Güzel ülkemizde sıradan bir seçim: Lovebombing, gaslighting, ghosting

İşler tek elden işler yürümediği sürece, kafa karışıklığı, şaibeler, kendinden tereddüt etmeler ve güvensizlik sürüp gidecek. İkinci turda insanların sandığa gitmesi de zorlaşacak.

Google Haberlere Abone ol

Ülker Şener

Bu yazı ironi ve mübalağa içermektedir, yani olan biten azıcık abartılmış olabilir.

Seçim süreci iyi başlamıştı, evet fena değildi sanki. Ana muhalefet kültürel kutuplaşmayı azaltmak için helalleşme turlarına çıkmıştı. Bilindiği üzere helalleşme kul hakkından kurtulmanın tek yolu. Söylenene göre kul hakkı yüce yaradanın affetmediği, hakkı yenenin ancak affedebildiği haklardan. Evet başka bir yolu yok, on bin defa hacca da gitseniz yalvarıp yakarsanız da yok. Bu cümle kimseyi korkutmuş mudur, hiç sanmıyorum.

Bundandır ki ölümdeki son ritüellerden biri budur. Bir araya toplanan kalabalıktan üç defa helallik istenir. Genelde de kalabalığın ortak sesi 'helal olsun, helal olsun, helal olsun’dur. Arada başka sesler çıkıyorsa da duyulmaz pek, ya da onlar oraya kadar gelmezler zaten. Kul hakkının taşınmaması gerekir, diğer tüm yükler günahlar taşınabilir ama kul hakkı taşınmamalı, yükten bu dünyada iken kurtulunmalıdır. Başka toplumlarda farklı inanışlar olabilir; ancak bizim toplumumuzda hakim olan anlayış bu. Belki de bu nedenle sık sık “kul hakkı yiyenlerden” “kul hakkını yemekten korkmayanlardan” uzak durulmalı cümleleri duyulur. Böylesi bir yükü taşıyabilenlerin, af dilemeyenlerin her şeyi yapabileceği vurgusudur bu. Seçim sürecinde epey kullanıldı bu cümleler, etkisi oldu mu? Sonuçlara bakınca, pek olmamış sanki.

Helallik isteme bir yanıyla güçsüz olanın kendisini güçlendirme aracı olarak da düşünülebilir. Güç ve iktidar sahipleri bu nedenle nadiren helallik ister, çünkü hep haklıdırlar ve hep gerekçeleri vardır. Tüm yaptıklarının bir gerekçesi vardır. Hata yoktur, günah yoktur, suç yoktur. Neşet Ertaş’ın hata benim, günah benim, suç benim türküsünü hiç dinlenmemişlerdir sanki. En fazla belki yarım ağızla özür dilenir. Onun da tam içselleştirildiği söylenmez. Eğer özür dilemek gerekiyorsa diliyorum işte denilir. “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum” (Dersim için dilenen özür, 2011).

İçten gelen bir pişmanlık yaşanmaz bu topraklarda. Şöyle bir cümle kurulmaz örneğin. “İsrail halkı izlerken; öldürülenler, mezarı bile olmayanlar önünde eğiliyorum. Kendim ve kuşağım adına, geleceğini İsrail’in çocukları ile birlikte görmek istediğim çocuklarımız ve torunlarımız adına, Almanların yaptığı şey için affınızı istiyorum. Kurbanlar bizim geleceğimizin bir parçası olarak kalacak” (Johannes Rau).

Tabii güç ve özür dilemek deyince aklıma Nürnberg mahkemeleri geldi. Nazilerin çok azı af dilemişti. Yapılanlar, işkence ve gaddarlık çok bariz olsa da, Nürnberg’de yargılanan üst düzey 21 Nazi’den sadece 2’si suçluluk hissettiğine dair cümleler kurmuşlardı. Bu da tam değildir, hemen ardından sorumluluktan kaçma, bilgisizliğe sığınma bu suçluluk hissini izlemiştir. Çünkü hep gerekçeleri vardı, hep haklıydılar. Belki de ilk elden sorumlu olanların değil de, onların yaptıklarına tanık olanların, sonradan öğrenenlerin erdemidir özür dileyebilmek. Bizde de güçlü olan hep haklıdır. Haksızlığa uğrayan neye maruz kalmışsa artık, bunun sorumlusudur, yolu o döşemiştir.

