'Şov devam etmeli'–Korona günlerinde medya

Başarılı sayılan TV performansı için hem çok "keskin konuşmamak", hem de reyting getirecek kadar ilginç olmak gerekiyor. İşte bu mekanizma nedeniyle şifacıların, kelle paçacıların, sahte bilimcilerin, gazete haberlerini ekranda uzmanlık olarak pazarlayanların halkın önüne “uzman” diye konulmaları “marka değerleri” ve bu performanslarına bağlıydı. Ta ki iş ciddiye binene kadar.

Google Haberlere Abone ol

Can Ertuna*

"Ben ne izledim az önce?"

Korona günlerindeki televizyonculuk, popüler kültürde bir şaşkınlık ifadesi olarak yaygınlaşan bu soruyu her geçen gün daha çok sorduruyor.

Bu haber ve programlardan yapılan bir video kolajı şurada bulabilirsiniz. Montajladığım farklı parçaların hepsi izlerken "ben ne izledim az önce?" diye sordurdu.

Televizyon –diğer geleneksel iletişim araçlarından farklı olarak – şova en yatkın mecra. Son dönemde birçok diğer krizde olduğu gibi "yerli ve milli" kanallarımız halkın artan bilgi alma açlığını doyurmak için, hem gün boyunca salgını konu etmek, bunu yaparken yöneticileri rahatsız edecek konulardan kaçınmak, bir de üstüne reyting almak için birbiriyle yarıştı.

Yine son dönemde ekranlarda bir spiker klişesi haline gelen deyişle "hal böyle olunca", ekranlar salgın yorumlayan emekli askerlerden şifacılara, "İslam’da cinsel hayat uzmanı” konuklardan, can kaybı sayısı açıklayan emekli hakemlere, kıymeti kendinden menkul komplo teorisyenlerine açıldı. Bu ilk kez olmuyordu elbette. Ancak daha öncekinden farklı olarak bu kez ortada herkesin ciddiye alarak, kendisini sakınması gereken büyük bir halk sağlığı sorunu vardı. Medya "teğet geçer" ruh halinden sıyrılıp işin ciddiyetini anlayana kadar Türkiye salgınla mücadelede kritik önemde haftalar kaybetti.

Yazının başlığı Britanyalı rock grubu Queen’in, grubun solisti Freddie Mercury AIDS nedeniyle yaşam mücadelesi verirken 1991 yılında çıkardığı, "Show must go on" (Şov devam etmeli) adlı şarkının sözlerinden alıntı. Şarkı Türkiye’deki ana akım medyanın halini de anlatıyor: "İçte kalbim parçalanıyor, makyajım akıyor olabilir ancak hâlâ gülümseyebiliyorum"...

