Hangi gündem, hangi seçim?
Her şey, toplumsal muhalefet bileşenlerinin dar siyasal hesap ve dengelerin ötesine geçip, ilkeli siyaset geliştirmelerine bağlı. İlkeli siyaset, kendi içinde tutarlı, halka güven veren siyasettir.
Haluk Yurtsever
2023’ün son haftasıyla 2024’ün ilk iki haftasında yoğunlaşan iç ve dış olaylar, 2024 Türkiye siyasal gündeminin ipuçlarını veriyor. Bu üç haftalık zaman dilimine sığan olaylar uzun bir liste oluşturuyor. Bu yazıda, birbirine kopmaz bağlarla bağlı üç gelişme üzerine söz almak istiyorum.
28 Aralık’ta asgari ücret, arkasından da memur, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin ve milletvekillerinin maaşları belirlendi.
3 Ocak’ta Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi Hatay milletvekili Can Atalay’la ilgili ikinci kez verdiği hak ihlali kararını tanımayacağını açıkladı.
CHP, 5 Ocak için planladığı aday belirleme-açıklama gündemini iptal ederek Yargıtay eliyle yapılan anayasa darbesine karşı bir eylem planı açıkladı. Tüm yurttaşları 14 Ocak’ta Ankara’da “anayasaya saygı” mitingine çağırdı.
7 Ocak’ta Erdoğan, Murat Kurum’u AKP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı olarak ilan etti.
22-23 Aralık 2023’deki 12 can kaybından sonra 12 Ocak’ta 9 asker daha “Pençe Kilit” harekâtı sırasındaki çatışmalarda yaşamını yitirdi. Bu gelişme üzerine 14 Ocak mitingi, AKP ve CHP’nin aday açıklama toplantıları iptal edildi.
***
28 Aralık’ta “asgari ücret” 17 bin TL olarak belirlendi. Memur emeklilerine yüzde 49, SGK emeklilerine yüzde 37,6 maaş zammı verildi. Milletvekili aylığı 141 bin 900 TL’ye (asgari ücretin 8,5 katı), emekli milletvekili aylığı 97 bin TL’ye (en düşük emekli aylığının yaklaşık 13 katı), emekli milletvekilinin aylığı 239 bin TL’ye (asgari ücretin 14 katı) çıkarıldı.
TUİK 2023 verilerine göre Türkiye’de 13 milyon emekli, 15 milyon ücretli çalışan var. Çalışanların kabaca yarısı asgari ücret sınırlarında gelire sahip. Bu veriler, yuvarlak hesap 20 milyon ücretli ve emeklinin açlık sınırlarında (asgari ücret civarında) bir gelirle geçinmek zorunda olduğunu gösteriyor. İşi, geliri olmayan aile bireyleri de hesaba katıldığında Türkiye nüfusunun en az yarısının açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildiği sonucuna varıyoruz. Yüksek enflasyon, sorunu emekçiler açısından her dakika daha da katlanılamaz duruma getiriyor.
Asgari ücretin işçilere ödenecek aylık para miktarı olarak ele alınması ise tam bir kısır döngü yaratıyor. Belirlenecek ücretin daha işçilerin eline geçmeden eriyeceğini, hiçbir rakamın yaraya ilaç olamayacağını herkes biliyor. Ama ne sendikalar, ne sosyalist partiler geçinmeyi temel ihtiyaç ve kullanım değerlerinin toplumca karşılanmasına bağlayan somut bir talepler seti, mücadele çizgisi geliştirebiliyor. Oysa kısır döngüyü kıracak inisiyatif ve irade ancak bu çizgide geliştirilebilir. Ulaşım, elektrik, su, doğalgaz, internet vb. giderlerinin asgari gelirlilere indirimli tarifeden uygulanması, işsizlere parasız ulaşım, her yer somutunda farklı oranlarda olmak üzere kira yardımı, özellikle öğrencilere parasız internet kotası gibi hemen gerçekleşmese de geçinemeyenleri bu talepler için harekete geçirecek, bu sayede taleplerin mücadeleyle kazanılmasını getirecek mücadele hedefleridir.
