Selçuk Mızraklı: Kayyım uygulaması hakikate aykırıdır

Yerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Dr, Adnan Selçuk Mızraklı’nın duruşması 9 Mart’ta görülecek. Kayyım uygulamasının başarılı olmayacağını belirten Mızraklı, “Yargının tamamen denetimde olduğu, talimatlarla kararlar verdiği bir dönemden geçiyoruz” diyerek tahliye beklemediğini söyledi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Adnan Selçuk Mızraklı, 31 Mart yerel seçimleri için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne Eş Başkan adayı olduğunda, şehirde “Sadece tedavi ettiği hastalar oy verse bile kazanır” deniliyordu. Bu, şu anlama geliyordu: Mızraklı, temsil ettiği politik kimlik bir yana, Diyarbakır’da sevilen bir insandı.

Sadece tedavi ettiği hastalar oy vermedi kuşkusuz. Mızraklı, yüzde 62,93 oy aldı. Şehri kayyım olarak yaklaşık 3 yıl yöneten Etimesgut Kaymakamı Cumali Atilla da AK Parti’den adaydı ve ancak yüzde 30,99 oranında oy alabilmişti. Şehri 3 yıl yönetmek, şehir ahalisine kendini ve temsil ettiklerini sevdirmek, benimsetmek için yeterli bir zaman gibi görünüyor. Ama öyle olmadı. Şehir ahalisinin iktidarın desteğini arkasına alan Atilla’dan ziyade temsil ettiği uygulamaya karşı bir tepkisi mevcut olmalıydı ki aldığı oy oranı da bunu gösteriyor. Öte yandan seçmenin sezgilerinin güçlü olduğunu da kabul etmek gerekiyor galiba. Çünkü seçimden hemen sonra kayyımın belediyeye bıraktığı borçlar saçıldı ortalığa. Binlerce lirayı kadayıfa ve haşmetli makam odasına, şatafatlı banyoya harcamıştı.

İşte böyle, seçmenin kimlik arayışı, kayyım uygulamasına tepkisi ve sezgileri, kayyımın seçimde hezimet yaşamasına neden oldu. Ortalıktan kayboldu, sesi soluğu duyulmaz, esamesi okunmaz oldu. Bu arada, belki iddia edildiği gibi usulsüzdü bu harcamalar ama savcılar bunu soruşturmadılar, bu da ayrı bir konu.

Mızraklı, kayyımı alt ederek seçimi kazandı. İnsan şöyle düşünüyor: Kayyım uygulaması karşılık bulmadı, seçmen “seçtiğimiz insanlar yönetsin şehri” mesajını çok net verdi. İktidar bu mesajı almış ve kayyım uygulamasından vazgeçmiş olmalı. Mızraklı ancak 3 ay belediye başkanlığı yaptı, yerine şehrin valisi kayyım olarak atandı ve bir süre sonra hapse konuldu. Şehrin valisi hiç vakit kaybetmemiş, 1 Nisan’da Mızraklı’nın görevden alınması gerektiğini İçişleri Bakanlığı’na bildirmişti zaten. Bir itirafçının beyanları da bu talebe eklenince Mızraklı cezaevine konulmuştu. Seçim öncesinde “yeniden kayyım atarız” söylemini her fırsatta dile getiren bir iktidar varken şaşırmamak gerekiyor bu sürece. Aklını peynir ekmekle yemediğine göre iktidar olanların vardır bir bildiği, deyip geçelim.

Diyarbakır’ın kayyımla imtihanı, Mızraklı’nın belediye başkanı seçilmesi ve tutuklanmasıyla ilgili süreç, özet olarak böyle. Kayseri’de cezaevinde olan Mızraklı’nın 9 Mart’ta duruşması var. Yerine kayyım atanmış belediye başkanı, söz konusu uygulama hakkında ne düşünüyor? Memleketteki gelişmeleri izleyebiliyor mu? Tutuksuz yargılanmayı bekliyor mu? Cezaevinde neler yapıyor gibi seçmenlerinin merak ettiği soruları avukatlarının aracılığıyla ilettik kendisine.

Ağustos 2019’da yerinize kayyım atandı. Aradan bunca zaman geçtikten sonra daha soğukkanlı bir değerlendirme yapma imkânınız olmuştur. Hükümetin kayyım uygulamasının gerekçesi hakkında ne söylemek istersiniz?

