'Yetmez Ama Evet' diyenler anlatıyor...

Kamuoyunda yetmez ama evetçi olduğu bilinen ya da öyle olduğu sanılan isimlere "2010’daki tavrınızı sahipleniyor musunuz, böyle olacağını düşünseydiniz referandumu boykot eder miydiniz ve size göre AK Parti hangi tarihte otoriterleşti, kırılma noktası neresiydi?" sorularını sorduk. Cafer Solgun, Osman Can, Aydın Engin, Baskın Oran, Erol Katırcıoğlu, Murat Belge, Roni Marguilles, Mustafa Paçal, Şenol Karakaş, Ferhat Kentel ve Oral Çalışlar yanıtladı...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - BirGün gazetesi yazarı Haydar Ergülen’in 2 Ağustos’ta kaleme aldığı 'Önemsiz günler ve haftalar-10' başlıklı yazısı, Yetmez Ama Evet (YAE) tartışmasını yeniden alevlendirdi. Bundan 10 yıl önce Erdoğan’ın bir kahvaltısına katılmış olmaktan utanç duyduğunu açıklayan Ergülen, YAE’cileri de özür dilemeye çağırmıştı. Bu yazıyı Elif Çakır’ın, Şenol Karakaş’ın ve Murat Belge’nin cevapları izledi. Bu arada Fatih Yaşlı, Enver Aysever ve Kamil Tekin Sürek de birer yazıyla YAE’cileri suçladılar. Bu haber hazırlanırken görüş aldığımız Cafer Solgun ve Baskın Oran da birer cevap yazısı yazdı. Ve son olarak Gazete Duvar’dan Göksel Aymaz konuyu köşesinde ele aldı. Ayrıca Independent Türkçe’den Cihat Arpacık’a konuşan Ali Bayramoğlu, Ufuk Uras, Halil Berktay ve Yücel Sayman da neden hala “evetçi” olduklarını anlattılar.

YAE’CİLERİN TAM LİSTESİNE ULAŞILAMIYOR

Fakat kimlerin 'yetmez ama evetçi' olduğu da tam belli değil. Zira 250 kişilik ilk imzacı listesi kayıp ve bu liste kampanyanın organizatörü DSİP’in elinde de yok. Bu nedenle kimi Anti-YAE’cilerin hazırladığı ve gazete haberlerinden derlenen listelerde boykotçuların adı da evetçi olarak geçiyor. Örneğin Levent Gültekin ya da Ümit Şahin aslında boykotçu… Aydın Engin ve Erol Katırcıoğlu ise 2010’daki Anayasa değişikliği referandumunda evet demiş olmakla birlikte 'YAE'ci değiller, hatta onlara nispeten eleştirel bakıyorlar.

Kamuoyunda yetmez ama evetçi olduğu bilinen ya da öyle olduğu sanılan isimlere 2010’daki tavrınızı sahipleniyor musunuz, böyle olacağını düşünseydiniz referandumu boykot eder miydiniz ve size göre AK Parti hangi tarihte otoriterleşti, kırılma noktası neresiydi sorularını sorduk. Hasan Cemal, Mehmet Altan, Ömer Laçiner, Sezai Temelli, Kezban Hatemi, Perihan Mağden, Alper Görmüş, Hale Soygazi, Ergun Özbudun ve Orhan Gazi Ertekin defalarca cevap verdiklerini söyleyerek, tartışmanın gündeme getiriliş şeklini eleştirerek veya başka nedenlerle görüş beyan etmek istemediler. Öte yandan Cafer Solgun ve Osman Can ise dikkat çekici cevaplar verdiler.