“Asgari ücret” konusuna siyasal ve sınıfsal bir yön duygusuyla yaklaşmak gerekiyor. Örnek olsun, meclisteki sosyalist milletvekillerimizin vekil maaşlarını asgari ücrete endeksleyen bir yasa tasarısı verip, reddedildiğinde sergilemeleri sorunun milyonlarca emekçinin gözünde siyasallaşmasına katkı yapardı. Akıllarına böyle bir şey gelmemiş olmalı. Ama birileri bu talebi dile getirdi. 8 Ocak’ta kurulan Emekliler Partisi, programına milletvekili maaşlarının asgari ücretin en fazla 3 katına, milletvekili emekli maaşının ise asgari ücret düzeyine düşürüleceği vaadini koydu. En yüksek devlet görevlisi gelirinin nitelikli bir işçi ücretinin birkaç katından fazla olamayacağı ilkesi Paris Komünü’nden beri, 150 yılı aşkın zamandır sosyalistlerin savunduğu bir ilkedir. Bugün, eklektik, “torba” yasaları andıran bir programa sahip Emekliler Partisi tarafından dile getirilmiş oldu. Önemli olan bu değil. Önemli olan, “zamanı gelmiş” düşüncenin gücü. Bu düşünce bugün özel olarak çok güçlü; çünkü parlamento ve düzen içi parti düzenekleri toplumun çok büyük çoğunluğunun gözünde işlevsiz ve güvenilmez. Parlamentoyu dolduran milletvekillerinin çok büyük çoğunluğu sesi, sözü, görüşü, herhangi bir işlevi olmayan, yüksek maaşlar alan konu mankenleri.
***
Buradan ikinci gündeme, 3 Ocak Anayasa darbesine geçelim. Bu çıplak anayasa ihlalini AKP ile MHP arasındaki gizli kavganın istenmeyen yan ürünü olarak okumak doğru değil. Anayasa darbesi, emek-sermaye, zengin-yoksul çelişkisini yumuşatacak olanakları tükenmekte olan rejimin önümüzdeki sert döneme çıplak şiddetle, demir yumrukla girme hazırlığıdır. Girişimin akibeti toplumun, kitle hareketinin göstereceği tepkiye bağlı ve Erdoğan bunu ölçmeye çalışıyor.
Böyle bir ortamda, toplumsal muhalefet bileşenlerinin yerel seçimlere, daha çok da adaylara kilitlenip, darbeye karşı eli kolu bağlı kalması çok önemli bir sorunumuzdur. Durumumuz ne acı ki, derece derece yükselen ısıyı su kaynayıncaya kadar algılamayıp kendini kazanın dışına atamayan kurbağanınkine benziyor. Kaç yıldır peş peşe dayatılan açık anayasa ihlallerini, “aman oyuna gelmeyelim, bu seçimde gidecekler” ninnilerine kapılıp sineye çeken bir toplum olarak 31 Mart seçimlerine de darbe ortamında, “terör” tamtamları altında giriyoruz. Böyle bir seçimden ne beklenir?
***
Bu yerel seçimin ana halkası İstanbul’dur. Erdoğan İstanbul’u elindeki her türlü olanağı, gücü kullanarak geri almaya, ilk hedef olarak da sandıkta kazanmaya çalışacaktır. Kazanamazsa? Kazanamazsa bu kez İstanbul’u gerçekten verecek midir? Bu soru gerçek bir sorudur. Yargıtay’da Demoklesin kılıcı gibi İmamoğlu’nun başında sallanan bir dosya var ve artık hepimiz Erdoğan’ın istediği an bu dosyayı indirerek İmamoğlu’nu siyasetin dışına itebileceğini biliyoruz. Hiç kimse “yapmaz, yapamaz” demesin. Caydırıcı bir dirençle karşılaşmazsa yapar!
Bu gidişi önleyecek tek şey, Erdoğan’ın elindeki bu sınırsız yapma gücünü geri almak; anayasa darbesini demokratik kitle hareketinin gücüyle püskürtmektir. Her şey, toplumsal muhalefet bileşenlerinin dar siyasal hesap ve dengelerin ötesine geçip, ilkeli siyaset geliştirmelerine bağlı. İlkeli siyaset, nitelikçe özdeş her durum ve herkes için geçerli, kendi içinde tutarlı, halka güven veren siyasettir. İlkeli siyaset mücadelede sınanır.
Kürt illeri başta, bu topraklarda seçilen hiçbir kamu görevlisinin kayyum uygulamasıyla görevden alınamaması için, Selahattin Demirtaş ve binlerce Kürt siyasetçisinin, Can Atalay ve Gezi tutsaklarının, anayasaya, yasalara, uluslararası ve ulusal mahkeme kararlarına, hukuka aykırı biçimde hapiste tutulan tüm siyasal mahpusların özgürlüğü için mücadele, güçleri birleştirerek koşulları değiştirmenin en etkili yöntemlerinden biri olacaktır.