Eski YÖK Başkanı Özcan: Üniversiteler YÖK bağımlılığından kurtarılmalı

Gelecek Partisi’nin 'gölge kabinesi' Politika İzleme Kurulu’nda Eğitim Politikaları Başkanı olan eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, eğitim üzerine raporlar hazırlamaya başladı. İlk raporda Türkiye’deki eğitim sisteminin kalite sorununa odaklanan Özcan, 'Üniversiteleri YÖK bağımlılığından kurtarmak lazım. YÖK’ü kaldırmayın ama daha basit, sadece politikalara karar veren bir kurum haline getirebilirsiniz. Kadrolarla değil eğitim politikalarıyla uğraşsın. Genel düzenleme yapan kurum olsun' dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Başörtüsü yasağı ve katsayı tartışmalarının yaşandığı 2007-2011 yıllarında Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı yapan Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu öncülüğünde kurulan Gelecek Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Parti içerisinde 'gölge kabine' olarak adlandırılan, bakanlıkların faaliyetlerini denetleyen Politika İzleme Kurulu’nda, eğitim alanı Yusuf Ziya Özcan’a emanet edildi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın faaliyetlerini ve üniversiteleri yakından takip eden, atılan olumlu ve olumsuz adımlara ilişkin raporlar hazırlayan Gelecek Partisi Eğitim Politikaları Başkanı Yusuf Ziya Özcan ile konuştuk. Partisine sunduğu ve yakın dönemde kamuoyuyla da paylaşılacak eğitim raporlarını periyodik olarak hazırlamaya devam edeceklerini belirten Özcan, "Amacımız Milli Eğitim’de iyi yapılan şeyleri takdir etmek, iyi yapılmayanları da dikkate sunmak" dedi.

Özcan’ın, uluslararası sıralamalarda üst sıralarda yer almayan, hiç atıf yapılmayan akademisyenlerin rektör olarak görev yaptığı üniversitelerin durumuna, dört yıllık YÖK Başkanlığı döneminde 'eksik' kalan çalışmalarına dair sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

'TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM SİSTEMİNİN KALİTE SORUNUNA BAKMAYA ÇALIŞTIK'

Gelecek Partisi’nin içerisinde kurulan 'Gölge Hükümet'te eğitim alanı size emanet edildi. Bu süreçte eğitim alanına ilişkin ilk raporu hazırlayıp parti içerisinde sundunuz. Hazırladığınız ilk raporun çerçevesi nasıl oluştu?

İlk raporda Türkiye’deki eğitim sisteminin kalite sorununa bakmaya çalıştık. Son yıllarda Türk eğitim sisteminde tüm kademelerinde okullaşma oranı büyük ölçüde arttı. Okulların fiziki altyapılarında önemli değişiklikler oldu. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, sınıf başına düşen öğrenci sayısı azaldı. İdeal bir durum ortaya çıktı fakat kalitede eksiklikler görülmeye başlandı. Fiziki gelişme olurken kalitedeki gelişmeyi yürütmek zor oluyor biraz. Bizim sistemimizde kalite sorunu yaşıyor. Nicel göstergelere olumlu bakıyoruz ama kalite sorunu varlığını devam ettiriyor. Bu raporu da o nedenle yazdık.

Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 2007-2011 yılları arasında YÖK Başkanlığı yapmıştı.

'İLK RAPORDA ÜNİVERSİTE SINAVINDAKİ BAŞARISIZLIKLARA ODAKLANILDI'

Türk eğitim sisteminin nerede durduğunu görebilmek için bakabileceğimiz birkaç ana istatistik var. Bunlardan en önemlisi üniversite giriş sınavları yani kademeler arasındaki geçiş sınavları. Bunun yanında uluslararası mukayese yapmaya yardım eden sınavlar. Kurulumuzun ilk hazırladığı raporumuzda bunlara odaklandık. Üniversiteye giriş sınavına baktığımızda son on yılda özellikle, sıfır çeken aday sayısının 25 ile 50 bin arasında değiştiğini görüyorsunuz. Daha da kötüsü sınava giren adayların yüzde 25’i bir veya birden daha az soruya doğru cevap vermiş. 2019 genel yetenek testinin temel matematik bölümüne bakarsanız sınava giren adayların yüzde 13’ünün hiçbir soruya doğru cevap veremediklerini, yüzde 10’unun ise sadece bir soruya doğru cevap verdiklerini görürsünüz. Benzer bir durum PISA’da da görülebilir. 2018 sonuçlarında Türkiye, Fen Bilimleri, Matematik ve Okuma alanlarında PISA 2015’e göre farklı sonuçlar aldı. Puanlar biraz yükseldi, insanların çoğu da bizim sistemimiz iyi iş yapıyor gibi sonuç çıkardı. Halbuki bu doğru değildi. Bu son sınavın puanlarına bakıldığında okuma puanı 466, matematik 454, fen puanı da 468. OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında rekabetten çok uzak puanlar. Ortalamalara bakarsanız ortalamamız da düşük.