Kürtlerin kamusal alanda sahip olduğu yegâne kurumlaşma olan yerel yönetimler, kendi kolektif yaşam beklentilerine cevap verebilen ve yerel yönetimlerle birlikte şahsiyet kazandıkları bir alandır. Siyasal olan, toplumsal, kültürel, sanatsal olan, yani yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir bütün olarak dünyevi ihtiyaçlarının biraz daha fazla Kürt tadını barındıran, istemlere, fasıllara imkan verebilen bir alandır. Yani halkların, Kürtlerin kendilerini devlet cenderesinden bir nebze de olsa kurtardığı ve kendini ifade edebildiği bir alandı. Böyle bir alana devlet müdahale etmiştir. Cendereden kurtulmaya çalışan kesimleri zor aygıtı ile kendi denetimi altına almak istemiştir. Devlet artık Kürt halkına biyolojik varlık olarak baktığından, sosyal-siyasal ve kolektif alanlarda zor yoluyla baskılayacağını ilan etti. Yani seçimleri ve anayasal sistemi bir bütün olarak kenara bırakarak bundan sonra bir tür idari ve askeri sömürge yönetimi tesis etme çabasına girişti. Kayyım uygulamasının gerekçesini kısaca böyle bir girişle açıklayabiliriz.

MİLLİYETÇİ SÖYLEMLER TERS TEPTİ

Kayyımlar dini ve Türk milliyetçiliğini kültür olarak ikame etmeye çalışıyor. “Sahabeler şehri” vurgusu ile kimi etkinlikler bunu gösterir nitelikte. Bu konuda başarı sağlanabilir mi?

Kayyım uygulaması hakikate aykırıdır. Bu yüzden bu uygulama ile bir değil on bin defa da kişileri ve rolleri değiştirse dahi halk gerçeklerin karşısında şüphesiz dik bir duruş sergileyecektir. Asla bu uygulamalara prim vermeyecektir. Bin yıllardır Kürdi renkler barındıran, Kürtler için önemli bir yere sahip olan bu kent asla böyle uygulamalara göz yummayacaktır. Dini hassasiyetleri istismar eden bir yaklaşım sergileyen kayyımlar, başarı elde edebileceğini sanıyorlarsa dönüp seçimlerde alınan oy oranlarına baksınlar. Demek ki bunlar, yıllardır uyguladıkları yanlış politikalara rağmen aynı şeyleri deneyerek başarı elde edebileceklerini sanıyorlarsa, kaybedeceklerini zaten kabullenmiş durumdadırlar. Bırakın Kürt coğrafyasını, yerel yönetimleri, sıradan bir idari organı kayyım marifetiyle yönetilebilir bir karar merci olarak gördüğü sürece de kaybedecektir.

Kimliksizleştirme ve asimilasyoncu politikalar faşizan iktidarlarda birçok ülkede denendi. Buna karşı ise bir halk duruşu sergilendi. Yani sömürge valiler ile bu kenti, kentlerimizi yönetmek istemeleri, sahabeler kenti vb söylemler kullanmaları boşuna değildir. Asimilasyonu dini bir kimlik üzerinden sürdürmek istemektedirler. Milliyetçi söylemler çok fazla ters tepince bu defada dini söylemler geliştirmek istiyorlar. Müslümanlığı, Türklerden önce kabul eden ve bunu kendi yaşamının bir parçası haline getiren Kürtleri bu söylemler üzerinden kendi kimliklerine yabancılaştırmak istiyorlar. Ama unutmasınlar ki bu halkın daha önceki sömürge valilerine bir cevabı olduysa bu sömürge valisine de mutlaka bir cevabı olacaktır. Başarısız bir girişim olarak bir kenarda duracaktır.

KAYYIMLAR VE KÜRTÇE

Kürtçeye ilginin şehirlerde ve ekonomik durumu iyi çevrelerde kullanımının azaldığı yönünde bilgiler veriyor. Bunun birçok nedeni vardır mutlaka. Ama bunda kayyım etkisi ne kadardır?