Seçimden kopmayayım, ne diyorduk, iyi başlanmıştı sanki. Helallik istenmiş, türban nedeniyle kamu kurumlarından dışlananlarla bir araya gelinmiş, Roboski'ye gidilmiş, Urfa’da Şenyaşar Ailesi ziyaret edilmişti. Sonra çay toplantıları da uzun zamandır devam ediyordu. Altılı Masa'da bir araya gelinip, yüzlerce sayfalık ortak metinler hazırlanıp, yeni döneme dair programlara son hali verilip, sevimli fotoğraflar çekiliyordu. Birbirlerine misafirliğe gitmeler ve en yaşlı üyeye saygıda hiç kusur edilmemesi de gözden kaçmıyordu. Ortalıkta sevgi pıtırcıkları dolaşıyordu. Her akşam, benim evde de olan ve biran önce kurtulmak istediğim, krem-turunçkahve mutfak dolaplarının önünde videolar çekildi, çaylar dolduruldu. Kürt videosu derken Alevi videosu geldi, izlenme rekorları kırıldı. Unutulanlar olduysa da çoğunluk hatırlandı. Arada 2 günlük bir kriz olmadı değil, öfke ve kızgınlık kokan bir kriz yine de tüm ilişkilerde böyle şeyler olabilir diyerek unutmaya çalıştık. Seçim sonuçları keskin sirkenin küpüne zarar verdiğini de gösterdi. Bekledikleri patlamayı onlar da yapamadı. Kalp çizildi, kalp olundu, kalp gönderildi. Ve en can alıcı cümleler kuruldu. “Bu seçime hazırız, halkımız müsterih olsun.” Rahat rahat uyuyabilirdik artık. Hazırlıklar tamamlanmıştı, sandıkların sayısı belliydi, 191 bin 885, görevliler hazırdı, müşahitler, eğitimler tamamlanmıştı, veri altyapısı sağlamdı. Vaatler, gelecek düşleri baştan çıkarıcıydı, önemseniyorduk, seviliyorduk, görülüyorduk. Rahat rahat seçim güvenliğini düşünmeden uyuyabilirdik.

Elbette diğer taraftan başka işler karışmıyor da değildi. Batı ile doğunun o kutsal birlikteliği, en basit haliyle Kürt ile Türkün ortaklığı düşünün yeniden, pek çok kez olduğu gibi içten çatırdaması. Büyük umutlarla başlamış bir birlikteliğin daha bitmesi. Kadir kıymet bilmeyerek. Şu kadarını söyleyeyim. Kürtlerin kalbini kırdınız, bizim için önemli değil diyorsanız, şöyle söyleyeyim Kürt işçi ve emekçileri ile aranıza duvar ördünüz. Duvar yıkılır mı bilinmez ama her yıkıntı, kırılma iz bırakır bunu biliyorum. Hoş belki de örülen duvarın olduğu gibi kalması hayırlı olandır. Hayırlısı budur. Neyin hayırlara vesile olduğunu sıradan insanlar olarak çoğu zaman bilemiyoruz ne de olsa.

Nereden kalmıştık? Kalpler çizilmişti, umutlu konuşmalar yapılmıştı, gelecek hayalleri paylaşılmıştı ve cumartesi akşamı birbirimize kalp göndererek tatlı ve huzurlu bir uykuya daldık. Sabahın köründe sevimli bir ses lego yapalım diyerek beni uyandırmasa, 2 gün boyunca uyuyup, oy kullanmayı bile unutabilirdim. Öyle tatlı ve güzel, düşünün artık. 