‘ÖĞRETMENLERİ GÜNCELLEŞTİRECEĞİZ’

Eğitim alanına ilişkin raporlarınız bu süreçte devam edecek. Gelecek Partisi olası bir iktidar durumunda eğitim alanına dair ne gibi vaatler sunuyor?

Bu raporları yazmamızın amacı bu. Biz her ay yapacaklarımızı anlatacağız. Türkiye’nin en önemli problemlerinden bir tanesi öğretmenlerdir. Biz işe öğretmenlerden başlamayı tercih ederiz. Bir kere öğretmenlerin yaşam standardını fevkalade arttırmamız gerekir. Eğer öğretmenleri yeterli olacak şekilde yetiştiremezseniz Türkiye hiçbir şekilde kalkınamayacaktır. Türkiye’nin kurtuluşu eğitimdedir ve en önemli unsur öğretmenlerdir. Yaşam standartlarını arttıracağız ve öğretmenlerimizi bilgileri itibariyle güncelleştireceğiz. Yapılan KPSS’deki alan sınavlarına bakarsanız öğretmenlerimizin çok da başarılı olmadığını görürsünüz. Örneğin 50 soruda 15 doğru yapan pek çok öğretmen adayımız var. Bilmeyen hoca öğretemez. Amerikalıların çok güzel bir sözü var, "Eğer öğrenci bilmiyorsa kabahat hocadadır" derler. Biz de öğretmenlerimizi ayağa kaldırmak zorundayız. Hem yaşam standardı olarak hem de akademik olarak bunu yapacağız.

'SİSTEMİMİZDE ÇOK FAZLA GEREKSİZ BİLGİ VE TEKRARLANAN BİLGİ VAR'

İkinci yapmak istediğimiz şey, müfredatları sadeleştireceğiz. Bizim sistemimizde çok fazla gereksiz ve tekrarlanan bilgi var. Onu muhakkak elden geçirip sadeleştirmemiz lazım. Vizyon 2023 öngörüsünde Milli Eğitim Bakanlığımız da bu konuda aynı sonuca varmış. Çok daha basit, ders sayısı daha az, tekrarları olmayan bir ortaöğretim taslağı sunuyorlar. Bir başka konu da mesleki ve teknik eğitim. Bugünlerde Türkiye’de mesleki teknik eğitimle ilgili çok güzel işler oluyor ama yetersiz. Daha da ileriye götürmemiz lazım. Her birinin altında çok detay var ve zamanla bunları da anlatacağız.

'ÜNİVERSİTELERİ YÖK BAĞIMLILIĞINDAN KURTARMAK LAZIM'

Sizin YÖK Başkanlığı görevini üstlendiğiniz dönemde başörtüsü ve katsayı en çok tartışılan başlıklardı ve bunlara dönük adımlar attınız. Bugün üniversiteler kaliteleri noktasında da çok tartışılıyor. Uluslararası sıralamalarda ilk beş yüze giremeyen, rektörlerine atıf yapılmayan bir üniversite yapısı var. Eski YÖK başkanı olarak üniversitelerin mevcut yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İyi yapıp yapmadığımızı bize gösterecek bazı göstergeler var. İlk beş yüz sıralamasına girmek biraz ötede bir şey ama ondan daha basit olan birkaç parametreye bakmak daha iyi. Bakabileceğiniz şey patent sayısı olmalı, patent müracaatları olmalı. Çok iş yapmadığımız belli. YÖK Başkanıyken de söylediğim önemli bir sıkıntı var Türkiye’de: O da maalesef YÖK. YÖK’de yapılan standart bir gömleği farklı bedenlerdeki üniversitelere giydirmek çok yanlış bir şey. Siz çok iyi durumda olan, örneğin Orta Doğu Teknik Üniversitesi’yle Hakkari’deki bir üniversiteyi aynı kefeye koyup aynı muameleyi yapıyorsunuz. Esas yanlışlık buradan geliyor. Üniversiteleri YÖK bağımlılığından kurtarmak lazım. Ben eskiden de sık sık bunu söylerdim, arkadaşların garibine giderdi. "YÖK Başkanı YÖK’ü kaldırmak istiyor" falan derlerdi. YÖK’ü kaldıramazsınız. Kaldırmayın ama daha basit, sadece politikalara karar veren bir kurum haline getirebilirsiniz. Bütün kadrolarla uğraşmasın ama eğitim politikalarıyla uğraşsın. Genel düzenleme yapan kurum haline getirebilirsiniz.