Kürtçenin şehirlerde kullanımının azalmasının nedeni sadece kayyım değildir. Kapitalist modernitenin dayatmaları en önemli etkendir. Kentlerin büyümesini, eğitim politikalarını, ekonomik koşulları, siyasal durumu vb birçok etkeni yok saymamak lazım. Kayyım politikaları da buna katkı sağlamıştır. Özellikle yerel yönetimlerimizin açmış olduğu ve her çocuğun kendi anadilinde kendilerini ifade ettikleri çocuk kreşlerini görmezlikten gelemeyiz. Kayyımlar ilk başta bu alanlara yöneldi. Bu alanları kapattı. Kültürel boyutta ise Kürtçe oyunları yasaklaması, festivallerin yapılmaması, kadın çalışmalarının tümden yok edilmiş olması bunu etkileyen faktörlerdir. Fakat tüm bunlara rağmen unuttukları bir şey vardır: Kürt halkının hafızası. Diyarbakır’ın çok yönlü tarihsel, kültürel ve politik bir hafızası var. 1925’ten 1980’e, oradan 2015-2020’ye uygulamaya çalıştıkları politikalar vardır. Tüm bunlara rağmen geçmişte olduğu gibi bugün de kentin bütün kültürel, inançsal ve etnik mozaiğine teklik politikasının enstrümanlarını monte etme çabası beyhude kalacaktır. Kimliğini onur olarak gören insanların bu türden politikalara geçit vermeyeceğine inanıyorum.

Kentsel alanlar şüphesiz devlet politikalarının ağırlıklı olarak etki kapasitesini artırdığı yerlerdir. Asimilasyonun hızlandırılmasına dönük bir program yürütüldüğü ve kısmen de etkili olduğu inkar edilemez bir durum. Kayyımların valiliklerle beraber özellikle milli eğitim müdürlükleri, birtakım dernekler, tarikatlar, cemaatler ve vakıflar marifetiyle bunu yürütmeye çalıştıkları çok açık. Bu programı yürüten konsorsiyuma bakıldığı zaman niyetin ne olduğu bellidir. Ama en ağır koşullarda dahi varlığını güçlü bir şekilde koruma ve yarına aktarmış bir halk ve kadın gerçekliği var. Kürt anaları var oldukça ne bu dil ne bu kültür tüketilemez.

KENTİN SORUNLARINI KENT KONSEYİ İLE ÇÖZECEKTİK 

Başkanlığınız çok kısa sürdü. Ama yine de şunu sormak isterim: yaklaşık 3 ay içinde, kayyımdan devraldığınız ve ciddi bir sorun olarak değerlendirdiğiniz uygulamalar neler oldu?

Kayyımdan devraldığımız en önemli 3 başlığı ifade etmek isterim: Mali, idari ve kültürel alanda tam bir tahribat yaşanmıştı. Bu çerçevede bütün sorunlara dönük ciddi bir biriktirme çabalarımız oldu. Attığımız ilk adımlarda gerek idari anlamda iyi yürütülen bir personel politikası, gerek borç yükünün yakın dönemli ödenmesi gerekenin yüzde 80’nin ödenmiş olması, gerekse sokakta kültür merkezlerimize kadar birçok yerde sanatsal ve kültürel faaliyetlerin arttırılması söz konusuydu. Kayyım çok fazla tahribat yaratmıştır. Ekonomik tahribatlar en fazla göze batanlardı. Ve toplum tarafından da çok fazla konuşulandır. Yıllarca borçlanarak belediyeyi batık bir konuma getirmeleri önemlidir. Yenilen fıstıklı kadayıflar, yapılan altın varaklı banyolar vb. ama onlardan daha önemli sorun ise toplumsal, kültürel ve ideolojik tahribatlardır. Aslında bizlerin görmesi gereken tahribatlar da bunlardır. Bizler ilk bunu gördük ve onarmaya çalıştık. Evet, belediyeyi borçlandırıp kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları harcamaların ödemelerini yaptık, doğrudur. Ama ekonomik olmayan tahribatları daha çok onarma çabası gösterdik diyebiliriz. Bundan dolayı da özellikle kültür ve sanata yöneldik. Kadın çalışmaları ve çocuk çalışmalarını merkeze aldık. Çünkü en büyük tahribatlar bu alanlardaydı. Bizim bu çalışmalarımız da iktidarı rahatsız etti diyebiliriz. Çok kısa bir süre kaldık ama önceliğimizi belirlemiştik. Çalışmalarımızı bu yönlü yaptık diyebiliriz.

