YAZARLAR

Halkın var kalma mücadelesi karşısında 'beka stratejisi'

Bir insan ömrünü şekillendirmeye yetecek uzunlukta zaman dilimini olağanüstülükler içinde geçirdik. Siyasal, sosyal, iktisadi, diplomatik ya da ekolojik, neredeyse her kriz hem bireysel hem de kamusal rutinimizi, olağan yaşamımızı sekteye uğratacak biçimde olağanüstüleştirildi.

Gündoğmuş Belediye Başkanı Mehmet Özeren’in yangın sürerken yaptığı açıklama, AKP-MHP ittifakının Türkiye halkı için vaat ettiği geleceği en yalın biçimde özetledi: “Çok eski evi olan vatandaşlar -bunu söylemek belki doğru değil ama- ‘Keşke bizim de evimiz yansaydı’ diyecekler diye düşünüyorum.” Yüzlerce yıl durdurduğu yerde duran ağaçlar yanarken, o ağaçların yarattığı yuvadaki hayvanlar ölürken, yaşam alanları yok olurken, insanların bin bir emekle kurdukları, yaşayadurdukları evleri, evlerde biriktirdikleri insana dair her şey kül olurken başkanın vaadi TOKİ, düşük faizli borçlandırma, yepyeni betonlar… Bazı zihinler, her şeyde olduğu gibi bir gizem, büyük oyun, komplo, düşman arıyorlar, bu zihinlerin elleri kolları, şiddet tekelini devralıp sokaklarda silahlarla Kürt avına çıkıyor, yurt dışından destek olarak gelecek yangın söndürme uçakları için işgal senaryoları kuruyor, 1001 odalı sarayın itibarını sarsan “vatan hainleri”ne had bildiriyorlar ya… Gizemi, büyük oyunu, komployu, itibar suikastlarını çok uzaklarda aramasınlar. Belediye Başkanı beyefendi, devletin müşfik elinin felakete uğrayan yöreye nasıl dokunacağını açık biçimde serdi ortaya. Azami çabayla açığa çıkarılmaya çalışılan o büyük oyun, komplo ve gizem; insanı insana tutsak eden sömürü ilişkilerinin içinde, ırkçılık ve cinsiyetçilikle kurulmuş hiyerarşik siyasal topluluğun iktisadi ve sosyal konumlanışlarında, sömürü ilişkilerinin devlet katındaki çeteleşme ve çökme uğrağında, himaye edilen sermaye grupları ve onun hükümranlığının güvencesi olan hükümetlerde içselleşmiş emperyalist bağlarda olmasın?

Gizemin, kutsalların, yanı başında yaşayan ve başını ezince cezasız kalacağını bildiği kurgu düşmanların çekiciliği çağımızın depreşen hastalığı. Faşistlerin beslenme ortamını sağlayan bu mitik evrenin dünya çapındaki yayılışı korkutucu. Türkiye’de devlet aygıtlarınca bazen göz yumulan, bazen ortam sağlanan ve bazen de bizzat üretilen bu komplolar ve mitler evreninin AKP-MHP ittifakının yönetme biçimini meşrulaştırdığını gösteren birçok kanıt var. Uzun yıllardır içinde yaşadığımız “olağanüstülük” içinde hâlâ olağan dönem siyaset kavramlarıyla düşünen birçok insanın yönetememe sorunu olarak tanımladığı tuhaflıkları, bu bakımdan bir yönetme biçimi olarak ele almak mümkün. Kemal Can’ın dünkü Duvar yazısında “böylesi hiç olmamıştı” deyip durduğumuz halde sürekli olmaya devam eden tuhaflığı hatırlatmasını bu bağlamda düşünelim. Cumhurbaşkanı ilk defa acılı insanların kafasına çay atmıyor. Gündoğmuş Belediye Başkanı’nın söyleyebildikleri bu ülkede ilk defa söylenmedi, Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in Zonguldak’ta madenciler için “güzel öldüler” demesini nasıl unutabiliriz. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Ankara Katliamı’ndan sonra oylarımız artıyor açıklamasını… Fıtrat açıklamasını, atı alan Üsküdar’ı geçti açıklamasını, hiçbir şey olmasa da bir şeyler olmasını…

Kamuya ait varlıklara kimler tarafından el konduğunu, kimlerin vergi borçlarının sıfırlandığını bilmeyen kaldı mı? Kamu güvenliğinden sorumlu bakanın neredeyse her hafta bir çeteciyle fotoğrafı çıkıyor. Kamu kurumlarının kurumsuzlaştırılmış olmasına ve kayyumlar aracılığıyla militanlaştırılarak içinin boşaltıldığına ilk defa tanık olmuyoruz. Devletin somut kurum ve örgütlenmeler bağlamında karşımıza çıkan varlığı, artık mitik evrenin içine yerleşmiş bir kişiyle özdeşleşmiş durumda. Hesap verme ve hesap sorma ilişkilerini tamamen tersine çeviren mitik evrende bu kişi muhatabına hiçbir durumda hemzemin bir mekândan seslenmiyor. Verilecek bir hesabı yok, fakat sürekli hesap soruyor.

Ülkenin içine sürüklendiği felaketlerin sorumlusu olan bu yönetme biçimi bakımından bugün gelinen yeri, “yönetememe” kavrayışının ötesinde düşünmek gerek. Demokratik meşruiyetini yitirmiş ve giderek artan biçimde baskı araçlarına başvuran, şiddet biçimlerini çeşitlendiren, şiddet araçlarını kullananların sınırlarını belirsizleştiren bu yönetme biçimi, artık çok daha geniş halk kesimlerinin olağan yaşamlarını, yönetenlerin bekası için yerle bir edeceğine işaret ediyor.

Bir insan ömrünü şekillendirmeye yetecek uzunlukta zaman dilimini olağanüstülükler içinde geçirdik. Siyasal, sosyal, iktisadi, diplomatik ya da ekolojik, neredeyse her kriz hem bireysel hem de kamusal rutinimizi, olağan yaşamımızı sekteye uğratacak biçimde olağanüstüleştirildi. Faiz ve enflasyondan deprem ve sel felaketlerine; iş cinayetlerinden aile intiharlarına; Anayasa Mahkemesi kararlarından üniversitelerin toplumsal cinsiyet kürsülerinin varlığına kadar her şey bir “beka sorunu” haline getirildi. Böylece olağanüstü araçlarla yönetme biçimi olağanlaştırıldı. Fakat ülkenin dört bir yanında çıkan orman yangınlarına müdahale biçimi, çok daha açık biçimde gösteriyor ki artık geniş halk kesimlerinin var olma mücadelesi ile AKP-MHP’nin yarattığı rejimin “beka sorunu” arasındaki uyuşmazlık daha da keskinleşecek.

 


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.