Gelecek Partisi, ‘Kanal İstanbul’ raporunu açıkladı: Bakanlık, ÇED raporuyla tarafsızlığını yitirdi

Gelecek Partisi, ‘Kanal İstanbul’ raporunu açıkladı. Politika İzleme Kurulu (PİK) Koordinatörü Feridun Bilgin, Kanal İstanbul’a ilişkin ekonomik, güvenlik ve uluslararası etkileri bakımından parti olarak tatmin olmadıklarını ifade etti. Bilgin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birçok yönden risk barındıran projeye ‘ÇED olumlu’ raporu vermesini ‘Tarafsızlığını yitirmiş’ sözleri ile açıkladı. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde projeye itiraz edip etmediği tartışmalarına da cevap veren Bilgin, “7 Haziran 2015 tarihinde de seçim beyannamesinde Kanal İstanbul yoktu” diye cevap verdi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA- Gelecek Partisi, Kanal İstanbul'a ilişkin raporunu açıkladı. Politika İzleme Kurulu (PİK) Koordinatörü Feridun Bilgin başkanlığında hazırlanan raporda, projenin çevresel etkileri, ekonomik maliyeti ve uluslararası güvenliği içeren Montrö Sözleşmesine ilişkin 8 başlıkta ele alındı. İstanbul Boğazında, trafik sayısını ve kazaları tehdit eden bir hususun bulunmadığını ifade eden Bilgin, “İstanbul Boğazı’nda Marmaray denizaltı tüneli yapılırken, gemilerin geçişi tek şeride indirilmiştir. Marmaray bittiği halde gemi geçişi çift şeride dönüştürülmemiştir. Bu sebeple gemiler Boğaz’da karşılaştırılmadıklarından çarpışma riski çok düşmüştür. TANAP, Türk Akımı boru hatları, Rusya, Kafkasya ve Türk Cumhuriyetlerindeki petrol ve doğalgaz keşifleri nedeniyle önümüzdeki yıllarda boğaz trafiğinde artma değil azalma olacak” dedi.

'KANAL İSTANBUL MALİYETİNİ KARŞILAYAMAZ'

İstanbul Boğazı'ndan geçen gemilerden yıllık 110 milyar dolar gelir elde edildiğini hatırlatan Bilgin, Kanal İstanbul üzerinden yaptıkları ekonomik değerlendirmeyi su sözlerle anlattı:

"Montrö Sözleşmesi’ne göre, gemi şirketlerinin ve kaptanlarının İstanbul Kanalını kullanmaya zorlanmaları mümkün değildir. İstanbul Boğazından yıllık ortalama 110 milyon dolar gelir elde edilmektedir. Bu durumda 75 ila 110 Milyar Liralık maliyetlerden söz edilen projenin Kanal geçişlerinden tahsil edilecek tutarlarla geri ödenmesi mümkün görülmemektedir. O halde proje geri dönüşlerinin ne ile ne şekilde ve kaç yılda karşılanacağı hususu büyük bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor. Bölgede arsa sahipliğinin ve oluşacak rantların dağıtımının tartışmaların temeline oturması gayet normaldir."

'BAKANLIK, TARAFSIZLIĞINI YİTİRMİŞ GÖZÜKÜYOR'

Kanal İstanbul’un deniz etkileşimi ve su kaynaklarına etkisinin de geri dönüşü olmayan çevresel riskler barındırdığını ifade eden Bilgin, “Tuna Nehrinin yıllardır taşıdığı kirli sular nedeniyle adeta ölü deniz haline gelen Karadeniz’in bu bölgesindeki suların Marmara’ya taşınacağını ve yıllar içinde Marmara denizindeki canlılığın yok olarak ölü bir deniz haline gelme riskinin çok yüksek olduğunu, eski Haliç’te olduğu gibi sülfür üreteceğini belirtmektedir. Gerekli önlemler alınmazsa Terkos Gölü de yok olmakla karşı karşıya kalacaktır. İstanbul’un mevcut su kaynaklarında tahribatlar yapılmakta, yer altı su kaynakları tehlikeye atılmakta, doğal denge, yaban hayatı, sulak alan, orman, tarım arazisi ve mera yok edilmektedir. ÇED süreçlerinden sorumlu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projenin gerçekleştirilmesinde önemli roller üstlendiği için, tarafsız bir şekilde yürütülmesi gereken ÇED süreçlerinde tarafsızlığını yitirmiş gözükmektedir. Böylesine büyük boyutlu çevresel riskler içeren bir projeye ÇED Olumlu Kararı veren Bakanlığın, bundan sonra hiçbir projeye olumsuz karar verme yetkisi ve yeterliliği olamaz” ifadelerine yer verdi.

'YENİ KONFERANS TALEPLERİ RİSKİ'

Söz konusu proje nedeniyle Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılacağına dikkat çeken Bilgin, “İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizini bir bütün olarak içeren Montrö Antlaşması'nda yeni bir geçiş oluşturulması 'şartların değişmesi' olarak ele alınıp yeni bir konferans düzenlenmesine yönelik talepleri gündeme getirebileceği gibi, Kanal İstanbul’un statüsünün ulusal iç suyolu olacağı yönündeki bazı görüşlerin, başta kıyıdaş ülkeler olmak üzere uluslararası düzeyde tartışmaların önünü açacağından tereddüt duymaktayız. Kanal İstanbul’un uluslararası düzeyde bir siyasi-hukuk meselesine dönüşmesinin yolu açılacaktır. Kanal İstanbul, İstanbul şehrimizi bir ada bölgesine hapsedecektir. Bunun gerek ülkemizin genel savunması, gerek bölgenin ve İstanbul’un savunması, güvenliği bakımından riskler, hatta stratejik ve uzun vadeli yıkıcı sorunlar doğurması muhtemeldir” dedi.

'2015 SEÇİM BEYANNAMESİNDE KANAL İSTANBUL YOK'

Kanal İstanbul hususunda Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde savunduğuna ilişkin eleştirilerin hatırlatıldığı Feridun Bilgin, şöyle konuştu:

“Yeni göreve başlamış bir başbakanın detayına hiçbir şekilde hakim olmadığı kendisinden önceki hükümet tarafından başlatılmış projeye elinde hiçbir veri olmaksızın karşı çıkması beklenemez. Bilakis de sahiplenmesi lazımdır ama sayın başbakanın da verdiği talimatlar doğrultusunda çalışmalar başlayınca projenin detayları yavaş yavaş ortaya çıktı. Sayın Davutoğlu’nun görüşleri o zaman değişmeye başladı. 7 Haziran 2015 tarihinde de seçim beyannamesinde Kanal İstanbul yoktu.”