Haşmet Topaloğlu: Dijital platformlar kendilerine göre ‘yenir yutulur’ belgeseller istiyor

Yönetmen ve yapımcı Haşmet Topaloğlu ile belgesel sinemayı konuştuk. Topaloğlu, "Dijital platformlar da kendilerine göre ‘yenir yutulur’ belgeseller istiyor, isteyecek. Belgeselin kurmaca gibi senaryosu yok; sonunu değiştirmek, karakterlere müdahale etmek söz konusu değil. Belgeselin yolda etliye sütlüye dokunma ihtimali var; göze almak gerekir. Bunları kabul edecek mi dijital platformlar, yapımcılar?" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 80’lerin ikinci yarısından itibaren Fransız Kültür Merkezi, Moda Sineması, Goethe Enstitüsü ve İstanbul Film Festivali’nde seyrettiği filmler aracılığıyla sinemaya kanı ısınan Haşmet Topaloğlu, sonraki süreçte üniversitede okurken, reklam ajansında çalışırken, film eleştirileri yazarken, televizyonlarda haber, program hazırlarken ve sunarken o ulvi sıcaklığı hiç yitirmez. 2002’den itibaren kurmaca ve belgesel üzerine düşünerek, hakkında yazarak ve bizzat yaparak bu tutkusunu pratiğe dönüştüren Topaloğlu, NTV’de televizyon programıyla belgesel arası bir formatta ‘Zamanın Dışında’ serisini hazırlar. 2000’lerde belgesel filmler yönetmeye başlar: Anlat İstanbul’un yapım öyküsü "Beş Yapı ustası", Belmin Söylemez’le "34 Taksi" ve "Bilge ve Öğrencisi", Somnur Vardar, Berke Baş ve yine Söylemez’le birlikte "Bu Ne Güzel Demokrasi" belgesellerini yapar. 2012’de Belmin Söylemez’in ilk uzun metraj filmi "Şimdiki Zaman"ın ortak senaristliğini ve yapımcılığını üstlenen Topaloğlu, Belgesel Sinemacılar Birliği ve Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği üyesidir.

Yönetmen ve yapımcı Topaloğlu ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını, bu disiplinin sorunları ve önümüzdeki süreçteki programını konuştuk.

'SANATÇI BİR FİLM YAPMAYI İÇTEN İSTİYORSA ONU HİÇBİR ŞEY KISITLAYAMAZ'

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Sanatçı bir film yapmayı içten istiyorsa onu hiçbir şey kısıtlayamaz. Ne format ne maddiyat ne de sansür. Bir sanat eseri yapmanın ilk adımı zaten hayal etmektir. Bence iyi bir belgesel, iyi bir film gibi önce kişinin zihninde bir sahnenin canlanmasıyla başlar. O sahne heyecanlandırırsa fikir gelişir, zihin açılır, araştırma iştahı artar ve ardından diğer sahneler gelir. Gerçeği araştırmanın, anlamanın ve aktarmanın yolu hayal gücünden ve görsellikten geçer. Yolunuzu kaybetmediğiniz sürece gerçeğe de sanata da sadık kalırsınız.

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Belgesel yapmayı aklına koyan ilk iş aile evindeki eşyalarını toplar, kendi evine çıkar. Kardeşleri kayrılır mı, annesinin yemekleri olmadan nasıl yaşar, mirastan ne kalır düşünmez. Düşünmese iyi olur. Belgesel yaparken kaynak yaratmaktan gösterebilmeye her alanda ne kadar kısıtlı imkanlar olduğunun farkındayız tabii ki. Ancak küsmekle olmaz. Neler yapabiliriz? Bireysel olarak filmlerimiz için her kapıyı çalacağız, farklı kaynaklar yaratmaya çalışacağız, her tür gösterim fırsatını değerlendireceğiz. Topluca, kurumsal olarak olası finansman kaynaklarını, festivalleri, televizyon kanallarını belgeseli daha çok önemsemeleri yönünde ikna etmek için uğraşacağız. Bir yandan da izleyicide belgesel hevesini canlı tutmaya, talebi arttırmaya çalışacağız. Bunu yaparken çuvaldızı kendimize batırarak yaptığımız belgeselleri dil, içerik, sunum açısından geliştireceğiz. Tabii ki bu ‘ne satıyorsa ondan yapalım’ anlamına gelmiyor. Bu iş ticaret ya da beğenilme yarışı değil.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Üniversitede sinema kulübü kurmuştuk. Sürekli film seyredip film gösteriyor, sinema üzerine konuşuyorduk. Bir süre sonra adımız sinemacıya çıktı. Hatta iktisat hocamız Taner Berksoy yıllar sonra beni elimde mikrofon haber peşinde gördüğünde bile ‘Naber sinemacı?’ derdi. Okulun bahçesinde otururken bir arkadaşımız ‘Hep iyi sinemacı, iyi yönetmen deyip duruyorsunuz. Nedir iyi sinemacı olmanın şartı?’ diye basit görünen bir soruyu ortaya atmıştı. Bir iki yutkunup ‘Öncelikle çok film seyretmek’ demiştim. Bugün hala geçerli olabilecek bir kriter; iyi bir belgeselci için de. Sadece belgesel seyretmekten söz etmiyorum. Kurmaca, deneysel, animasyon... Belgesel içerik, araştırma, teknik açılardan mutlaka ilerlemiş, gelişmiştir ama aynı zamanda anlatım dili olarak da çok gelişti. Bunda en büyük etkenlerden biri belgesel dışındaki türlerin de gelişmesi. Belgeselci özünde bir sinemacı ve sinemanın zenginleşen dili ona da yeni ufuklar açıyor. Kendi adıma, sinema hissi güçlü olan, konuşan kafalar yerine konuşan görüntüleri tercih ettiğim, didaktik olmayan, seyircinin analizine alan açan belgeseller yapmaya çalışıyorum; belki de daha doğru bir tanımlamayla, yapmayı arzuluyorum. 