CAFER SOLGUN: BİLSEYDİM BOYKOT EDERDİM

Böyle olacağını bilseydim boykot ederdim. Doğrusu, 12 Eylül Anayasası’nı orasından burasından değiştirmek değil, olduğu gibi çöpe atıp yenisini yapmaktı. Benim en önemsediğim şey geçici 15. Madde’nin yürürlükten kaldırılmasıydı. Çünkü o madde, cuntacıları, işkenceci polisleri koruyordu. Ben yıllarca buna karşı mücadele etmişim, o madde kaldırılıyor ama Anayasa’nın faşizan özüne de dokunulmuyor, referandum paketi önüme geldiğinde ne yapmalıydım? İşte bu yüzden yetmez ama evet dedik. Can-ı gönülden evet demedik. Diğer meşru seçenek de boykottu. Zira paket birçok hayati soruya cevap vermekten de uzaktı. AKP 12 Eylül’cüleri göstermelik yargıladı. Ben o davaya müşteki olarak da katılmıştım. Böyle olacağını bilmiyordum. Ben Sayın Haydar Ergülen’e “Sen hayır dedin ve 12 Eylül Anayasası’nı savundun, özür dile” diyor muyum? Çünkü bunun özrü evet-hayır diyenlerden değil, AKP’den istenmelidir. Otoriterleşmenin işaretleri 2011’den itibaren veriliyordu. Daha net bir tarih belirtmek gerekirse 2013 Gezi olayları diyebilirim.

OSMAN CAN: BELKİ DE BOYKOT EDERDİM

60 darbesiyle anayasal düzlemde inşa edilen bir askeri vesayet vardı. Bu vesayet 82’de kurumsallaştı. Türkiye’nin AB adaylık statüsüyle başlayan reform süreci, söz konusu vesayetin tasfiyesini gerektiriyordu. Benim pozisyonum 'yetmez ama evet'çilerden farklıydı. Zira ben referandumu hazırlayan süreçlerin parçasıydım. O dönem katıldığım programlarda vurguladığım gibi, bu imkân değerlendirilmezse daha kötü günlerle karşılaşacaktık. Şu anki duruma bakıp, lanetler okuyarak pişmanlık duymak mümkün, ben de bazen böyle hissedebiliyorum ama bu kanımca çocukça bir davranış olur. Bugünkü aklım olsaydı muhtemelen yine yetmez ama evet derdim, belki de boykot ederdim. Ama mücadelemi daha farklı yürütürdüm. Değişiklik paketinin içeriğine etkide bulunmak için muhalefeti ikna doğrultusunda daha çok çalışırdım. Bir milattan söz edilecekse, siyaset psikolojisi yönünden 367 krizi ve AKP’ye kapatma davasının açılması idi. Partinin şahin unsurları, 'bakın demokratikleşmeyle olmaz, ne yaparsak yapalım, bunların derdi bizi yok etmektir!' duygularında haklı olduklarını göstermiş oldular. Bireysel psikoloji yönünden ise Fidan’ın gözaltına alınmak istenmesi bir milat sayılabilir.

AYDIN ENGİN: DÖNÜM NOKTASI 2014’ÜN YAZIYDI

Ben “Yetmez ama evet” değil, doğrudan “evet” dedim. 'YAE', AKP’den beklenti içeren bir cümle. Bense AKP’nin referans kaynağı olan siyasal İslam ile demokrasi arasında birlikte var olamayacakları bir çelişki olduğu kanısındayım. Ben çoğunluğu generallerden oluşan MGK’nın 'iktidarlar üstü bir iktidar' olmasına son verecek, Kenan Evren ve suç ortaklarının yargılanmasının önünü açacak, kısaca faşist 12 Eylül rejiminin Anayasasından kıymık koparacak değişikliklere evet dedim. Bugün de herhangi bir parti o Anayasadan yeni kıymıklar koparırsa yine evet derim. “Keşke boykot deseymişim” demedim, çünkü oylamayı gayrimeşru kılacak boyutta bir kitlesel boykot olamayacaksa boykot kararının 'Ben elimi kirletmeyeyim'den ibaret bir tavır olduğunu düşünüyorum. Erdoğan bir gecede otokratlaşmadı. İlle de bir dönüm noktası seçilecekse 2014 yazındaki Cumhurbaşkanı seçiminin ardından tek adam yönetimine hızla geçilmeye başlandığı kanısındayım.