Anket şirketleri birbiri ardına açıklamalar yapıyordu. Seçim ilk turda bitebilir, ikinci tura da kalabilir. “İlk tur bıçak sırtı ikinci tura kalırsa Kılıçdaroğlu” manşetleri atıldı.  Cumhur İttifakı'nın küçük ortağının oy oranı yüzde 7’yi geçmez. Z kuşağı farklı bir gelecek istiyor. Yeni bir gerçeklik yaratıldı. Hayal alemi. Verilerin arasında dolanırken ayaklarımız yerden kesildi. Her ne kadar farklı mahallelere örneğin Keçiören, Sincan, Kızılcahamam’a yolumuz düştüğünde içimize şüphe tohumları ekilse de buradan da kolayca sıyrıldık. Z kuşağının milliyetçi-muhafazakar olabileceğine inanmak da istemiyorduk.

Her zaman olduğu gibi zaman aktı ve ilk sonuçlar geldi. Yüksekten başlanmıştı yine, “kırsal etkisi” denildi. İkinci sonuçlar geldi “güçlü olunan her sandıkta itiraz ediliyor” denildi. Anadolu Ajansı'nın verilerini değil, ıslak imzalı tutanak verilerini paylaşıyoruz denildi. Orada da sonuç pek parlak görünmüyordu. Elbette bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimine göre ilerleme vardı. Arada ekranda görünenler oldu, kimse ortadan kaybolmadı. Birkaç defa cumhurbaşkanı yardımcı adayları kazanıyoruz, kazanacağız dediler. Hangi verilere bakıp söylediler acaba? Sonra veri akışı kesildi, ekranda uzun süre aynı veriler dolandı.  Gece genel başkanların konuşma yapmasını beklemekle bitti, konuşan olmadı. Hemen yakınlarda ise, (Ankara’da her yer hala yakın) balkon konuşması yapılıyordu.

Ertesi gün verilerden sorumlu parti bakanı istifasını açıkladı. Veri altyapımızda sorun yok ama istifa ediyorum dedi. Nasıl yani? Niye o zaman? Sonra bekledik ki tutarlı bir açıklama yapılsın. Ses eden olmadı. Kısa bir video görüldü yeniden, mücadele edeceğiz. Mücadele edeceğiz de önce hakikati bilsek. Çarşamba günü Altılı Masa toplanabildi. Açıklama yapmadan ayrıldılar. Ne dediniz, ne konuştunuz? Ertesi gün gazetecilerin yorumlarından durumu anlamaya çalıştık. Seçimden 4 gün sonra sahneye çıkıldı, 4 uzun günden sonra, 18 Mayıs 2023 Perşembe günü saat 12.00. “Oyların peşindeyiz denildi, müşahide ihtiyacımız var denildi. Sandığa sahip çıkacağız denildi”. Seçimde tam olarak ne oldu, nerede sorun var, sorun var mı? Yeşil Sol Parti'nin oylarının ironi yapar gibi malum partinin hanesine yazılması dışında ne oldu tam bilemedik? Bölük pörçük bilgilerle anlamaya çalıştık.

Seçim sürecini yürütmek bu kadar zor mu? Kaç yıldır bugünü beklemiyor muydunuz? Seçim hazırlığı zor bir iş olmasa gerek. Herhalde şu soruları kendimize sorup cevaplandırsak azıcık yol alırız.

Sandık sayısı: 191 bin 885

Bunlar hepimizin ilk aklına gelenler. Eğer biz bütün bunları yaptık diyorsanız, ilk geceden yapacağınız açıklama şu olmalıydı: “191 bin sandık açıldı, ıslak imzalar girildi, bizdeki verilerle Yüksek Seçim Kurulu verileri karşılaştırıldı, şu kadar sandıkta sorun var, onlara da itiraz edildi. İtirazlarımız uygun görülürse oranlar şu şekilde olacaktır.”

Bu basitlikte cümleler kurulmadığı sürece, birbirinden farklı insanlar açıklama yaptığı sürece, tek elden işler yürümediği sürece, kafa karışıklığı, şaibeler, kendinden tereddüt etmeler ve güvensizlik sürüp gidecek. İkinci turda insanların sandığa gitmesi de zorlaşacak.