'ÜNİVERSİTELERDEKİ KALİTE HİÇ DEĞİŞMİYOR'

Örneğin Almanya’da YÖK gibi bir kuruluş yok ama rektörlerle birlik var. Üniversite meselelerinde rektörler bir araya geliyorlar, tartışarak meseleleri hallediyorlar ve kararlar alıyorlar. Bizde de YÖK öyle bir hürriyet kazanmalıdır. Üniversitelerin bütçelerine bakın. Birbirinden çok ayrı bütçeleri olan üniversiteler var. "Bir dahaki sene için bütçeyi tayin edin" dediğinde biz üniversitelere ne diyoruz? "Bütçelerinizi yüzde beş arttırın bize yollayın" diyoruz. Hiçbir şeye bakmıyoruz. Üniversite başarılı mı, değil mi? Kaç tane makale basılmış, araştırması var, patent almış mı almamış mı bakmıyoruz. Yüzdeyi arttırıyoruz ve arttırılmış bütçeler veriyoruz. Böyle bir şey olamaz. Üniversitelerdeki kalite hiç değişmiyor, kendi halinde gidiyor. İyi yapanlar zaten yapıyor, kötü yapanlar da olduğu yerde kalıyor. YÖK’ün "Birkaç üniversiteyi ayrıcalıklı hale getirdik, bunlarda da şu tür çalışmaları bekliyoruz" gibi müdahaleleri hiç olumlu değil. Bırakın tarihiyle kendini ortaya koymuş üniversitelere daha fazla destek verilsin. Hiçbir kabiliyeti olmayan üniversiteye, “Çok iyi işler yapacaksın, biz seni destekleyeceğiz” demenin faydası olduğunu düşünmüyorum.

'YAPILAN YANLIŞ, ÜNİVERSİTELERİ KAPATMAKTI'

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye uzun bir dönem OHAL ile yaşadı. 6 bine yakın akademisyen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile üniversitelerdeki görevlerinden ihraç edildi. Bu akademisyenlerin bir kısmı da Barış Bildirisi’ni imzalayan akademisyenlerdi. Bu ihraçlar üniversitelerin güç kaybetmesine neden oldu mu?

Yapılan yanlış, üniversiteleri kapatmaktı. Atılanlara FETÖ’cü deniyor. FETÖ’cü olabilir. Onları okuldan uzaklaştırabilirsiniz. Önce soruşturmalar yapılır, tespitler yapılır, deliller bulunur sonra insanları suçlarsınız. O suçlamayı yapmadan toptan üniversiteyi, bu üniversiteler FETÖ’cüler tarafından kurulmuştur diye kalksın diyemezsiniz. O üniversiteler durabilirdi. Madem onları istemiyorsunuz, FETÖ’cü olduğu tespit edilen insanları uzaklaştırsanız kapatılan 15 üniversite kalırdı. Pek çok öğrenci de kalırdı. Bu süreçte öğrenciler de öğretim üyeleri de gitti. Her attıkları öğretim üyesinin onların söylediği klasmana girdiğini düşünmüyorum. O kadar çok haksızlık oluyor ki KHK’larda üniversitelere düşen bu.

Bu süreçte Barış Akademisyenleri Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının ardından beraat kararı aldılar ama OHAL Komisyonu hala dosyalarını görüşmedi ve işe dönüş kararı vermedi.

Maalesef vermiyor. Adalet bu günlerde tecelli etmiyor. İnşallah yakında düzelecek diye düşünüyoruz.

'ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ KENDİNİ KURTARACAK DURUMDAYDI'

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun da kurucuları arasında yer aldığı Şehir Üniversitesi de çokça tartışıldı bu süreçte. Marmara Üniversitesi’ne devredildi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu da öbürleri gibi yanlış olan bir süreçti. Çok ufak bir yardımla kurtarılabilirdi. Zaten üniversite zor bir durumda değildi. Eğer herkese yapılan yardım, iş adamlarına, tüccarlara gösterilen tolerans bu üniversiteye de azcık gösterilseydi, yani zaman tanınsaydı üniversite kendini kurtaracak durumdaydı. İnsanı üzen de o. Kendini kurtaracak bir üniversitenin siz batmasına sebep oluyorsunuz, el değiştirmesine sebep oluyorsunuz. İdarecilerden öğrendiğimiz kadarıyla şimdi hiçbir sorun olmayacaktı. Bilim ve Sanat Vakfı’na el koymak da öyle. Kayyım da atandı. Eğitim kurumlarına, ilim ve bilimle uğraşan kurumlara böyle müdahalelerde bulunmak demokrasiler için çok hoş şeyler değil. Tam aksine el üstünde tutmalıyız. Suçlu ve zararlı insanlar varsa onları ayırt etmek devlete aittir. Birkaç kişi yüzünden topyekûn bir üniversiteyi kapatamazsınız, devredemezsiniz. Yanlış olan bu.