Öncelikle hangi alanda (imar, sosyal, işsizlik vb) çalışma yapmak isterdiniz? Neden?

Başta sosyal politikalar alanında, merkezinde kadın, çocuk, yoksulluk, emekçi politikalar olmak üzere en yoğun çabayı göstermek istiyordum. Çünkü oldukça yüksek genç nüfusu olan bir kentteyiz. Kadın ve çocukların dezavantajlı bir konumu vardı. Sosyal kapasite edinimlerinden uzaklaştırılmışlardı. Bunların önlerinin açılması gerekmektedir. Yoksulluğun kol gezdiği bir kentten bahsetmekteyiz. İktidarın yönelimleri özellikle kadın ve çocuklara daha fazla olmakta ve kent yoksul bırakılıp iktidara, devlete muhtaç bir hale getirilmek istenmektedir. Bizler de bunun karşıtı çalışmalar yürüttük. Ama süre çok kısaydı. Bu çalışmalar ise uzun vadeli çalışmalardır. Derin bir yoksulluğun hakim olduğu bir kentte kısa bir sürede başarı sağlamak imkansızdır. Bizler uzun vadeli bir planlama ile bunlarla mücadele etme kararlılığındaydık. Kadın çalışmaları, çocuk ve dil çalışmaları önceliğimizdi. Birçok çalışmayı başlattık ama yarım kaldı demek doğru olur.

Yoksullukla mücadele konusunda ise Sarmaşık Derneği’nde kazandığımız tecrübe vardı, el ele vermek ve yoksulluğun önüne geçmek önemlidir. Vaktimiz olsa Sarmaşık Derneği’nden edindiğimiz tecrübeyi yerel yönetimler olarak hayata geçirecektik. Öte yandan engelli nüfusun fazla olduğu bir kentte engelsiz bir kent yaratma çabalarımız vardı. Yani kentin tüm sorunlarını çözme konusunda çabamız vardı. Bunu da Kent Konseyi ile tüm tarafların katılımıyla yapmak istedik. Kent Konseyi’ni toplamak seçimler sonrası yaptığımız ilk işlerden biridir. Türkiye’de hızlıca oluşturulan ilk Kent Konseyi bizim şehrimizde oldu. Bundaki amaç kentin önceliklerini, bu kentte yaşayanlarla belirlemek ve çözüm bulmaktı.

KİTAPLAR DEPODA TUTULUYOR

Kültüre önem verdiğinizi biliyoruz. Belediye başkanlığınızı kutlamaya gelenlerden çiçek vb yerine kitap getirsin istediniz. Bir kitaplık oluşmaya başlamıştı. Sonra ne oldu bu kitaplar, merak ettiniz mi?

Merak etmez olur muyum? Kitaplarımız depoda duruyor. Bir kısmıyla şehirlerarası otobüs terminalinde kitap rafları kurmuştuk. Seyahate gidenlerin ve gelenlerin alıp okudukları, eksildikçe bizler tarafında tamamlanacak raflar şeklindeydi. Benzeri olmayan bir uygulamaydı. Hatta dergiler ve diğer basılı eserlerle de desteklemeyi, güçlendirmeyi düşünüyorduk. Koşullar elvermedi. Bu kitaplar kayyım tarafından depoda tutuluyor. Birkaç defa görüşmeler oldu. Bu kitapları istedik. Tamam dediler. Ama vermediler. Bu kitapların bir an önce bir kütüphanede okurları ile buluşması gerektiğine inanıyorum.

Sizce neden Kayseri’deki cezaevine gönderildiniz? Kayseri’de mahpus olmanın sizin için dezavantajları nelerdir?

Osmanlıdan bu yana muhalifler ve özellikle de Kürt muhalifler bu sürgün ve tecrit politikalarıyla karşılaştılar. Kendi toplumsallığınızla temas etme kapasitemizden uzaklaştırıldığımız her an bir başka cezalandırma biçimine dönüşür. Birey olarak bende zerre kadar tahribat yaratamayacaklarını bunu yapanlar da çok iyi biliyorlar. Bunların derdi hem bana hem aileme hem de hukukçu arkadaşlarıma zorluk çıkartmak ama azmimizle bütün bunları aşıyoruz. Aşacağız da. Daha önce de kısa bir cezaevi deneyiminiz olmuştu. O zaman doktor olarak mahpustunuz ve bir konuşmamızda, kaldığınız hücredeki mahpusların sizi çok iyi “ağırladığını” söylemiştiniz. Kayseri’de belediye başkanı olarak bulunuyorsunuz. Bir ayrıcalık var mı sizin için. Hem cezaevi yönetimi hem de mahpuslar tarafından...