Türkiye’de halkın başlıca haber kaynağı, hem KONDA gibi ulusal hem de Reuters Enstitüsü gibi uluslararası araştırma kuruluşlarının verilerine göre, hâlâ televizyon kanalları. Ana akım kuruluşların medya-iktidar ilişkileri çerçevesinde habercilikle aralarına koydukları mesafe üzerine çok yazıldı, konuşuldu. Bugün bir TV yöneticisini en çok zorlayan şey, şimşekleri üzerine çekmeden 24 saatlik yayını doldurabilmek. İşte bu açlığı doyurmak için kanalların kapısı önünde hazır bir "kanaat teknisyeni" ordusu var. Sosyolog Ulus Baker, medyada üzerinde konuşulanın, bilimsel akıldan farklı olarak kanaat iddiaları olduğunu ve bunun iletişimin özü haline geldiğini yıllar önce ilân etmişti. Ekranlarda boy gösteren iki kategori "uzman" var kabaca. Biri, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün aktardığı gibi, genel kabul gören, kolay tüketilebilir, "buyur edilmiş" fikirlerle düşünen, medyanın acil yorum taleplerine her daim hızla yanıt verebilecek ve değişen gündem maddelerine dair uzmanlık gerektiren birçok farklı konuda kendi uzmanlık alanıymış gibi konuşabilecek "kadrolu" konuklar. Bir diğeri de yaşanan krizin özelliğine göre kendi uzmanlık alanlarından medyaya geçici olarak davet edilen isimler. Bu kişilerin genel kabul gören görüşler ya da üsluba sahip olması kritik önemde. Bu kabulün dışına çıkanların üzeri "ama canım o da çok keskin konuşuyor" diye çiziliyor. Buradaki "keskinlik", medya çalışanı lûgatında, muhalif görüşleri dillendirmek... Stüdyo koltuğuna oturunca da televizyon yayıncılığının şovu önceleyen yapısı devreye giriyor ve ekranda boy gösteren bilim insanları da zaman sınırlaması, kısır tartışmalara sürüklenmeleri, moderatörün bir kadrolu "her şeyi bilen uzmandan" aldığı polemiği duvar pasıyla "peki buna ne diyeceksiniz?" diye kendilerine iletmesi nedeniyle yayında birer kanaat teknisyenine dönüşüyorlar. Ekran bir noktadan sonra herkesi gösteri dünyasının aktörü haline getiriyor. Televizyonun dayatmaları yüzünden "performans", bilgi birikiminden daha değerli hale geliyor. Dolayısıyla başarılı sayılan TV performansı için hem çok "keskin konuşmamak", hem de reyting getirecek kadar ilginç olmak gerekiyor. İşte bu mekanizma nedeniyle şifacıların, kelle paçacıların, sahte bilimcilerin, gazete haberlerini ekranda uzmanlık olarak pazarlayanların halkın önüne “uzman” diye konulmaları “marka değerleri” ve bu performanslarına bağlıydı. Ta ki iş ciddiye binene kadar...

İş ciddiye binince ekranlar bir nebze daha ciddileşti. Son dönemdeki her ciddi konu gibi yine o alışkanlık devreye girdi ve habercilik sınırı resmi yetkililerin beyanları doğrultusunda çizildi. Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı'nın toplantı ve tweetleri dikkatle izlendi. Sözleri ve ifadeleri hangi konunun haber yapılıp yapılmayacağını TV yöneticileri için belirledi. Bir süredir makbul konuklar Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyeleri. Değerli bilim insanlarından oluşan bu kurul üyeleri dışında salgınla savaşan hekimlerle teması olan ve temsil gücü bulunan Türk Tabipleri Birliği ya da tabip odası yöneticileri ana akım ekranlarında yine kendilerine pek yer bulamadılar şu ana kadar. Yaygın medya izleyicileri, devlet bürokrasisi ne kadar bilgi vermekle yetkiliyse o kadarıyla yetinmek durumunda yine. Yeni medyada hayat bulan bağımsız haber ve yayıncılığın rekabetini bu krizde de ensesinde hisseden geleneksel ana akım televizyonculuk ve habercilik anlayışı da pek umut vaadetmeyen bir sınavda ve milli birlik ve beraberlik olarak adlandırılan rıza imalatının tutkalı olma işlevini yeterli görüyor. Sosyal mesafeye vurgu yapılan günlerde hâlâ çok konuklu stüdyo programları yapılıyor ve halkın kriz dönemlerinde uyanan ekran ilgisi, haber üzerindeki kısıtlara rağmen canlı tutulmaya çalışılıyor.

Yazıyı yine Freddie Mercury’nin, yaşamının sonlanacağı geri dönüşü olmayan bir sürece girdiği günlerde seslendirdiği "Şov devam etmeli" şarkısının sözleriyle noktalayalım: "Devam edecek arzuyu bulmalıyım... Şov ile... Şov devam etmeli..."

* Gazeteci ve Doktor Öğretim Üyesi, Bahçeşehir Üniversitesi

Kaynakça:

Baker, U. (2015). Kanaatlerden İmajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru, (H. Abuşoğlu, çev.), İstanbul: Birikim Kitapları.

Bourdieu, P. (2000). Televizyon Üzerine, (T. Ilgaz, çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.