‘Bir ülkeyi işgal eder gibi köye çıkarma yaptılar’

Trabzon’da yaşayan Murat Sarı, “HES nedir bilmiyorduk. Bir deterjan markası vardı. O geldi aklımıza. Köyüne düzgün giyinimli, kravatlı kimseler geliyor. Bir de devletten geliyorsa onun söylediği her şey doğru olarak algılanır” diyerek anlatmaya başlıyor. Sarı, Karadeniz’de yapılanları “Şirket, devlet el ele” sözleriyle özetliyor. 2015’den beri “Yeşil Yol” davalarını takip eden avukatlardan biri olan İbrahim Demirci ise şu sözlerle anlatıyor: “Mahkeme yıllar sonra haklı olduğunuzu söylüyor ama bu sürede ortada ne yayla kalmış, ne mera kalmış. Haklı olup olmamanın artık bir önemi kalmıyor...”

Google Haberlere Abone ol

“Sistem kendini vatanın yerine koymayı amaçlıyor. Resmî propaganda gece gündüz yurttaşlara sistemin vatan demek olduğunu haykırıyor. Sistemin düşmanı da vatan haini oluyor.” (Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano)

DUVAR - Son yıllarda Karadeniz’deki çevre kıyımına karşı çok güçlü mücadeleler verilmeye çalışılsa da gelinen noktada doğa tahribatının önüne geçilemediği anlaşılıyor. En son Ordu’da yaşanan sel sonrası ortaya çıkan tablo bunun en yakın örneği.

Dere yataklarına inşa edilen evler, Yeşil Yol projesi, Hidroelektrik Santralleri (HES) derken bütün bir bölge şirketlerin insafına bırakılmış durumda. Bunun yanında köylülerin karşısına çıkan sadece şirket çalışanları değil. Bir ordu jandarma da köylünün karşısında yerini alıyor.

Hidroelektrik Santrali yapımına karşı yürütülen mücadeleleri ele alan, yönetmenliğini Erkal Tülek’in yaptığı “Sudaki Suretler” belgeselinde Murat Sarı şunları söylüyordu:

“Bizi vatan haini ilan ettiniz. Bunlara karşı çıkan vatan hainiyse, ben de vatan hainiyim. Burası benim yaşam alanım. Bu adamlar buradan paralar kazanıp dünyanın en güzel yerlerinde çocuklarını yerleştirecekler ama bizim gidecek başka bir yerimiz yok.”

Sarı, Trabzon’da yaşıyor. Karadeniz’e yapılanları kaydediyor, belgeseller yapıyor. Bahsi geçen videonun çekildiği yer Çaykara, Uzuntarla Köyü. Tarih 2011.

‘HES NEDİR BİLMİYORDUK, DETERJAN MARKASI AKLIMIZA GELMİŞTİ’

Karadeniz’in ağacına, deresine, toprağına saldırılar ne zaman başlamış? Sarı anlatıyor:

“Karadeniz’e saldırılar 2007’de başladı. HES nedir bilmiyorduk. Bir deterjan markası vardı. O geldi aklımıza. Bağda bahçede çalışıyorsun. Köyüne düzgün giyinimli, kravatlı kimseler geliyor. Bir de devletten geliyorsa onun söylediği her şey doğru olarak algılanır. O zamanki Belediye Başkanı ilk anlattığında bana komik geldi. Turizm canlanacak falan deniliyor. Bilmiyoruz da işin açıkcası. İlk HES nerde yapıldı diye düşündük. Bize en yakın Rize, Ovit vadisinde yeni HES yapılmaya başlanmıştı. Arkadaşlarla gittik baktık. Katliam… 2008- 2009’da şirketler buralara gelmiş, lisanslarını almışlardı. ÇED raporlarına kadar her şeyleri hazırdı. Başta çok iyi örgütlenmeye çalıştık. Karşında büyük bir güç var. Şimdi baktığımız zaman inanki insanların şirketlerle mücadele etmek için enerjisi kalmadı.. ‘Yapacak da bir şey yok’ gibi bakılıyor artık.”