Cezaevinde kaldığım koğuştaki genç arkadaşlarımız bana ihtiyar muamelesi yapıyorlar. Bu yüzden şikayetçiyim. Ben kendimi oldukça genç ve zinde hissediyorum. Hatta bazen, “Ben tek siz hepiniz, isterseniz güreşelim” diyorum. Burada da böyle, koğuştaki arkadaşlar beni iyi ağırlıyorlar. İlişkilerimiz yoldaşçadır. Ama bir ayrıcalık yoktur.

Cezaevi açısından ise herhangi bir ayrıcalığım olmadığı gibi herkesten daha fazla haberleşmem denetleniyor. Hatta bazen telefon görüşmelerimde sesin azaldığını hissediyorum.

Dışarıyı, siyaseti, Diyarbakır’ı izleme şansınız oluyor mu?

Olmaz olur mu? Hem hasretten hem hassasiyetten her zamankinden fazla beş duyumu kullanabilme koşullarında olduğum için başta medya üzerinden olmak üzere diğer yandan gelen avukat arkadaşlarımla sohbetlerimizde takip etme fırsatım oluyor. Küçük okumalar yapıyorum. Değerlendirmelerimi arkadaşlarımla paylaşıyorum.

BİSTURİ İLE MUHTEŞEM ESERLER

Neler okuyorsunuz?

Koğuşta bulunan hemen tüm kitapları bitirdik. Dışarıdan gelen kitaplara başladım. Notlar alarak okuduğum kitaplar var. Bir de zihnimi boşa almak için zaman zaman roman okuyorum.

HDP’li milletvekilleri ile belediye başkanları cezaevinde kitaplar yazdılar. Sizin böyle bir çalışmanız var mı?

Bizim cezaevindeki arkadaşlarımız bu konuda hakikaten mahir çalışmalar yaptılar. Bizim de başımıza iş açtılar. Ama “Hadi kitap yazayım” demekle olmuyor. Eş Genel Başkanımız (Selahattin Demirtaş'ı kastederek) kalkmış hem resim yapıyor hem kitap yazıyor, hem de vecizeler üretiyor. Ayaklı kültür merkezi sanırsın. Aslında cezaevindeki birçok arkadaşımız böyle. Her biri ayrı bir yetenek. Ve yeteneklerini ise dışarıdakilerle, arkadaşları ile paylaşıyorlar. Bu konuda oldukça iyiler. Bana gelince ne fırça tutmayı biliyorum ne kara kalem çalışması ne karikatür çizmeyi biliyorum. Zaman zaman makaleler çıkarsam galiba yeterli olur diyorum. Ama benim de kendi alanımda yeteneklerim var. Mesela bir bisturi temin edebilirsem muhteşem eserler yaratabilirim, emin olabilirsiniz.

Duruşmanız 9 Mart’ta. Tahliye bekliyor musunuz?

Tahliye beklemiyorum. Talep de etmiyorum. Yargının mevcut durumu ortada. Böyle bir ortamda gerçekçi olmak lazım. Yargının tamamen denetimde olduğu, talimatlarla kararlar verdiği bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönemde biz siyasiler için alınan kararlar da siyasidir. Bunu tüm siyasetçilerimizin davalarında gördük. Hukuk tamamen ayaklar altında ezildi. Benim davamda da böyledir. İtirafçının iftiralarını, yalanlarını ortaya çıkardık. Olmayan suçlar üretmeye çalıştıklarını kanıtladık. Buna rağmen hala tutuklu olmam, hukukun hangi durumda olduğunu göstermeye yetiyor sanırım. Bundan dolayı lafı çok uzatmayı uygun bulmuyorum. Bizler burada esir tutulmaktayız. Bundan dolayı da tahliye talebinde bulunmayacağım. Ama her koşul altında bu hukuksuzluklarını kamuoyuna duyurmaya çalışacağım.

8 Mart haftasına girdiğimiz bugünlerde dünya emekçi kadınlarının 8 Mart’ını kutluyor, direnişlerini buradan selamlıyorum.