Lanet karantina…

Bir gün şu yaşanmakta olanı da geride bırakacağız. Korona virüsünün de bir sonu olacak elbet. Geçmişteki virüsler gibi (Ebola, domuz gribi, kuş gribi…) bunun da tedavisi bulunacak. O zaman hayat normale dönecek. İşte o zaman… Sonuçta her saat el yıkamak, kimseye dokunamamak nereye kadar!

Google Haberlere Abone ol

Ronya Canan*

Duvardaki kalorifer peteğine sırtımı yaslıyordum. Yağmur yağıyordu. Camım hafif aralıktı, dışarıdaki ıslak toprağın kokusunu alabiliyordum. Evde bir sessizlik vardı, kimseden çıt çıkmıyordu. Sıkılıyordum, nefessizdim. Dört duvarlı daracık bir yerdeymiş gibi hissediyordum ki zaten öyleydim. O zaman günlük tutuyorum. Adı da ‘Karantina Günlükleri’. Bu beni rahatlatıyordu.

Yapacak çok az şey vardı; mesela kitap okumak, ders çalışmak, ama bunlar da nereye kadar? Her şeyin bir sonu vardı sonuçta. Kitap bitiyor, ödev bitiyor… Günlük tutmak eğlenceli ama içimi de görmek istemiyorum.

Aynı duvarlar arasında olmamıza rağmen ailemle de çok az zaman geçiriyorum, onlar da benim istediğim şeyleri yapmak istemiyorlardı. Spor yapıyorum… O da olmuyor. Ben de duygularımı şimdi kâğıda aktarıyorum. Böyle daha iyi oluyor sanırım. Aslında yapacak bir sürü şey var da ben mi bilmiyorum?

Yalnız oturuyorum ve beynimin derinliklerine sürüyorum kendimi; neler yapabilirim diye. Fakat yine aynı yere geliyorum. Başlangıca… Sırtım kalorifer peteğinde olduğu için bu düşüncelerden ayrılıp sırtımın acısına odaklanıyorum.

Yerimden kalkıp elimi yıkamaya gittim. Dışarıya çıkmasam bile bunu ihtiyaç olarak gördüm. Çünkü o kadar çok korkmuştum ki, artık her iki saatte ellerimi yıkıyorum. Evet, korona virüsü yüzünden evde kalıyoruz. Her çocuk sıkılıyor (ben öyle düşünüyorum). Okuduğum kitaplarla hayata bakış açım değişiyor, en güzel hayalleri kuruyorum, hayatta sağlam durabilmemi sağlıyor. Siz de kitap okuyun. Bu hayatta parayla değil felsefe ile zengin olunur. Bir sürü güzel kitap var. Mesela: Franz Kafka (Dönüşüm), Asa Lind (Kumkurdu), Edmondo De Amicis (Çocuk Kalbi) Lev N. Tolstoy (İnsan Neyle Yaşar?) gibi kitaplar var isterseniz bunları da alabilirsiniz. Kitap okuyunca sıkılmazsınız. Yoksa kitap okumazsam hayal kuramam, kuramazsam da yapayalnız kalırım. Kitap dışarıya açılan tek kapım. Aslında bütün bunları yapmayıp dışarı çıkıp canım çıkana kadar koşmak, oynamak isterdim.

Akşam olduğu zaman da her şey farksız aslında ama oturup geceyi izliyorum, en eğlenceli kısmı da bu zaten. En çok geceyi severim. Bana huzur verir, hayal kurmamı sağlar. Mesela küçükken ay olmadığı zaman ayın benle saklambaç oynadığını düşünürdüm. Ay geri gelince ‘ebe sobe!’ derdim. Bu yüzden de geceyi beklerim. Dolunay olduğu zaman teleskobumu alır dolunayı izlerim. Taze fikirlerim gecede ortaya çıkıyor, korkularım da.

Bir pazar sabahı, dışarda ilkbahar güneşi açmış, yeşil yapraklar, mis gibi çiçek kokuları… Kahvaltımı yapıyorum. Bir parça ekmek, biraz peynir ve haşlanmış yumurta vardı. Tadı çok güzel, ama sanki yumurtaya çok mu tuz dökmüşüm? Çok garip. Ben tuz derdine düşmüşüm. Fakat ya öbür yoksul çocuklar? Onlar da tuz derdine düşmüşler midir? Kendi kendime düşünüyorum. Onlar bu yumurtayı on kişiyle bölüşüyor, bense bunu tek başıma yiyorum ve tuz derdine düşmüşüm. Bu haksızlık…