'BELGESELİ KUTSAL KABUL EDİP KATI KURALLARLA TANIMLAMAK DOĞRU DEĞİL'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir toplu taşıma aracı olarak belgesel. Mizahi bir makale başlığı olabilir kolaylıkla. Belgesel her şeyi taşıyabilir: Bilgi, duygu, görüş, bakış açısı, estetik... Önemli olan sadece bilgi taşımak derdiyle, sadece arka arkaya bilgi kurgulayıp aydınlatma manifestosu yazmamak. Önce bir film hayal edip ona duygusuyla ayrı, bilgiyle ayrı birer boyut katmak.

İnternet platformlarında sunulan belgeseller çoğunlukla televizyon programlarını andırıyor. Dillerinin olmazsa olmaz unsurları yüksek tempolu kurgu, aralıksız müzik ve illa anlatıcı ses. Bunlar etki dili kullanan ikna belgeselleri. Hemen seyret, etkilen, ikna ol, arkana bakma. Belgeseli kutsal kabul edip katı kurallarla tanımlamak doğru değil. Çok farklı yaklaşımlarla, farklı görsel diller kullanarak yapılabilir. Ancak popüler olması için üretilmiş, sinema dilinden uzak videoların gerçek veya iyi birer belgesel olması pek olası değil.

'HIŞIM, İDEOLOJİ DİYE KENDİ FİKİRLERİNİ ZORLA DAYATMAK İSTEYENLERİN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜNÜN TEZAHÜRÜ'

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Egemen hışımsız olur mu? Hışım egemenliğe geçişle bünyede beliren, antikor dinlemeyen bir varlık. Aslında herkesin yapısında var da, kişi egemen olana kadar uykuya yatıyor galiba.

Belgeselci bir filmin yapım sürecini planlarken alt alta –kabaca bakışla- şunları yazabilir: Araştırma, yaklaşım metni, yapım takvimi, ekip, bütçe, gösterim takvimi, hışım. Hemen hemen her belgeselci hışımı az veya çok tadar. Belgesel, bir egemenlik alanına ne kadar çok girer, ne kadar uzun kalıp oraları karıştırırsa hışım da kendini o kadar gösterir. Bazen hoşuna gitmeyen bir belgeseli Karadeniz il ve ilçelerinde kovalar, bazen ülkenin en eski festivalinin programından bir ayak oyunuyla çıkarır, bazen de engellemekle yetinmez mahkemelerde süründürür. Hışım ideolojik bir kavram değil; ideoloji kelimesine ayıp olur. Hışım, ideoloji diye kendi fikirlerini zorla dayatmak isteyenlerin tahammülsüzlüğünün tezahürü. Bir de bu hışım kelimesini bu kadar çok arka arkaya telaffuz ettiğinizde anlamını yitiriyor, ağzınızdan çıkan garip bir ses parçasına dönüşüyor. Belgesel yaparken de sık sık tekrar edip anlamsız bulmakta fayda var.

'BELGESELİN YOLDA ETLİYE SÜTLÜYE DOKUNMA İHTİMALİ VAR, GÖZE ALMAK GEREKİR'

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Eğri oturalım doğru konuşalım. Böyle bir özgürleşme olasılığı düşük. Dijital platformlar da kendilerine göre ‘yenir yutulur’ belgeseller istiyor, isteyecek. Belgeselin uzun soluklu bir yapım süreci var. Destek olduktan sonra iki üç yıl unutmak gerekebilir. Belgeselin kurmaca gibi senaryosu yok; sonunu değiştirmek, karakterlere müdahale etmek söz konusu değil. Belgeselin yolda etliye sütlüye dokunma ihtimali var; göze almak gerekir. Bunları kabul edecek mi dijital platformlar, yapımcılar? Aslında kötümser, gerçekçi bakmamakta da fayda var. Ümit edelim destek olsunlar. Türkiye’den dişe dokunan, iyi yapılmış, sinema dili olan belgeseller çıkması için finansman sağlasınlar ve kendi gösterim nişlerini yaratsınlar. İnternet üzerinden yayıncılığın bu ülkede yaratabileceği en işlevsel fark bu olur.

Desteğe ilk önce bugüne kadar yapılmış, televizyon yüzü görmemiş belgeselleri yayınlayarak başlayabilirler. Tabii düzgün telifler ödeyerek. Şimdilik bazı platformlarda bizden belgeseller görmeye başladık. Umarım çoğalarak ve çeşitlenerek devam eder.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Yönetmen Belmin Söylemez’le ikinci uzun metraj kurmaca filmimiz "Ayna Ayna"nın post prodüksiyon aşamasındayız. Geçmişte çekip nedense bunca yıldır dönüp tamamlayamadığım bir belgesel var. Punk rock grubu Rashit üzerine. Bu yıl onu ele almak istiyorum. Bir de geliştirdiğim bir belgesel fikri var. Onun için bir yandan pandemi sonrasına çekim planı hazırlayacağım bir yandan da kaynak arayacağım.