BASKIN ORAN: MİLAT 2013’TÜR, 17/25 ARALIK’TIR

O referandumunun maddeleri mükemmel değildi, bu yüzden 'yetmez ama' dedik. Hem askerin baskısından kurtulmak, hem de sivil yönetime geçmek istiyorduk. Dolayısıyla bizim için o reformları desteklemek Fransızca tabiriyle 'raison de plus', yani bir sebep daha! Biliyorsunuz, Avrupa’daki bazı sağ partiler zamanla 'Hristiyan demokrat' partilere dönüştüler. AKP de o yıllarda 'Müslüman demokrat' izlenimi veriyordu. Ben AKP’ye hiç oy vermedim ama şimdi o reformları yapacak bir parti olsa, ona oy veririm... Yargının AKP’nin emrine geçmesi ve HSYK’nin HSK’ye dönüşmesi CHP’nin AYM’ye başvurusu neticesinde olmuştur, referandum yüzünden değil…

YAE’cilere iki sebepten saldırıyorlar. Birincisi bunlar ulusalcıdır. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın mütedeyyinlere saldırmayı marifet bilirler. İkincisi de bunlar 1930 CHP’sinin müdafileridir. Milat 2010 değil, 17/25 Aralık’tır.

EROL KATIRCIOĞLU: OTORİTERLEŞME 2008’DE BAŞLADI

Ben yetmez ama evet demedim. Referanduma evet, AKP’ye hayır dedim. Benim pozisyonum, bir bakıma partinin (EDP) pozisyonuydu. Boykot demenin doğru olduğunu da hiç düşünmedim. Bana göre otoriterleşmenin köklerini 2008’de aramak gerekiyor. Ekonomik kriz ‘teğet geçti’ demişlerdi, ki hakikaten de öyle olmuştu. Ama 2009’da GSMH’miz eksi 5-6 civarında daraldı. Daha sonra G-20 düşen talebi toparlamak ve etkiyi azaltmak için genişleyici politikalar izlemeye karar verdi. O süreçte Erdoğan, herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiğini düşünmeye başladı. Ve kararnamelerle ekonominin kurumlarını merkezileştirmeye başladı. Mesela 2011’de bir KHK’yla bütün bağımsız kurumlar bakanlıklara bağladı. Böylece ekonomi üzerinde gittikçe daha fazla otorite tesis etti. Yani otoriterleşmenin yolu 2010- 2011 civarında açıldı. Dünyadaki konjonktürden koptu…

MURAT BELGE: HER ŞEY DAVOS’TA BAŞLADI

Bence otoriterleşme eğilimi Erdoğan'ın Davos'ta Simon Peres'e "Van minüt" demesiyle başladı.  Bu onu bütün İslam âleminde popüler bir siyaset adamı haline getirdi.  Erdoğan kendini yalnız Türkiye'nin değil, İslam âleminin kurtarıcısı olarak görüyordu. Ama bu 'tehlikeli' bir konumdu. Çünkü İsrail başta olmak üzere, böyle bir kişiyi yaşatmak istemeyenler de olacaktı.  Erdoğan kendisine karşı yapılacak komploları bekleyen ve zihninde komplo üreten bir önder konumuna geçti. Çok geçmeden Gezi protestoları başladı.  Erdoğan bunun kendi yarattığı antipatik imgeye karşı bir protesto olduğunu düşünmedi, düşünmek de istemedi.  Beklediği komplonun başlangıcı olarak yorumladı. Aşağı yukarı aynı zaman dilimi içinde "liberaller"le ilişkisini kestiğini açıkladı (açıklattırdı) ve otoriterleşme adımlarını da atmaya başladı.

RONİ MARGUILLES: BENCE KIRILMA NOKTASI GEZİ’YDİ

Evet, tabii. O günkü tutumumu elbette sahipleniyorum. Tek doğru tutum oydu. 'Hayır' diyenler 'Kenan Evren’in anayasası değişmesin' demiş oldular, 'Halk 12 Eylül anayasasını değiştirmesin' demiş oldular. Bunun hesabını vermeden hâlâ ileri geri konuşuyorlar.

Bence kırılma noktası Gezi’ydi. Ondan kısa süre önce AKP’nin Gülen Cemaati’yle arası açılmaya başlamıştı; ardından da Gezi’de kitlesel bir muhalefet patlak verdi. Bu durum hükümeti farklı bir ittifak aramaya zorladı. Böylece derin devletle, askerle, MHP’yle bir ittifak kurdular; hâlâ devam ediyor. Kanımca, garip olan dönem AKP’nin otoriterliğinin ön planda olmadığı 2002-2013 dönemidir, sonraki dönemi değil. AKP muhafazakar/mukaddesatçı Türk sağının bir partisidir. Yani normal hali bugünkü halidir. Ben bunu o zaman da biliyordum. “Aslına rücu edeceklerini tahmin ediyordum” demeyeyim ama ettiği taktirde şaşırmayacaktım ve şaşırmadım.