Kahvaltıdan kalktıktan sonra aileme afiyet olsun deyip dersimi çalıştım. Matematiğim öyle mükemmel denilecek kadar değil. Ama büyüyünce doktor olmak istiyorum. Bugünlerde çok ihtiyacımız olan, bizlere hayatlarını feda eden; hatta şimdilerde eğer bir doktor olsaydım enfekte olmuş bir doktoru bile kurtarabilirdim. Bunun için daha çok çalışmam lazım. Tabii bu virüs izin verirse… Fen derslerim hep çok iyidir. Çünkü çok iyi kalpli bir öğretmenim var. Aslında tüm öğretmenlerimi çok seviyorum. Onların bende değeri, hep en iyi yerdedir. Onlara bu karantina günlerinde gidip bizim için çalışmak zorunda olduğu için çok teşekkür ediyorum. Aslında öğretmenlerimi ve okulumu özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ah ah karantina neler yaptırıyorsun bana…

Uzaktan eğitimde mutluyum. İnternete girip şıp diye açıyorum istediğim dersi. Peki ya interneti olmayanlar? Onlar nasıl ders yapıyorlardı? Gerçekten çoğumuz şanslıyız, ama diğer çocuklar? Onlara ne olacak? Şanslıyım ben aslında.

Televizyonumuz bile var. Oradan korona virüsünü haberlerde duyuyorum. O masum insanların ölümlerini görüyorum. Bu beni çok korkutuyor. Korku içime yayıldıkça endişeleniyorum, boşu boşuna kendimi ve etrafımdaki insanları da üzüyorum. Bu endişe diğer insanlara da yayılıyor. Bu yüzden haber izlememeye çalışıyorum en azından virüsle alakalı olanları, iyi de olsun, kötü de. Ama bu korkunun da bir sonu var. Bir gün şu yaşanmakta olanı da geride bırakacağız. Korona virüsünün de bir sonu olacak elbet. Geçmişteki virüsler gibi (Ebola, domuz gribi, kuş gribi…) bunun da tedavisi bulunacak. O zaman hayat normale dönecek. İşte o zaman… Sonuçta her saat el yıkamak, kimseye dokunamamak nereye kadar! Bu virüsün aşısı bulunacak, peki ya yoksulluğun aşısı var mı?

Evimizde bir temizlik telaşı var. Bu temizlik işi keşke sona erse… Hem ben o kadar da hijyen düşkünü  değilim. Annem ise temizliği çok seviyor, ona kalsa her gün temizlik yapacak ki yapıyor da. Kulaklarım ağrıyor süpürge sesinden. Kafayı yiyeceğim. Bunları annemden gizli yazıyordum ama öyle olmadı; ansızın içeri dalıp –her zaman yaptığı gibi- onunla ilgili yazdıklarımı öğrendi. Verdiği ilk tepki ‘saçını açmışsın, kesin yerlere dökülecek, topla çabuk!’ oldu... Eğer bana ‘annenin her gün aralıksız temizlik yapmasını mı istersin, yoksa annenin haftada bir kere temizlik yapmasını, fakat bir daha hiç dışarı çıkamamayı mı istersin?’ diye sorsalar kesinlikle bir daha dışarıya çıkmamayı yeğlerim. Çünkü kulaklarım daha önemli!

Annem işe haftada bir kere gidiyor, düzenli olarak maaşını alıyor. Peki ya annesi babası her gün çalışan çocuklar. Ya da uzun mesai yapanlar. Onların çocuklarına kim bakacak? Kimse bu dönemde bakıcı istemez. Olur da isteyen olur ama parası yoktur. Ne olacak? Hem bakıcı da evinden çıkamaz ki. O anne ve baba kendi ekmek paralarını çıkarıyorlar. İşe gitmek zorundalar. Onlar için acil bir şeyler yapılmalı.

Kardeşim Lavin de az değil. Onunla bir oyun oynuyoruz (onun zorlamasıyla) iki dakika geçiyor yanıma gelip ‘canım sıkıldı tekrar oyun oynayalım!’ diyor. Çünkü o da kreşten uzakta. Ona elimden geldiğince yardım etmeye çalışıyorum tabii, ama çok abartıyor. Oyuna doyumsuz bir kardeşim var… Babam ise onların aksine, bana hak veriyor, sanki beni anlıyor. Onun da sıkıldığını biliyorum bu karantinadan. Ama biliyor ki bizim hayatımız söz konusu. Sokakta alacağımız virüslü nefesi eve getirip aile bireylerine bulaştırmamak için annemin ozon suyu kokusuna katlanmalıyım. Maskeniz veya eldiveniniz –tabii ki paranız- varsa markete gidince meyveleri eldivenle seçmelisiniz. Aksi takdirde dışardan aldığınız virüsleri meyvelere, oradan da insanlara bulaştırırsınız –malum hastaneler virüs kaynıyor- .

Üşüdüm, şu aralıklı olan camı kapatayım artık. Sırtım da demir petekten ağrımaya başladı. Durun, ellerimi yıkayayım da öyle veda edeyim size. Ne de olsa gece bastırmak üzere. Yoksa hayalsiz kalırım, maskesiz kalmaktan daha kötü benim için.

* 12 yaşında, öğrenci