'BİNALARDAN NE İSTİYORSUNUZ?'

Eğitim üzerinden cezalandırma olur mu?

O çok kötü bir şey. Bunun çözümleri olmalı. Esas olan bunları yaşatmaktır kapatmak değil. Bir şekilde çelme takmak değil. Üniversitelerimiz yaşarsa kalkınacağız. Eğitimden başka bizim kalkınmak için yolumuz yok. Bizi kurtaracak tek şey eğitimdir. Üniversiteleri nasıl böyle kapatabiliriz? Üniversite kapatmak ne demektir. Suçlular varsa alın onları ve cezalandırın ama üniversitenin ne günahı var. Binalardan ne istiyorsunuz? İnsanlar eğitim görsün.

'EĞİTİM FAKÜLTELERİNİN KONTENJANLARINI AZALTMAK GEREKİRDİ'

YÖK Başkanlığı ve büyükelçilik görevlerinde bulundunuz. Geriye dönüp baktığınızda yanlış ya da eksik yaptığınız, 'keşke şunu da yapsaydım' dediğiniz bir şey var mı bu süreçte?

Var tabii. Mesela kalite meselesi YÖK’teyken son zamanlarıma denk geldi. Yeteri kadar uğraşamadım. Keşke uğraşsaydım. Benim zamanımda en fazla öğrenci üniversiteye alındı. Rakamlarda bugün de olduğu gibi niceliksel kısımları tam yaptık ama kalite kısmına geldiğimizde, yönetmeliğini falan hazırlamıştım, kalite kurumunun ama faaliyete geçirmek için üniversiteleri kalite kontrolünden geçirmek gibi bir şey yapılabilirdi. Zaman yetmedi. Son yıla da onu sığdıramadık. Öğretmen yetiştirmekle ilgili eğitim fakültelerinin kontenjanlarını azaltmak gerekirdi. Sorunu da biliyorduk. Dışarıda da 300 bine yakın tayin bekleyen öğretmen vardı. Şimdi düşündüğüm bir plan var, o zaman uygulayabilirdim. Daha az öğrenci alabilirdik. Eğitim fakültelerimizin mevcut öğretmenlerimizin yüksek lisans kazanması için çalışmalarını sağlayabilirdim. Hatalarım, eksik yaptığım şeyler vardır. Herkesin var. Bazen vakit yetmiyor. Bazen konunun önemini yeteri kadar kavrayamıyorsunuz.

'ÖĞRENCİLERİ YÖNLENDİRME İŞİNİ DE BECEREMEDİK'

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk yaptığı bir açıklamada, "Üniversite öğrenci sayısı çoksa o ülkede sorun vardır. Herkes üniversite okumak zorunda değil" dedi. Siz de Selçuk’a katılıyor musunuz?

Ziya Selçuk’un söylediği doğru. Ülkelerdeki istatistiklere bakın, insanların çoğu üniversiteye gitmiyor. Bizim de yüzde 35’i gidecek, yüzde 65’i mesleki eğitime gidecek diye kurallarımız vardı. YÖK Başkanı olmamdan çok önce Türkiye teorik olarak bunları halletmişti. Biz bunu hiçbir zaman tutturamadık. Tutturamamamızın nedenleri vardı. Askerlik için yükseköğretimlere iyi bir kıyak yapılıyordu, onlar yedek subaylık yapıyordu. Eğitimin iç sayfalarında yönlendirme işini de beceremedik. Almanya’da yapılan yönlendirme gibi bir yönlendirme sistemimiz yok. Çocuklar ilkokuldayken onların özelliğine öğretmenler, veliler ve öğrencilerle birlikte bakıp çocuğun geleceğine karar verecek mekanizmamız yok. Katsayının da esasında amacı buydu ama yanlış bir şekilde yaptıkları için tutmadı. Meslek okuluna babası tarafından yazdırılan çocuğun makineye kabiliyeti olup olmadığını bilmiyoruz biz. Ya da imam hatipe giden çocuğun dini konulara yatkınlığı olduğunu bilmiyoruz. Babası, Kur'an öğrensin, dini bilgileri tam olsun diye yolluyor ama onu oraya mahkum etmek yanlıştır. Çocuk kabiliyetiyle orada değil. Biz bunun doğrusunu yapabiliriz. Çocuklar ilkokuldayken öğretmenleri, velileri, çocuğun kendisiyle çocuklarımızı yönlendirebiliriz. Sayın bakan doğru söylüyor, herkes üniversiteye gitmek zorunda değil. Yükseköğretim almak isteyene o olanağı vermek güzel bir şey ama bunu da çok zorlamamak lazım. Memleketin ihtiyacı olan yükseköğretim bitirmiş insanlar değil.