‘O KÖYDE KATLİAM YAPTILAR, VİDESONU ÇEKTİM, KÖYÜME GÖSTERDİM’

Sarı, “Sadece devlet ve şirketle mücadele etmiyorsun ki…” diyor ve devamını şöyle getiriyor:

“Vadine, köyüne geliyorsun orada da ötekileştiriliyorsun. Bunlar devlet ne yaparsa buna karşı gelir gibi yaklaşım var. En çok da bu yüzden mücadele eden insanlar yıprandı.”

Bahsi geçen videodaki köyle ilgili anısını anlatıyor:

“O röportajı yaptığımız köyün batı yakasındayım ben. Çok yakınım o köye. O köyde durumu anlatmaya çalışıyordum. Kovuldum. Kendi köyüne sahip çık, sen nereden biliyorsun diyerek 5- 10 köylü üzerime yürüdü. Katliamdan sonra orayı fotoğrafladım. Kısa, 10 dakikalık bir belgesel yaptım. Kendi köyüme gösterdim. İnsanlar görselden çok daha fazla ikna oluyorlar. Ondan sonra çok şey değişti. Toplantıya gelen herkes, ‘eğer böyleyse biz hayır diyoruz’ dediler. Sen bugün çevre alanında en iyi profesörü getir, köylü onu beş dakika dinlemez. Kafasını sallar gider. Kalplerine, vicdanlarına dokunman lazım. Çok sert durmamak lazım. Sert durduğun zaman muhakkak seni bir partinin içine sokuyorlar. Sen işte şu partidensin, seni dinleyemem diyor.”

‘EN SON 638 ASKERLE KÖYE ÇIKARMA YAPTILAR’

“Yaklaşık 4 yıl önce Uzuntarla Köyü’nde iki kez HES tüneli patladı. O tünellerden basınçlı sular köye doğru aktı. O köy mucize eseri şu an ayakta. Tünelleri patladığı zaman bağırmaya başladılar. ‘Bizi yok etmeye çalışıyorlar, kandırıldık’ dediler. Herkes kaderine razı olmak zorunda bırakıldı.”

Patlayan HES tüneli ile ilgili haberde insanların isyan ettiği görülüyor. ( https://www.youtube.com/watch?v=brmr-8j5FQM&feature=youtu.be )

Sarı devam ediyor:

“O günlere döndüğüm zaman gözlerim her defasında yaşarıyor. İnsanlık dışı işler yapıldı. Doğaya ne kadar şiddetli davranıldıysa insanına da o kadar şiddetli davranıldı. HES yapmak için mafya getirildi. Zorbalıkla işlerini halleden taşeron firmalara verdiler işi. Ölüm tehditlerine kadar gidildi. Korkunç şeyler oldu. Aklıma getirmek istemiyorum. Vadiye her yerden adamlar geliyordu. En son zaten Giresun, Ordu, Trabzon, Rize’den takviye kuvvet alarak resmen bir ülkeyi işgal eder gibi çıkarma yaptılar. 638 asker vadiye geldi. Görüntüleri var. Böyle anlatınca ‘ya yok canım, o kadar değil’ gibi gelebilir size. Size verilen emiri yapmak zorundasınız ama şirket ağzıyla konuşuyor jandarma. Karakol komutanı HES’i savunuyor. Senin görevin bu mu?”

‘DERE YATAKLARINI DOLDURDULAR, SULAR MOLOZLARIN ALTINDAN AKIYOR’

“Şimdi gelinen noktayı soruyorsun… İnan ki basın da korkuyor. Kameranı al gel, oraya kur sonra beni vatan haini diye oradan aşağı it… Devasa kayalar sökülüp, dere yataklarına atıldı. Dere yataklarını doldurdular. Sular molozların altından akıyor. Ankara’ya dilekçeler yazdık. Gelin görün, dedik. 638 asker gönderdiler. Şirket, devlet el ele o vadiyi tanınmaz hale getirdiler. Ladin ağaçları, gürgen ağaçları tamamen yok edildi.”

