Leyla’nın 100 günü

Endişeleri var insanların. Çünkü Sabiha’nın annesi 100 gündür açlık grevinde. 100 gün. Dile kolay. Dille kolay. Endişeleri var insanların. Çünkü 313 mahpusun bir kısmı, açlık grevinde 2’inci ayına girdi. İki aydır evlerinde, hapishane kapılarında açlık grevindeki yakınlarının sağlığı için korku içinde insanlar...

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Mutfakta yiyecek iki lokma bir şey aranırken, Gülten Akın’ın şiirinden bir bölüm geliyor aklına. Sebepsiz değil ama birden...

“Ben değil sofraya ölüm oturdu

Peynir yedi beni, zeytin yedi beni

Ekmeğe uzandım, ellerim düştü

Elmadan gözlerim yandı, kör kaldım

Su değil su değil sel aldı beni

Ben değil sofraya ölüm oturdu”

Sonra annesi Leyla Güven 100 gündür açlık grevinde olan Sabiha’yı belki bininci kez hatırlıyorsun. Sabiha bu şiiri biliyor mu acaba? Gülten Akın’ın 12 Eylül döneminde cezaevinde açlık grevinde olan oğlu için, açlık grevindeki diğer mahpuslar ve onların yakınları için yazdığı şiiri? Şiirler, şiir-metinler, annelerin öykülerini okumuş muydu Sabiha? Gururla, “Anneme benziyorum” diyen Sabiha’nın eli kaşık tutuyor mu?

KUDRET SAHİPLERİ VE SABİHA

Bir gün önce annesi hastaneye kaldırılmıştı. “Lütfen ölmesine izin vermeyin!” demişti Sabiha, sosyal medya hesabından. Annesini kurtarma kudretine sahip kimse duydu mu onu? Günlerdir hukukçular, annesinin yasal bir hakkı talep ettiğini ve bu hakkın sağlanması gerektiğini dile getiren açıklamalar yapıyorlar. Kimse duyuyor mu onları? Mesela Adalet Bakanı duyuyor mu Sabiha’yı, hukukçuları? Ya da bir hukuki hakkın gasp edildiğinin farkında değil mi Adalet Bakanı ve diğerleri? Bir kadın 100 gündür bu hak için açlık grevinde ve onun taleplerini sahiplenen 313 mahpusun bir kısmı açlık grevinin 2’inci ayında. Bu, Adalet Bakanı ve diğerlerini hiç ilgilendirmiyor mu? Bir ölüm haberinin neden olabileceği sosyal, siyasal kriz hiç umurlarında değil mi?

Adalet Bakanı ve diğerlerinde adalet, sorumluluk ve vicdan duygusu hepten mi tarumar oldu ki bu kadar suskunlar ve olaylar başka bir gezegende geçiyormuş gibi bir tutum sergiliyorlar?

Unutulsun, insan hayatında, ülke tarihinde bir kötü ve uzak hatıra olarak kalsın istediğin şiirin dizeleri gelip buluyor seni, ne yapsan: “elli dokuz gün mü aç kaldınız vay benim kardeşlerim/

altınız öldü demek artık kaşık tutmaz bu ellerim”...

“Duyarsız” demekle yetindiğin kudret sahipleri ve bilcümle kamu, Nevzat Çelik’in “Diyarbakır Ölüleri” şiirinin tozunu aldırıyor. 40 yıldır neden değişmez bir ülke? 40 yıldır bir ülkenin değişmemiş olması bir utanç vesilesi değil midir?

100 GÜN, DİLE KOLAY

“Wê jinikê bikujin” (Kadını öldürecekler) diyor bakkal. Televizyondaki görüntülerden gözlerini ayırmadan. “Çima?” (Neden?) diye soramıyorsun. Bir müddet televizyondaki görüntülere onunla birlikte bakmakla yetiniyorsun. Yerlerde sürüklenen milletvekilleri, TOMA’lardan sıkılan su, sloganlar… Kürtçe haberde bunlar var. Adam bakıyor, “Şerme” (Ayıptır) diyor. Yüzü öfkeden, çaresizlikten ve belki bir başına bakkal dükkanında oturmaktan, bütün gün televizyon seyretmekten kararmış. “Ji bona kê şerme?” (Kimin için ayıptır?) diye soramıyorsun. Bu sözün, serzenişin, öfkenin bir ucu herkese dokunuyor çünkü ve susuyorsun.

Endişeleri var insanların. Çünkü Sabiha’nın annesi 100 gündür açlık grevinde. 100 gün. Dile kolay. Dille kolay. Endişeleri var insanların. Çünkü 313 mahpusun bir kısmı, açlık grevinde 2’inci ayına girdi. İki aydır evlerinde, hapishane kapılarında açlık grevindeki yakınlarının sağlığı için korku içinde insanlar.

YİNE ŞİİRE GİTMEK

Sonra atıştıracak bir şeyler arıyorsun mutfakta. Patlıcanın, sivri biberin, domatesin fiyatlarını düşünüyorsun. Tanzim satış çadırlarını, burada oluşan kuyrukları ve kavgaları. “Herkes patlıcanın pahalı olduğunu söylüyor, kimse yeşil soğanın ne kadar pahalı olduğunu bilmiyor” demişti taksici. Taksici yeşil soğanı çok seviyordu belki, kim bilir. Kebapçıda çalışan ve biber fiyatlarından yakınan çocuk, “Eskiden tabağın dört yanına dört biber koyardık, şimdi bir biberi ikiye bölerek tabağın iki yanına koyuyoruz. Müşteri fazla biber isterse 2-3 lira yazıyoruz hesaba” demişti.

Eskiden, birkaç ay önce yani, iki biber isterdin garsondan, bir koca tabak biber gelirdi. Diyarbakır’ı kebapsız, kadayıfsız ve acı bibersiz düşünmek akla aykırı neredeyse.

Sonra mutfakta atıştıracak bir şeyler ararken bütün bunların anlamsızlığı koca bir ağırlık gibi çöküyor omuzlarına. Nedensiz değil elbette çünkü Sabiha’nın annesi aslında hepimiz için 100 gündür açlık grevinde. Yasalarla belirlenmiş bir hak için 100 gün ve belki daha fazla aç kalmak düşüncesi, bir başka ağırlık olup çöküyor omzuna. Hem de biz, sebze fiyatlarıyla ilgili kafa patlatırken.

Sonra mutfaktan çıkıp yine şiire gidiyorsun: “Kimbilir ne güzeldir dinlemek dillerinde direnç türküleri/basıp doğrulacak elbet kendi küllerine diyarbakır ölüleri” (Nevzat Çelik, Diyarbakır Ölüleri).