MUSTAFA PAÇAL: 7 HAZİRAN, CEYLANPINAR, İKİ POLİS…

Referandumda 26 madde oylanmıştı. Baykal bunların 23'üne ‘itirazımız yok’ demişti. Hatta HSYK maddesini görüşebilirsek biz de destek veririz demişti. BDP ise ortaya karışık bir tutum aldı. Çünkü içindeki bazı gruplar ‘hayır’cıydı. Demirtaş'ın boykotun özeleştirisini yaptığı konuşmaları mevcuttur. Ben o zamanlar Hak-İş’teydim. AKP’li vekil arkadaşlarımız vardı. Reformlarda açılımlarda samimiydiler. İlla bir milat aranacaksa, 7 Haziran’dan sonra Ceylanpınar’da iki polisin öldürüldüğü olaya bakılsın. 17 Aralık’ta derin devlet yolsuzluk batağına düşen AKP’yi yakaladı. 18 yıllık AKP iktidarı döneminde gördüğüm doğrular oldu. Bunlar: 1- Çözüm süreci, 2- AB ile müzakereler, 3- Yeni anayasaya çalışmaları… Bu doğruların hepsinden geri dönüldü. Bu nedenle artık hayır diyoruz. Ama o zaman evet dediğim için pişman değilim.

ŞENOL KARAKAŞ: İLK İŞARET 2012’DEKİ MİT KRİZİYDİ

Darbe anayasasıyla bütünlüklü bir hesaplaşma olmadığı için yetmez dedik. Evren’le, Bahçeli’yle, Perinçek’le birlikte mi tutum alacaktık? Ulusalcılar AKP öncesi Türkiye’nin laik-demokrat bir cumhuriyet olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar. Darbeler, kontrgerilla cinayetleri, faşist linç girişimleri, otellerde insanların yakıldığı bir yerdi hali hazırda burası. 'Yetmez ama evet' demek, bu cumhuriyete 'hayır' demekti. O darbeci cumhuriyetle mücadele ettik. Bugün de otoriterleşen iktidarla mücadele ediyoruz.

Çözüm sürecinden Kürtlerin avantajlı çıktığının görülmesiyle, Fethullahçıların AKP’nin altını oymakta olduğunun anlaşılması iktidarı devletin saflarına otoriter bir şekilde savurdu. 2012 MİT krizi, 17 Aralık 2013, 7 Haziran 2015…

FERHAT KENTEL: AKP EN ÖNEMLİ VİİRAJI GEZİ’DE ALDI

O koşullar bugün olsa, o aktörler aynı söylemlerle konuşsalar, gene aynı tavrı sergilerdim. Ben niyet okumak konusunda 'uzman' değilim. Sosyolog olarak elimden gelen şey toplumsal hareketlerin 'söylediklerini' dinleyip, anlamaya çalışmaktır. Sorun 'yetmez ama evet' diyenlerin yanılgısı değil; Kürt meselesinde 'analar ağlamasın' diyen, Ermeni meselesinde 'gerekirse özür dileyen', devlet ve toplum arasında görülmemiş ölçüde yumuşama sinyalleri veren AKP’nin nasıl olup da 180 derecelik farklı bir konuma geldiğidir. Ben bugünkü kâbus dolu Türkiye’yi kurmaya niyetli olup da bunu sakladıklarını düşünmüyorum. Söz konusu olan daha ziyade AKP’nin devletin içine girdikçe totaliterleşmesidir. Suçlu arayıp bulmakla pek bir adım atabileceğimizi de düşünemiyorum. AKP en önemli virajı “Gezi direnişi” ile aldı. Gezi, her türlü talep patlamasından korkan devletin ve muhafazakar kitlenin korkularını birleştirdi. 2010’un bir dönüm noktası olduğundan emin değilim.

ORAL ÇALIŞLAR: PİŞMAN DEĞİLİM

Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. Evet dediğim için pişman değilim. O günkü tutumumu sahipleniyorum. Bunu yazabilirsiniz.