Sarı, şirketler tarafından kendisine ve yüzlerce köylüye açılan davalardan da bahsediyor:

“Şirketlerin açtığı ez 15’e yakın davada yargılandım. 45 gün yattık arkadaşlarla, 5 gün ayrı yattım. Ağır Ceza’da yargılandığım bir davadan beraat ettim. HES şirketine ait arabanın camı çizilse kim yaptı? Murat. En son hakime söyledim. ‘Ben dağ bayır gezen bir insanım. Madem öyle ayılara takılan ciplerden bana takın, rahatlayayım.’ Olay yaşandığı zaman ben sana ağacı mı getireyim şahitlik yapması için. Yok yok o olmaz, başka bir şey bulalım dedi hakim.”

‘KARAKOL KOMUTANI HES’İ SAVUNUYOR. SENİN GÖREVİN BU MU?’

“2013’de bir HES şirketinin önünde eylem yaptık. Şirket güvenliği, jandarma yan yana. Otobüslerle bizi alıp, ilçeye Çaykara’ya indirdiler. Bizi bir top sahasında topladılar. Top sahasının içinde sabaha kadar beklettiler. Anlatabiliyor muyum?”

“Kim bu şirketler? Biri MİM Yapı. Eski Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın şirketiydi. Firma yetkilisi İsmail Hakkı Saral. Bunların taşeronluğunu yaptığı şirkete verdiler işi. Köyde zorbalık başladı. Trabzon’a gelebilmek için kullandığımız yolda araçlarımızın yolları kesitiler.”

‘BU SADECE BİR DEPREMİN ÖNCÜ SARSINTISI’

Bugünkü sel felaketini ise şöyle değerlendiriyor Sarı:

“Bunlar doğal afetler. İnsanların dere yataklarına ev yapması hatalı ama bundan sonra çok daha büyük felaketler bekliyor Karadeniz’i. Dere yatakları, vadiler tamamen molozlarla doldurulmuş. Çok yüksek yağışlarda, buralar kapatıldığı için tıkanmalara neden olacak. Barajlar oluşabilir. Tonlarca su önüne geleni silip süpürebilir. Bu sadece bir depremin öncü sarsıntısı. Oradan para kazanan insanlar lüks yerlerde yaşarken yine köylü orada ölüme terk ediliyor. Ölecek olan yine bizleriz.”

‘HAKLI OLUP OLMADIĞINIZIN BİR ÖNEMİ KALMIYOR’

Şirket, devletin yan yanalığı yargıya nasıl intikal ediyor?

2015 yılından beri “Yeşil Yol” davalarını takip eden avukatlardan biri olan İbrahim Demirci anlatıyor:

“Çamlıhemşin’de, Fırtına Vadisi’nde ’Yeşil Yol’ başladığı zaman oradaki köylüler -ki içlerinde benim annem, halam da vardı- iki defa kepçeyi durdurlar. 2016 yılında bir grup 12 kişiydi. 2017’deki bir grup da 8- 9 kişiydi. Her iki grup da jandarma tarafından gözaltına alındı. Haklarında ceza davası açıldı. Ceza davasının konusu da ‘iş ve çalışma hürriyetini ihlal’di. Bu insanlar sonuçta kendileri jandarmayı aramışlardı. Demişlerdi ki, ‘Bakın; yaylada 2000 metrede iş makinesi gelmiş, meraya zarar veriyor, bunlar ne için çalışıyor? Çalışma izinleri var mı?” Jandarma geliyor, şikayet eden insanları gözaltına alıyor. Sonra savcılık ceza davası açıyor. 2016’da başlayan yargılama halen devam ediyor. Bu sırada Danıştay, Yeşil Yol’u durdurdu. Bir bakıma iş makinelerini durduran insanları haklı gördü ama onlar şuanda halen yargılanmaya devam ediyor. İşin özü bu.”

“Şirketler dava açıyor insanlara. Şantiyeye girdiniz diye, tazminat davaları açıyorlar. Zarara uğradım, siz geldiniz bir hafta çalışamadım vesaire diye… Yargının şu andaki işlevi de bu. Haklısınız, haklılığınızı bağırıyorsunuz. Mahkeme yıllar sonra haklı olduğunuzu söylüyor ama bu sürede ortada ne yayla kalmış, ne mera kalmış. Haklı olup olmamanın artık bir önemi kalmıyor. Boynunuzda deli gibi mahkeme kararıyla ortalıklarda dolaşabilirsiniz…”