiftir ne de hiçliğe hapsolmuştur; insanları sınırlandırmak yerine genişletir. Umut, henüz olmayanın beklentisi olduğu kadar bu dünya ile bir ilişki ve bağlılık kurmak için gerekli düşünsel ve duygusal bir araçtır. Düşünsel olarak gerçeklik ile bağ gerekirken duygusal olarak korku gibi olumsuz duygulara karşı koyarak olumlu bir duygu beklentisi oluşturur umut. Yani kısacası umut, militanca bir iyimserlik halidir.

Hatay’daki depremin gerçeklik boyutu çok acı. Antakya merkezindeki sokaklarda tek bir Antakyalıya rastlamadan gezinirken ev yıkıntıları arasında görünen eşyalara, kırılmış camlar arasından sallanan tüllere bakarken ve sanki bir savaş sonrası bölgede geziniyor hissiyle tek düşünebildiğim burada bir zamanlar yaşayan insanlardı. Evleri yıkılmış insanların bir kısmı kenti terk etmek zorunda kalmış bir kısmı da Antakya kent merkezi dışında zor koşullarda çadırlarda ya da konteynerlerde kalıyorlar. Deprem sonrası eğitim durmuş, hala barınma ve giyim gibi sorunlar tam çözülememiş ve ev yıkıntılarının çok azı kaldırılabilmişti. Bir zamanlar insanların gezdiği sokaklarda sadece çalışan iş makinaları ve güvenliği sağlamak üzere çoğu başka şehirlerden gelmiş güvenlik birimleri vardı. Gittiğimiz köyde “bir yere gitmiyoruz, şehrimize sahip çıkıyoruz. Biliyoruz bir gün tekrar Hatay, Hatay olacak ama çok uzun sürecek” diyen insanların gözündeki hüznü kalbinizin en derininde hissedebiliyorsunuz. Sadece bu resmin kendisi gerçeklikle o acı bağı çok kolay kurduruyor insana.

Biliyoruz bu yaraları sarmak çok uzun sürecek. Ama bu sürece yardımcı olan birçok aktörün olduğu gerçeği de iyileştirici. Bütün afet sonrası yaşananlardan bildiğimiz başka bir gerçek de zamanla bu aktörlerin sayısının azalması. İstanbul, İzmir, Kocaeli gibi birçok belediyenin çalışanları depremin ilk günlerinden beri oradalar. Hatay Expo’da depremin başından beri sivil örgütleme ile dayanışma ağı kurmuş sivil toplum örgütleri sayesinde halen ihtiyaçlar belirleniyor, sistematik ve etkili bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmaya çalışılıyor. Konforlu denilemeyecek ortamlarda yaşayarak yaraları sarmaya yardımcı olmaya çalışan özellikle gençlerden oluşan grupları görmek umudu yeşertmek için bir tohum atıyor. Ama Afet Platformu’nun Hatay’daki koordinasyonunu yüklenmiş Ahmet Türker Bey bize depremin başındaki gönüllü sayısının dörtte birine indiğini söyledi. Bu her afet sonrası yaşanan bir gerçeklik fakat bölgede hâlâ çok sayıda gönüllüye ihtiyaç var.

Sosyal ağlar en güçlü direnç kaynakları. Gaziantep’te ziyaret ettiğimiz Ticari Sosyal Girişimler Akademisi bölgeden göçü engellemek ve sürdürülebilir dayanışmayı sağlamak için kardeş esnaf projesini hayata geçirmiş. Orada tanıştığımız kadın arkadaşlar göç kadar deprem sonrası toplumsal barış üzerine de projeler geliştirmeye çalışıyorlar.

Gene acıları paylaşmak için giriştiğimiz helva kavurma etkinliğinde gördük ki maddi yardım kadar şu an bölge halkı için en çok ihtiyaç duyulan şey yanlarında durulması. Yıkılan evlerin molozları hâlâ yerde dururken yıkılan hayalleri ayağa kaldırmak için yan yana durmak… Ziyaret ettiğimiz çadırkentte hayata dair en olumlu fotoğraflar askerlerle oyun oynayan, tüm acılara rağmen gülebilen çocuklardı. Bu fotoğraf içinde yer alanlar kadar o fotoğrafa şahit olanlar için de sağaltan bir görüntü. Ahmet Bey’in de dediği gibi olması gereken, insani yardımları ulaştırırken insana dokunmak.

YAŞAMIN YAPRAK DÖKEN YANI KADAR YEŞEREN YANLARINI DA GÖREBİLMEK

Erich Fromm[2], umudun ne pasif bir bekleme hali ne de gerçekçi olmayan koşulları zorlama olduğunu belirterek onu sadece zıplama zamanı geldiğinde sıçrayan çömelmiş bir kaplana benzetir. Acıları hala tazeyken insanlar en çok daha güzel günleri nasıl kurabiliriz sorusunu soruyordu. Ve bu soru sadece depremin yıkıcı yaraları ile değil ülkede yaşanılan tüm sorunlarla ilgiliydi: Kutuplaşma, yönetim sorunları, ekonomik kriz… yani yaşamın her boyutuyla ilgili. Ülkede yanlış bulduğumuz her şeye dair önce kendimize sormamız gereken soruların, alınması gereken derslerin olduğu gerçeği. Ve hemen şimdi sadece hayal ettiğimiz güzel yarınlar için bu cevaplardan yola çıkma gerekliliği.

Peki her şeye rağmen umut var mı gerçekten? Ben Hatay’da umudu;

“Biz farklılıklarımızla beraberiz” diyen,

Depremin ilk gününden beri sahada sadece duş alacak su bulabilirsem gerektiği kadar burada çalışacağım diyen,

Bu acıları başka kimse yaşamasın diye dua eden,

Yöneticilere bel bağlamadan toplumsal barışı nasıl kurarız diyen kafa patlatan,

Onlarla sadece helva kararak yanında olduğumuzu hissettirdikleri için bize en azından kahve ikram etmek isteyen ve giderken sıkı sıkı sarılan insanların gözünde gördüm.

Hayal ettiğimiz güzel yarınlar belki çok kolay ve çok yakında değil. Belki böyle bir hayatın hiç gelmeyeceğine dair endişelerimiz, korkularımız var. Ama Hannah Arendt’in[3] dediği gibi “her umut kendi içinde bir korku taşır ve her korku, karşılık gelen umuda yönelerek kendi kendini iyileştirir.” Evet, belki de çok fazla iyimserim ama biliyorum ki umut etmek, zamanı geldiğinde en yüksek sıçramayı yapmak için harekete geçme sürecinden başka bir şey değildir. Fromm’un da dediği gibi “umudu olanlar, yeni yaşamın tüm belirtilerini güçlü bir şekilde görür ve besler ve her an dünyaya yardım etmeye hazırdır”. Ben bu kısa gezimde tüm acıların yanında bu yeni yaşamı beslemek için hareket geçmiş güzel insanları da gördüm.

NOTLAR:

[1] Ernst Bloch (2007). Umut İlkesi. İstanbul: İletişim Yayınları. Kitabın eleştirisi için bakınız: https://www.birgun.net/haber/ernst-bloch-ve-umut-ilkesi-uzerine-143322

[2] Erich Fromm (2022). Umut Devrimi: İnsancıllaşmış Bir Teknolojiye Doğru. İstanbul: Say Yayınları.

[3] Hannah Arendt (2018). Zihnin Yaşamı. İstanbul: İletişim Yayınları.

*Prof. Dr. Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Akdeniz Kadın Arabulucular Ağı Üyesi